2018'in En İyi 16, Hadi Bilemedin 17 Filmi (Kastık ama 18 çıkmadı. Çıksa güzel başlık olacaktı. Kısmet...)
Tabii ki bu yıl da senenin kendimce en şahane filmlerini listeleyeceğim size. Ama bu yıl farklı bir şey denedim. Sadece 2018'de vizyona giren filmleri değil festivallerde ve Netflix’te gösterilen filmleri de listeye koydum. Çünkü Zaytung Sinema okuyucusu böyle bir yeniliğe hazır ve Zaytung Sinema okuyucusu buna değer, dedim. Yine de bir ölçüt koymak gerekir diye, "bu yıl Türkiye’de bir sinemada ya da Netflix’te prömiyerini yapan filmleri" değerlendirmeye aldım. Daha sonra 3 gün eve kapandım, kararsızlık buhranları ve panik atak krizleriyle beraber ortaya bunu çıkardım.
Öncelikle daha geçen hafta vizyon bulan güzeller güzeli Roma filminin fragmanını koyalım, sonra da biraz aşağı inip bu filmin fragmanının niye burada olduğunu anlayalım.
1. Roma - Senenin en kişiseli, en siyah beyazı...
Geçen hafta, Netflix'le aynı anda vizyona girmesine rağmen bu senenin en çok konuşulan filmi o (bizim zaten film konuşasımız varmış da seni bekliyormuşuz Roma). Siyah beyaz sinematografisi, ağır ağır akan ve hiiiç acele etmeyen temposuyla tavladı beni de. Benimle beraber onlarca eleştirmeni ve binlerce izleyiciyi de… Alfonso Cuaron’un yönettiği ve Cannes yönetiminden aldığı bir tüyoyla senaryosunu fazla kişisel bir şekilde yazdığı bir yapım bu (Evet Cannes direktöründen tüyo almış, "Oğlum işi bilmiyon sen, yapcan kişiseli, sonra tüm eleştirmenler kapına dizilecek!" denmiş...)
Yani işte Meksikalı yönetmenlerin 3 büyüklerinden olan (diğer ikisini bilene bir sinema bileti hediye) Cuarón, küçüklüğünü geçirdiği mahalleden esinlenerek Roma dediği bu kişisel filminde, 70'lerin Meksika'sına, daha çok da evlerindeki Meksika yerlisi hizmetçiye odaklanıyor.
- Şimdi şuraya doğru "Hayatım amelelikle geçti" der gibi bakıyorsun...
Bi de elalemin gelişmemiş ülkesini mi izliyoruz?
Film, iç ve dış mekanlardaki kaydırmalı çekimlerle insana hem gelişmemiş bir ülkede hem de bir zengin evinde gezme hissini yaşatıyor ve küçük ayrıntılar, su yansımaları, köpek bokları, merdivenler, çamurlu yollar bile anlam kazanıyor. Kadrajlardaki ayrıntılarla beraber toplu oyuncu yönetimi, küçük mimikler, tekrarlar (edebiyatta leitfmotif, sinemada motif derler bunlara, mehmehmeh) böyle değişik birtakım hareketler mest ediyor izleyeni... Sınıf farkı da var bu filmde, kadın-erkek ayrımcılığı da, faşist müşist tiplerin devletle ilişkisi de... Her şey var. Hiçbir şeyimizi eksik etmemiş yönetmen...
Arabadan dışarı duygusal bakış fırlatan kadın klişesi mi istiyon? O da var...
Puan: 100
2. Uzun Bir Günden Geceye Yolculuk (Di qiu zui hou de ye wan) - Senenin en 3D'lisi, en tek planlısı...
Adana Film Festivali’nde izlediğim ve dünya prömiyerini Cannes'da yapan filmin son bir saati 3D çekildi ve bu 3D kısımlar da tek plan çekildi. Henüz 29 yaşında ikinci uzun metraj filmini çeken Çinli yönetmen Bi Gan, öykü anlatmıyor da izleyeni rüya-gerçek-anılar arasında dolaştırıyor ve hareketli tablolar izletiyor gibi. Öyle bir anlatım yani... Bi yerde bulup izlersen "E bundan bir şey anlaşılmıyor" deme. Çünkü yönetmen Kaili Blues ile beraber iki adet cillop film çekmiş biri ve koskoca Çin'de milyar tane insan arasından sıyrılıp yönetmen olmak hiç kolay değil bence. Anlamıyorsan da saygı duy! Ya da en iyisi hiç çaktırma, "Uzadoğu sineması aabii, of yaa, usul usul imgeler, değişik bi şeyler filan" de geç...
