Sofra Sırları (Demet Evgar'la ufak tefek cinayetler), Suyun Sesi (Yokluktan yaratığa aşık olan kadının dramı)
Geçtiğimiz hafta bir bayram havasında geçti, çünkü yüzlerce salonda gösterilmesine rağmen Kayhan filminin yüzüne bakılmadı, 1 haftada sadece 360 bin izlendi. Demek ki senin filmin de izlenmiyormuş bazen Şahan Bey; maymun gözünü açtı, hey yavrum hey!.. Diyeyim ve bu hafta sinemalara Aile Arasında, Arif v 216, Ölümlü Dünya kalitesinde bir yerli film geldiğini sevinçle bildireyim: Sofra Sırları... Ayrıca Oscar adayı iki yabancı filmin de vizyona girdiğini ekleyeyim: Suyun Sesi ve 'Ben, Tonya'. Şu iki filmden biri çok iyi. Hangisinin iyi olduğunu ise yazının kalanına saklayayım.
Ooo, bakıyorum da yazının tamamını okutmaya yönelik giriş yazıları deniyorum, vaay, helal bana! O zaman şuraya bir kısa film koyayım, bunu da buraya neden koyduğumu aşağıda söyleyeyim:
Sofra Sırları - Nefis cevizli pilav tarifi ve cinayet sosu...
Yönetmen Ümit Ünal.... Hesaplayabildiğim kadarıyla Sofra Sırları, Ünal'ın yazdığı 16. yazıp yönettiği 7. filmi... Kendisi Türkiye sinemasının son dönem ustalarındandır, sadece sinemayla da ilgilenmez, roman da yazar resim de yapar. Öyle de çok yönlü bir insandır, kendisini alkışlarla sahneye alasınız gelir. Filmin başrolü de girdiği her diziyi ve filmi güzelleştiren, kah Bir Kadın Bir Erkek'te tripli kadın olan kah Vatanım Sensin'de Kara Fatma olan, kovboy da olabilen solist de olabilen Demet Evgar...
Ne yiyoruz?
Film, kocasından mağdur ev kadını Neslihan'ın eve hapsolmuş yaşantısını gösteriyor. Kocası her akşam rakısını mezesini hazır isteyen, zamanında İnce İnce Yasemince'de izlediğimiz İtilmiş'in az daha modern, çalışan ve biraz daha yakışıklı versiyonu. Koca böyle olunca Neslihan da kendini yemeklerine ve hayallerine veriyor. Kendisini bir yemek programı sunucusu olarak hayal ederken ne hikmetse etrafındakiler de patır patır ölüyor. Yemek ve cinayet işleri birbirine giriyor. Sanki yemek programı izlerken kanalı değiştirip Müge Anlı açmışız gibi. Müge yine birtakım taşralı delileri toplamış da cinayet çözüyor gibi. Konukları dinlerken bir yandan cevizli pilav yiyor gibi...
Şey değil mi bu ya telefondaki tanığı dikkatle dinleyen Müge Anlı duruşu...
Az ama öz bir film:
Film minimalist ve düşük bütçeli olduğu için (bkz. Kültür Bakanlığı burslarıyla geçim sağlamaya çalışan yönetmen) Ümit Ünal'ın çoğu filmi gibi tek mekanda, 8-9 kişi arasında geçiyor. Bu kısıtlılıktan da öykü yaratmak maharet ister hani... Senaryo zaten sağlam, kolay kolay darbe almıyor, yıkılmıyor. Sanki Ünal, göbekli ve şirin dayının küçük yeğeniyle oynaması gibi göbeğini yumruklatıyor ve gülüşüyoruz.
Senaryonun parayla ilgili kısmı Namuslu ve Milyarder filmlerine benziyor, buradan da ülke insanı, özellikle erkekleri bi' güzel eleştiriliyor. Bir de para ve seks içerikli kirli sırların yemek sofrası etrafında dökülmesi (bkz. nimetin yanında edepsizlik edilmesi) Perfetti Sconosciuti'yi anımsatıyor. Karanlık aile ilişkileri de sanki Vavien gibi mi ne? Aslında zorlasan daha çok film gelir aklıma da, kafamız iyice çorbaya döner sonra...
Bazen izleyeceğimiz filme bir türlü karar veremeyince yarim de böyle kızıyor bana...
Demet Evgar ve diğerleri:
Sofra Sırları'ndaki çoğu oyuncu yüksekten oynarken Demet Evgar sessiz ve derinden konuşuyor, izleyeni bi' güzel ürpertiyor, "Git bee!" dedirtiyor. Evgar'ın bu soğukkanlılı duruşu ironi ve kara mizahı da sağlıyor. Yalnız öykünün ciddi tarafı, yani polisiye kısmı daha tutarlı, ayrıntılı, dallanıp budaklanası olabilirmiş. Yani, mahalede devriye gezen polisin hiç de öyle polisiye dizilerdeki gibi olmaması, gayet de "Hayırdır gençler napıyonuz?" filan demesi gibi beklentiler karşılanamayabiliyor.
