Türk İşi Dondurma (Ayla ve Müslüm'ün dondurmacısından...), İstila Altında (Kapüşonlu asi, uzaylılara karşı...)
Bu hafta yine Mustafa Uslu filmi var. Müslüm, Çiçero ve şimdi de Türk İşi Dondurma derken son 6 aydır sürekli kendisini konuşuyoruz, Mustafa Uslu'yla doldu içimiz dışımız... Sanatçılar, ajanlar, dondurmacılar hakkında öğrendiği wiki bilgilerle film yapan M. Uslu’nun yeni filmini hemen aşağıda konuşacağız. M.Uslu’nun ilgi alanı dışında kalan filmlerden de bahsedeceğiz ayrıca: Üniversite çağında bir keşi anlatan 'Güzel Oğlum', korku klişelerinin BÖÖ diye bağırdığı 'Kadavra' ve faşik uzaylıların siyahi vatandaşları ezmeye çalıştığı 'İstila Altında'.
O zaman Mustafa Uslu’nun filminin özeti şeklinde olan (Dikkat: SPOILER) Sunay Akın’ın bir videosunu izleyelim, yeterince gaza gelip kafayı bulursak yazımıza geçelim.
Hikaye doğru olmasa bile Mustafa Uslu filmlerinden daha iyi videolar yaptığı kesin...
Türk İşi Dondurma - Bak yine tarihin seyrini değiştirmişiz, helal lan bize!
Geçen film Çiçero’da o kadar geyiği yapıldı ki adam artık 'Ayla ve Müslüm’ün Yapımcısından' imzasını kullanamaz oldu, onun yerine "Dijital Yapım Evi Mustafa Uslu Sunar" diye bir imza kullanıp bu sefer de kendisini bir yapım evi olarak sundu! Sunsun. Filmin tanıtımlarında 'sadece sinemalarda' yazısı da dikkat çekti. Bu da galiba, mısır krizi zamanında önce trip yapıp sonra koştur koştur Cinemaximum ile anlaşan Mustafa Uslu’nun, Organize İşler 2 filmini daha vizyondayken koştur koştur Netflix’e veren Yılmaz Erdoğan’a göndermesi oldu. Olsun...
Filmimizin başrollerinde Erkan Kolçak Köstendil, Ali Atay ve Şebnem Bozoklu yer alıyor. Senaryoyu, Çiçero filmindeki gibi, soyismine market zinciri açılası Gürkan Tanyaş diye biri kaleme alıyor. Filmin kurgusunu ise Mustafa Uslu'nu başından beri çalıştığı, büyük kurgucu Mustafa Presheva yapıyor.
Vay anam vay neler dönmüş Serhat ya?
I. Dünya Savaşı sırasında Avustralya’dayız. Avustralya gençleri İngilizler tarafından zorla askere alınırken duruma karşı çıkan iki Türk’e odaklanıyor ve yine tarihsel bir gerçekliğe dayandığını iddia eden bir M.Uslu filmi tarafından istismar ediliyoruz. Oysa başka tarihsel kaynaklar, filmde anlatılan kişilerin Türk değil Afgan olduğunu, bu Afganların ise birtakım nedenlerle gaza gelerek bir yolcu trenine saldırıp sivilleri öldürdüğünü, yani olayın düpedüz bir 'terör eylemi' olduğunu, hatta kıtadaki ilk terörist eylem olduğunu söylüyor.
Basit bir akıl yürütmeyle: Eğer Türklerin filmdeki gibi kahraman olduğu doğruysa Batı ve Çok Doğu (Avustralya) bizi çekemiyor, yok oradakilerin Afgan saldırganlar olduğu doğruysa da demek ki havuz medyası zaman ve mekan dinlemiyor.
- "İllet ittifakı iş başında" yazıyor yine...
2 saat çok uzun metraj değil mi?
İki saatlik bu filmi bana tek sözcükle betimle deseler ‘esnetilmiş’ derim. Bu yetmez deseler, birkaç sözcük daha isteseler, karşıma Ali İhsan Varol'u çıkarsalar da çok basit kelimeleri çok garip tanımlarla sorsalar 'uzatılmış’ derim ‘sarkıtılmış’ derim. Mustafa Uslu’nun filmin öyküsüne-kurgusuna karıştığına emin olduğumuz her yapımda olduğu gibi, aynı formül işlemiş: Tarihsel bir olay çarpıtılarak süslenmiş, Ali Atay hafif davar ve çabuk gaza gelen birini oynamış, birtakım sıradan insanlar kendi aralarında şakalaşırken hemen ardından duygusal ağdalı sahneler gelmiş, bir de mutlu sona bağlanmayacak gibi duran bir aşk öyküsü eklenmiş.
Yani, kafası karışık bir ekipten 'sündürülmüş' bir film izliyoruz. Aynı zamanda sanki filme değil de Fahir Atakoğlu ustanın konserine gelmişiz gibi hiç susmayan müzikleri dinliyoruz. Bazen de bir şehrin kurtuluş kutlamasına denk gelmişiz gibi dandirik dövüş-vuruş sahnelerine denk geliyoruz.
İngilizce 'more men' gibi yazılardan da gaza gelme özelliğine sahip Ali Atay karakteri...
Belki de biz konsere gelmek istedik?
Kostüm ve dekorlar başarılı, ortam eğreti durmuyor. Çiçero filminde de görüntü yönetmeni olan Peter Steuger, bu filmin sinematografisini de temiz halletmiş. Hatta biraz fazla pürüzsüz halletmiş gibi duruyor, bu linç-terör ortamı daha kirli görüntüleri kaldırabilirdi. Birtakım başarılı oyuncular ise elinden geleni yapmış. Bununla beraber, çoğu M.Uslu filmi gibi sahneler bütünlükten uzak, oyuncular karaktere inanmamış ve kadın karakterler gözyaşı akıtmakla görevlendirilmiş. Kurgu bu sefer Müslüm’deki kadar karmaşık olmamış ama Çiçero’daki gibi renkli bir ortam ya da güzel bir aksiyon sahnesi konmamış. Ya da Ayla’daki gibi çalışılmış mizansenlere rastlamıyoruz.