"Bu ne menem bi sahneymiş" deme... Saygı duy...
3. Tarihe Barbar Olarak Geçmek Umurumda Değil (Îmi este indiferent daca în istorie vom intra ca barbari) - Senenin en "Biraz daha uzun isim koyaydın, kısa olmuş bu"su...
Eskişehir Film Festivali'nde salondaki 20-30 kişiyle izledim filmi, onların yarısı da film bitmeden çıktı. İçimden dedim ki "Artık eminim, bu film senenin en iyilerinden biri..." Çünkü iyi film dediğin öyle herkese gelmez ve tabii herkes de 2 buçuk saatlik film izleyemez (Ben de mesela 15-20 dakikalık filmlerle başladım zamanında, baktım sarıyor bu iş, yavaş yavaş uzattım. Isınma hareketleri yapmadan 2 buçuk saatlik film izleyip sakat kalan arkadaşlarım var benim.)
Filmin yönetmeni Radu Jude, Rumen Yeni Dalgası'ndan çok övülesi bir abidir.* Filmlerinde Romanya'nın geçmişiyle yüzleşmeye çalışır, genelde kara mizah bir anlatım tutturur ve her filminde değişik tarzlar dener. Bu filminde ne denemiş peki? Belgesel-kurmaca-canlandırma-gerçek-tarih arasındaki sınırlarla oynamayı denemiş. Oynamış da. Canına okumuş sınırların!
* Biri beni överken şu şekilde bir yüz ifadesine giriyorum ben de...
Hikaye neydi?
Tiyatro yönetmeni bir kadın karakter tarihi bir canlandırmanın hazırlıklarını yapıyor. Romanya’nın da zamanında en az Naziler kadar Yahudileri katlettiğini ve pek çok Rumen'in bu konuda hâlâ inkarcı olduğunu görüyoruz. Böylece; gerçek nedir, kurgu nedir, bunlar katliamı canlandırırken mi rol yapıyor yoksa normal hayatlarında katliamı inkar ederken mi rol yapıyor... diye düşünüp duruyoruz. 2 buçuk saat boyunca kendi insanını sorguya çekiyor yönetmen, filmi izleyen yabancı izleyiciye de "Sen de kendini iyi bi bok zannetme" diye parmak sallıyor. Ayrıca birçok filme ve tarihi olaya gönderme yapıyor, göndermeyle karşılaşınca hop hop eden yüreğimiz 90, 90 diye atıyor. Puanı da 90, evet.
4. Köpek Adası (Isle of Dogs) - Senenin en köpüşlüsü...
Wes Anderson şaheseri... Ayrıntıları ince ince döşemiş, mizansene, ses efektlerine ve her filminde olduğu gibi müziklerine bir güzel uğraşmış. Özellikle dam dama dam dam şeklindeki ritimleri havaya sokuyor, gaza getiriyor. Farkında olmadan uluyoruz. Öyle çizgi film deyip geçme politik de bir öykü... Kişisel bir büyüme sancısı, toplumdaki değişme-değişememe sancısıyla beraber ele alınıyor çünkü. Bu pis yöneticiler olmasa kardeş kardeş yaşarız, kah konuşur, kah havlarız deniliyor.
Yani filmde birtakım köpekler var ve bunlar havlayıp kedi filan kovalıyor sanma. Wes Anderson hiç öyle basit film çeker mi? Wes duysa çok ayıp olur...
- Filmimde birtakım köpekler var... Havlıyorlar filan...
Vizyon yazısı: Onlarca insanın bir araya gelip mukavva mekanlar ve oyuncak köpekler yapması
5. Annihilation - Senenin en mutasyonlusu, en bilimkurgusu...
Aynı zamanda senenin bu en iyi bilimkurgusunu en çok Ex Machina’dan bildiğimiz Alex Garland yazıp yönetti. Filmin gösterimi ise dert oldu, yönetmen yapımcıyla filmin uzunluğunda filan anlaşamayınca film vizyona sınırlı yerde girdi ve Netflix'e satıldı. Netflix de kedi olalı bir fare tuttu ve galiba ilk iyi filmini göstermiş oldu. Filmdeki ışık oyunları, görsel numaralar ve 'mutasyon' teması çok çok iyiydi. Bir de ayılı sahne çok iyiydi. Filmde gerek bilimsel gerek felsefi birçok nokta vardı ama biz arkadaşlarla hep "O ayıya dönüşen kadın nasıl bağırıyordu la öyle puhaha" diye onu konuştuk.