Ümit hocama küçük bir de devam filmi önerim olacak: Yiyecek malzemesi taşıyan tırların bir aksiyona karıştığı, aksiyon sırasında dökülen yiyecekleri fakir fukaranın kapıştığı politik alt metinli bir film... DAN DAN DAN! Sofra Tırları... Gerçi işin içinde tır mır olunca güme gitme ihtimali doğabilir! En iyisi Sofra Kırları isminde zararsız bir piknik filmi çekmek galiba. Bak bunu BKM'ye çektirebiliriz sanki...
Politik ve sofra deyince aklıma şöyle bir görsel geliyor, içim sıkılıyor...
Puan: Tok karnına 70, aç karnına 75
Suyun Sesi (The Shape of Water) - Filmin ismi zaten güzel olmak, neden Suyun Sureti diye çevirmemek?
En son Kızıl Tepe yapımını izlediğimiz Guillermo Del Toro'nun yeni filmi... Toro, Venedik'te bu filmiyle Altın Aslan aldı ve Oscar'da En İyi Film ve En İyi Yönetmen dahil olmak üzere 13 dalda adaylık gördü. En son Maudie filminde arterit hastası bir sanatçıyı canlandıran Sally Hawkins bu sefer de dilsiz temizlikçi rolünün altından kalkmasını bildi, Octavia Spencer ise Samuel L Jackson'ın kadın versiyonu olarak, komik geveze siyahi olarak kendine yer buldu. Filmdeki yaratığı da Doug Jones canlandırdı ama kostümlü olduğu için kimse onu konuşmadı.
Öyle bi kızın öyle bi yaratığın yanında ne işi var?
Kısaca öykü; 1960'ların başı ABD'sinde, dilsiz ve orta yaşlı Elisa Esposito isimli bir kadın ile Güney Amerika’dan ABD’ye getirilmiş yaratık arasındaki seviyeli ilişki... Yani, spot kısmının altına koyduğum kısa filmdeki konunun 2 saate yayılmış hâli (Sürpriiiz!). Zaten "Bu kısa filmdeki konuyu mu çaldın sen abim?" şeklinde, geçenlerde gündem de oldu. "Ya olur mu ben önceden başladım çalışmaya, benim aklıma daha önce geldi abisi" dedi ama nafile... Belki de esinlendi. Filmi Youtube’dan izledi ve sonra “Böyle yaparsak çocuk filmi olur. Bol bol politik mesaj ve ötekilik teması serpiştireyim, Avrupa festivallerinin, Akademi’nin gözüne gireyim" dedi, göbeğini ovuşturdu.
- Bir senedir burdayım, daha hakkımdaki iddianameyi bile göremedim Elisa... (Al sana politik mesaj)
Aradığımız her şey var mı?
Arkadaşlar arasında sık sık "Avrupa festivallerinden büyük ödül almak için ötekilik değeri yüksek ürünler yapmak lazım" geyiği yaparız. Eğer bir film çekecek olursak, karakter aynı zamanda eşcinsel, siyahi, Alevi, işçi ve varoluşçu olmalı ki ödül şansımız artsın. Toro Abi de aklına gelen her politik mağduriyeti sokuşturmuş filmine: Amerikan yerlisi olmak, engelli olmak, kadın olmak, üstüne üstlük tacize uğrayacakmış gibi olmak, siyahi olmak, siyahi kadın olmak, siyahi kadın işçi olmak, eşcinsellik, idealistlik, mağdur sanatçılık… Yönetmen, "Bu makine daha fazlasını alır" demiş ve kalan koyu renkli çamaşırları zorlayarak sokmuş, 'Narin' programında çalıştırmış gibi.
Şu fotoğrafta mesela en az 5 ötekilik teması var... Kişi başı 2.5 ötekilikle oynuyorlar...
Prodüksiyonu olsun, yönetmenliği, oyunculuğu olsun?
* Prodüksiyona, yapım tasarımına diyecek bir şey yok. Del Toro’nun her filminde olduğu gibi mekanlar özenle oluşturulmuş, ışıklar renkler filan özenle seçilmiş. Yaratık tasarımı bu kadar insana benzemese de olurmuş yalnız. Benim amatör animasyoncu bir arkadaşın modellediği kaslı figürlere benziyor. Hatta benim arkadaşımınki daha güzel ya... Top sakal filan da yapıyor o, karizmatik duruyor.