Tabii ben arkadaşlardan ayrılınca yine eleştirmen kimliğime büründüğüm için oturdum ekşi'ye ciddi ciddi yazdım, merak etmeyin. Merak edeniniz varsa şöyle okuyabilir: Annihilation'ın Derinlemesine Bir İncelemesi
Ayıyı merak ediyorsanız 1.59'da...
Sıkıldıysanız yazının sonundaki ankete geçebilirsiniz. Ama bence iki dakika durun, biter şimdi:
6. Şüphe (Beoning) - Senenin en edebiyatlısı
Bu film Cannes'da da Türkiye'deki festivallerde de özellikle eleştirmenler çok övüldü, hak etti de. "Neden öyle peki?" diye soracak olursanız, şöyle:
1) Çünkü güzeller güzeli Şiir (Shi) filmiyle bilinen Chang-dong Lee yönetti ve yetmedi; kedili, gizemli karakterli metinleriyle ünlü bir Murakami öyküsünden uyarlandı. Festival filminde gizemli karakter önemlidir. Suskun puskun takılan, böyle mal gibi karakterleri, eleştirmenler pek sever.
2) Bir edebiyat uyarlaması olarak çok başarılı. Yani sadece öyküsü güzel olan, 'görüntülü kitap' gibi bir film olmamış, atmosfer çok sağlam kurulmuş. Gün ışığına karşı dans eden, gün batarken siluet olan kadının sahnesine şiirsel bile denebilir. Dans eden kadın silueti görünce de bayılırız biz.
3) Uzadoğu sineması aabii, of yaa, usul usul imgeler, değişik bi şeyler filan...
7. Zavallı (Pity) - Senenin en Yunan Yeni Dalgası..
Sundance gibi birkaç festivalde gösterildi, çok büyük ödüller alıp sükse uyandırmadı ama Yunanistan sinemasından güzel bir keşif oldu. Bu aralar hem Rumen Yeni Dalgası hem Yunan Yeni Dalgası çok meşhur oldu, ortamlarda "Fransız Yeni Dalgası mı kaldı ohooo, hangi tarihte kaldın sen? Romanya, Yunanistan aldı yürüdü ayol" şeklinde namı yürüdü, biliyorsunuz... Bu da işte, 'Sert ve özgün bir öyküye sahip, ama komik gibi de' bir tarzı olan Yunan Yeni Dalgası yapımı... Hayır, bunu Yorgos Lanthimos çekmedi. Yo, onun yeni filmini izlemedim. Belki o daha güzeldir, evet...
Başrole çirkin adam koymasalar olmaz... Klasik Yunan Yeni Dalgası işte...
Kendini İskandinav sanan Akdeniz...
Babis Makridis'in yönettiği filmin senaryosunda Efthymis Filippou'nun da imzası var. Kendisi Lanthimos filmlerinin de senaristidir ve Yunan Yeni Dalgası bence bu adamın enter tuşundan çıkmıştır. Senaryoya yine özgün bir karakter ve ilginç olaylar konmuş, acıdan-melankoliden zevk alan bir adam hafif mizahi bir şekilde anlatılmış. Film birçok unsurla da zenginleştirilmiş: Müzikle, tablolarla, yazılarla...
Bir yandan zengin diğer yandan Lanthimos filmleri gibi minimalist ve soğuk bir film... "Ulan bir Akdeniz ülkesinden bu kadar soğukluk çıkar mı be, Kuzey ülkesi misiniz siz?" dedirtecek kadar. Kendini Hopalı zannedip Hemşinli şivesiyle konuşmaya çalışan İç Anadolulu bir arkadaşım vardı, onu hatırlatacak kadar.
8. Madeline Madeline’i Oynuyor (Madeline’s Madeline) - Senenin en ergenlik travmalısı...
Sundance'den duyulan ve burada da İstanbul Film Festivali'nde gösterilen filmin kafası güzel... Ergenlik sorunlarıyla boğuşan 16 yaşındaki Madeline'in kafasının içindeki karmaşa, öznel çekimlerle iyi görselleştiriliyor. Bir yandan da anne-kız, eğitmen-öğrenci ilişkileri derinlemesine inceleniyor. Her yarı delinin beğenmesi gereken bir film yani, ben de beğendim. Josephine Decker’ın pek iyi yönetmenlik yaptığı filmde, Madeline rolünde Helena Howard arkadaşımız da döktürüyor. Tiyatroyla da ilişkili olan film, bitince güzel bir şehir tiyatrosu izlemişsiniz gibi hissettiriyor. Şehirli bir medeni olduğumuzu kanıtlamak istercesine en önce ayağa kalkıp alkışlayasınız geliyor.
9. Şafaktan Önce (A Prayer Before Dawn) - Senenin en Tayland bokslusu...
Jean-Stéphane Sauvaire'nin yönettiği filmde ne anlatıldığından çok nasıl anlatıldığı öne çıkmıştı. Muay Thai denilen Tayland boksu sahneleriyle heyecanlanırken, hapishane ortamında klostrofobik deneyimler yaşamıştık. Mekan olarak gerçek hapishanenin seçilmesi ve gerçek mahkumların kullanılması da olayın gerçekçiliğini artırmıştı. Ben zaten bu tip gerçekçi filmlere bayılırım, eksik kalmasın diye buna da bayıldım. Sanki belgeselmiş gibi böyle kamerayı mekanda bir buçuk saat gezdirsinler yeter bana, aha derim "dur dur başyapıt geliyor". Öyle yani...
Vizyon yazısı: Tayland'da boks yapıp ot içerken kendini dövmeli manyaklar arasında bulmak
Bedellide de hep bekletiyorlarmış böyle...
10. Kayıp Aranıyor (Searching) - Senenin en 'sosyal medya bizi çok bozdu' mesajlısı...
Yönetmeni 27 yaşındaki Aneesh Chaganty, 30'larının başındaki eleştirmenleri kıskandıran cinsten... "Kendisi ilk uzun metrajında, yenilikçi bir anlatıma sahip olan ve çağa yönelik eleştirisini bu çağda getirebilen, modern bir film yapmış." Evet, bu cümleyi notlarımda buldum ve oldukça beğendim. 30 yaşında bir işsizim ama ben de böyle cümleler kuruyorum mesela... Peki beni geçelim, filmdeki karakter napıyor? "Kızının kaybolma olayını bilgisayar ekranında çözmeye çalışan baba, bu sosyal medya polisiyesinde internet çağının işlevselliğini ve korkunçluğunu aynı anda deneyimliyor." (Bak bu cümleyi de fena kurmamışım.)
11. El Royale’de Zor Zamanlar (Bad Times at the El Royale)
Tür: 'Otelin kahvaltısını yine kaçırdık mı yaa gerilimi' Yapım: ABD Süre: 141 dk. Yönetmen: Drew Godddard Oyuncular: Jeff Bridges, Cynthia Erivo, Chris Hemsworth
12. Avengers: Sonsuzluk Savaşı (Avengers: Infinity War)
Tür: 'Bir filme kaç tane süper kostümlü sığar denemesi' Yapım: ABD Süre: 149 dk. Yönetmen: Joe Russo, Anthony Russo Oyuncular: Robert Downey Jr., Chris Hemsworth, Mark Ruffalo
13. Don Kişot’u Öldüren Adam (The Man Who Killed Don Quixote)
Tür: 'Film içinde film, gerçek içinde gerçek, rüya içinde rüya vs. vs.' Yapım: İspanya, Belçika, Fransa Süre: 132 dk. Yönetmen: Terry Giliam Oyuncular: Adam Driver, Jonathan Pryce, Stellan Skarsgård
14. Kelebekler
Tür: 'Bu gemide geçen değişik filmin yönetmeni çekmiş di mi?' Yapım: Türkiye Süre: 117 dk. Yönetmen: Tolga Karaçelik Oyuncular: Tuğçe Altuğ, Tolga Tekin, Bartu Küçükçağlayan
15. Arakçılar (Manbiki kazoku)
Tür: "'Altın Palmiye Uzakdoğu'ya gitti' manşeti" Yapım: Japonya Süre: 121 dk. Yönetmen: Hirokazu Kore-eda Oyuncular: Lily Franky, Sakura Andô, Kiki Kirin
Ödüllerini de çubuklarla alıyorlarmış...
Eveeet, liste bitti. Yine bir yıl sonu listesi sizi tatmin etmedi di mi? Hani nerede Climax hani nerede Cold War diyorsunuz di mi? Sizi mi kıracağım canım, Climax de 16. olsun hadi, bu hafta vizyona giren Cold War'u da 17'ye koyuverelim bari (Bi kere film siyah beyaz yani)... Aslında bu listeye, zamanında 100 verdiğim The Florida Project'i de alacaktım ama o film prömiyerini geçen yıl Antalya'da yaptı, o nedenle çok istediğim hâlde koyamadım. Kendi koyduğum kurallara takıldım. Kusura bakma Florida Project, hukukun üstünlüğü galip geldi!
Haydi bakalım, bir dahaki yazıda inşallah görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Nasıl? Haftaya vizyon yazar mıyım? Ne bileyim, bakalım bi haftaya gelsin de...)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et