* Kamera hareketleri, oyunculuk performansları güçlü ve Toro’nun sevdiği karanlık atmosferler, gizli odalar, kaçış tünelleri gibi şeyler gizemli duruyor. Çokça söylendi; film başlarda Amelie’yi andırıyor, yine Jean-Pierre Jeunet’in Şarküteri filmine de yer yer benziyor. Toro durmuyor; müzikal, sinema, sessizlik göndermeleriyle La La Land’i, Artist’i, hatta bizim Fatih Akın’ın filmi Kesik’i bile andırıyor.
* Zaten asıl olarak, filme de uyarlanan Amphibian Man isimli Sovyet romanına özenmiş Toro abi... Hmm, anladım abi... EEEE, yeter ama lan, bu iş iyice çığrından çıktı bak artık! İştahının açık olduğunu tahmin ettiğim Toro Abi, kilolarca eserin konusunu, tarzını yutmuş da ortaya böyle bir film çıkarmış gibi duruyor. Filmin de politik gerilim mi, bağımsız absürt mü, duygusal fantastik mi ne olduğu anlaşılmıyor.
- Bu ışıktan bakınca gözleri mavi görünüyor...
Fikir: Bu filmin yönetmenlikte, oyunculukta filan Oscar’a aday gösterilmesini anladım da Özgün Senaryo dalında aday olması garip geldi. Bence bu şekilde değişik bir fikri olan ama bu fikirden çekici bir senaryo oluşturamayan yapımlar için En İyi Fikir Ödülü verilmeli. Ona da mesela Oscar'ın kendisi değil de fikri verilmeli: Kürsüye çağrılıp “Şimdi diyelim ki sen Oscar aldın Toro, n'apardın onunla Toro?” diye sorulmalı.
Şöyle bi kere öptürüp alsalar elinden...
Puan: 50 (Bunun da yarısı iyi bence ama yine hangi yarısı olduğunu bilmiyorum)
Ben, Tonya (I, Tonya) - Margot Robbie'nin yine şirin bir rolde oynayıp kameraya karşı konuşması...
Öyle çok aman aman bir filmi bulunmayan Craig Gillespie yönetiyor. Filmin sansasyonel kısmı ise tatlılar tatlısı Margot Robbie'nin oynaması, filmin yapımcılığını kendisinin yapması, Oscar'da da En İyi Kadın Oyuncu dalına aday olması... Gerçek bir öyküden, buz üzerinde dans eden o güzel figür patencilerinden (o güzel figür patencileri o güzel patenlerine atlayıp kaydılar) Tonya Harding'in başarılarından ve skandallarından uyarlanıyor film...
Kaymalı espri yapmayacaksın değil mi?
Film, yer yer sahte belgesel türüne yer yer de başarılı sporcuların ele alındığı spor filmlerine göz kırpıyor. Tonya'nın çocukluğundan itibaren anne zoruyla buz patenciliğine merak salması, hem oyuncuların röportajlarıyla anlatılıyor hem de bu anlar güzel güzel canlandırılıyor. Çalkantılı özel yaşam, genç yaşında kıvırabildiği 'üçlü axel' hareketi (havada bir buçuk tur dönmeye axel deniyormuş. Wikipedia'nın başına 0 getirdim evet), annesiyle-kocasıyla ilişkisi derken dallanıp budaklanıyor öykü...
Spor filmlerinin aksiyon yaratan spor hareketlerini iyi kıvırıyor yönetmen, ama şimdi Margot Robbie varken de kimse yönetmenin kamerasıyla ilgilenmiyor doğrusu... Sen bi aradan çık Kameralı Bey diyor ve Robbie'nin 16 yaşındaki ergenliği de orta yaşlı kadınlığı da oynamasına hayran kalıyoruz.
- Galiba en fazla bu kadar çirkin olabiliyorum...
Komik diyorlar?
Filmin değişikçene bir mizahı var. Baskın anne karakteri de, Tonya ile kocasının ilişkisi de tuhaf; milletin anasına kocasına gülmek istemediğimiz için fıs fıs fıs gülüyoruz. Yalnız çok orijinal bir tipmiş bu Tonya, Margot Robbie hakkını verince kadının doğrudan kendisine de güldüğümüz oluyor. Aslında üzülüyoruz da durumuna: Kendisini yeterince zarif bulmayan hakemler ve aile hayatını sevmeyen federasyon önünü tıkamaya çalışıyor, olayı çok da anlamadan "Hakemin eline sözlük, gözüne gözlük" diye bağırıyoruz. Bunun yanında, aynı dalda yarıştığı Nancy Kerrigan'ın şampiyona öncesi dizinin sakatlanması ve Tonya'nın adının bu skandala karışması gerilim duygusu yaratıyor.
Tonya, penaltı vermeyen hakemlere ayağına aldığı darbeyi gösterirken...
Bizimle konuşmaya mı çalışıyorlar?
Yakın zamanda The Wolf of Wall Street'te, The Big Short'ta, Deadpool'da gördümüz üzre, bu filmde de dördüncü duvar yıkılıyor, kameraya karşı konuşuluyor ve bize de söz hakkı doğuyor. Biz de durur muyuz, söyleyiveriyoruz içimizdekini: Buz üstünde öyle figürler yapmasını biliyorsun Tonya ama bizim gibi hafta sonu yüzlerce kişinin kaydığı buz pistine gidip kimseye çarpmadan kayabilir misin acaba? Ya da şöyle diyelim: Hayatta dengede durmak, buz üstünde denge kurmaya benzemez Tonya! Al bak filmin ana mesajını da verdik, dahasını yazmaya gerek yok.
Gerçi dominant anne rolünde Allison Janney de döktürmüş, ona da En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu adaylığında başarılar dileyelim, ellerinden öpüp öyle bitirelim.
The Godmother...
Puan: 85 (Sona bıraktığımız film haftanın en iyisi oldu. Hayat sürprizlerle dolu...)
Hadi Be Oğlum - Sen Kıvanç Tatlıtuğ'un oğlusun, incitme yazıktır atanı!
Kıvanç Tatlıtuğ oynadı. Büşra Develi de oynadı aslında ama çok da oynamadı. Arkadaşım Hoşgeldin'de, Tolg Show'da Tolga Çevik'e karşı atarlı atarlı konuştuğu için hafiften gıcık olduğumuz Fırat Parlak senaryosunu yazdı, Bora Egemen de yönetti.
Evet genç kadınların biricik sevgilisi Kıvanç sık görünüyor ama sempatik güzel Büşra çok yok. Müzik kullanımı da çok fazla var ama senaryo o kadar yok... Efe isimli küçük oğlanın bir hastalığı var, düzgün iletişim kuramıyor ve kendisini müzikle ifade edebiliyor. Feridun Düzağaç da bunun mentoru olacakmış gibi duruyor. Aa Düzağaç var, sürprize bak, merhaba Düzağaç abi! Ben sizin Nadas şarkınızı hâlâ açıp dinliyorum ya, 3310'um varken de FD şarkınızı melodi olarak yüklemiştim telefona, "Ben kısaca MD" diye söylüyordum eheh... Ne diyorduk ya? Heh, Hümeyra... Hümeyra nerden mi çıktı?.. Şöyle ki, film Babam ve Oğlum'a benziyor ama sanki onun Hümeyrasız olanı gibi duruyor.
Gördüğün gibi konuyu senden uzaklaştırmak için her şeyi yaptım çok yakışıklı adam...
Diğer:
Mutlu Canavar Ailesi: Bir büyü sonucu bir ailenin canavarlara dönüşmelerini anlatılyormuş, korku filmi öğeleriyle dalga geçiliyormuş galiba bu animasyonda... Alman yapımıymış galiba, bizim canavar aileleri kıskandıkları için bunu yapmışlar.
Kapıdaki Sır: Bu yerli korku filminin fragmanında, çok korkunç aşırı korkunç olduklarını iddia ediyorlar. Bir de sen bak istersen, ben ışıkları filan kapattım sesi de açtım ama çok bir şey olmadı.
Antep Fıstığı: Ivana Sert'i başrole koyuyorlar, olay Antep'te geçince de komik olacağını düşünüyorlar. Bir de mafya koyuyorlar ki başroldeki adam korkunca senaritsin komik olduğunu düşündüğü tepkiler versin.
Black Panther: Eveet, artık bu hafta nasıl doluysa ilk defa bir Marvel filmini izlemedim ve Diğer bölümüne attım. "Marvel'ın en iyi filmi" diyenler de var, "Hadi lan artık siz de, abartmayın" diyen de. Kendisi, ilk kez Civil War filminde gördüğümüz Black Panther'in ilk solo filmi oluyor. Creed filmini yöneten Ryan Coogler yönetmenliği üstleniyor. Heh, bir de sonda iki tane sürpriz video var. Bitti.
SONUÇ - Hangi filme güzelim, hangi birine?
Bu hafta seçenek çok. Yerli dizi kalitesinde dram filmi için Hadi Be Oğlum, kaliteli yerli komedi/dram filmi için de Sofra Sırları Made in Turkey seçeneklerimiz oluyor. Oscar filmlerinden de Suyun Sesi çok tat vermiyor ama tipini bir türlü içine sindiremediği sevgilisi olan çiftler için terapi niyetine gidilebilir. İyi süper kahraman filmi arayıcıları Black Panther'e yönelebilir ve "Onu bunu bırak bana en iyi parçanı göster" diyenleri de Ben,Tonya filmine yönlendirebilirim.
Evet boşta kimse kalmadı sanırım. Herkesin işini hallettiğime göre bu haftaki memuriyetim de biter, haftaya görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Oscarlıklardan devam)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et