Velhasıl ezberden gidilmiş işte. Avustralya denince akla gelen kanguru, Aborjin yerlisi, kumlu kasaba öğeleri de bi güzel serpiştirilmiş.
Mustafa Uslu, ekosisteme çabuk uyum sağlamış...
Reklam süreleri niye kısaltılmadı ya...
Özenli bir yapım olsa da yaratıcı olması için uğraşılmamış filmin. Yapımcı girmiş kurgu odasına "Seyirci bunu seviyor, şunu seviyor, ona bayılıyor buna mest oluyor" diye işaret parmağıyla ekranı göstererek kurgu yaptırmış gibi. Filmin her anının bir reklamcı kafasından (hatta yönetmenle beraber iki reklamcı kafasından) çıktığı çok belli. Seyircinin milliyetçi damarına dokunmak, zorlama aile ortamı ve aşk sunarak izleyeni sıcak duyguya boğmak, şakalaşan karakterlerle bizi güldürmek derdindeler. Ama komik değiller. En fazla Netflix'in, yemek sepeti'nin filan sosyal medya yanıtları kadar komikler.
Bu reklamcı kafası tehlikeli... Çiçero'nun galasında, kırmızı halıda toplama kampı konsepti yapmışlardı mesela, çok 'görmemiş' bir hareketti. Hayır, beni davet etmediler ona. Ama bize bu basın gösteriminden sonra USB dağıttılar. Hayır, USB'yi dondurma şeklinde yapmamışlar. Evde oynayalım ve filme iyi not verelim istemiş amcalar.
Çocuğa hakim olamamışlar. Mustafa Uslu yine setteki oyuncaklarını galaya getirmiş...
Puan: 50 (Biraz daha haber ve reklam izlemeyi azaltıp film izleseler daha iyi olacak.)
Güzel Oğlum – 30-40 kamu spotunu uç uça mı eklemişler?
Sürekli uyuşturucu, kadın, alkol filmleri çeken Felix van Groeningen’in yönettiği filmde başrolleri Timothée Chalamet ve Steve Carell paylaşıyor. Klasik bir Amerikan bağımsızı olarak görebileceğimiz filmin süresi uzun gibi; 112 dakika. Otobiyografik iki kitaptan uyarlanan uyuşturucu üzerine öyküsü ise ABD için gayet önemli; her gün 100 kişinin doz aşımından öldüğü bir ülke çünkü burası. Brad Pitt de yapımcı bu arada. Belli ki o kadar çocuk sahibi olunca, çoluk çocuk izlesin ve milletin bebesi uyuşturucu peşinde rezil olmasın istemiş. Baba yüreği...
Serbest makale yazarı David Sheff (Steve Carell) ve onun oğlu Nic Sheff (Timothée Chalamet) arasında cereyan eden gerçek olaylardan uyarlanıyor filmin öyküsü. Öykümüz oldukça kısa ve net: Nic daha lise çağındayken bir şekilde uyuşturuculara alışıyor ve babası da -yazık- bununla uğraşıyor. Keş çocuğun üniversite çağına gelmesi, David’in boşandığı eşi, anası Vicki'nin de çocukla uğraşması, David’in yeni evlendiği eşi Karen'ın da bununla uğraşması, ama yani aaa, herkesin bununla uğraşması, bi geberip gidemedi şu çocuk diye kızmam, niye kızdım ki bu kadar diye düşünüp kendime kızmam, tövbe tövbe olması…
- Günde bir kg metamfetamin içiyor da nasıl ölmüyor la bu puştun oğlu..
Sigara mı içiyor bu, hani kafa?
Öykü heyecanlı ve anlamlı olmaya uğraşmıyor. Olabilir. Az anlamlı ve az heyecanlı tercih ediyor olabilirler. Geçenlerde izlediğim Amerikan bağımsızı Yangın Yeri filminde de öyleydi. Ama yönetmenlik baskın olmayınca, senaryo vurucu olmayınca, çok ayrıntı da göremeyince tatminsiz kalıyor insan. Filmi bu şekilde bir tatminsizlikle izledim. Bi kere Requem for a Dream filmi olsun, Trainspotting serisi olsun, bunlar ağır melankolik bir üslupla ya da absürt ve enerjik bir şekilde uyuşturucu kafasını ve uyuşturucu sonrasındaki boşluk kafasını yaşatan yapımlardı.
Bu filmde ise bu kafayı hissetmek mümkün değil ve o kafaya dair bir şey görmeyince dikkat başka yere kayıyor. Ben mesela "O değil de millet ne kadar güzel evlerde yaşıyor ya, vay arkadaş, o evde yaşasam ben sigara bile içmem" diye düşünüp durdum film boyunca...
- Baban geliyor lan, kaldır o sigarayı...
Puan: "Bazen de konu önemlidir" anlamında bir 60
İstila Altında (Captive State) - Uzaylılar nerden biliyo zencileri?
En çok da Maymunlar Cehennemi'nin ilk filmiyle bildiğimiz Rupert Wyatt yönetiyor. Başrolde de en çok John Goodman oynuyor. Biraz fazla oynuyor, sanki hep o oynuyor... Bir de deneyimli oyunculardan Vera Farmiga biraz görünüyor. Bunun yanında senaryonun asıl merkezini oluşturan Ashton Sanders, Jonathan Majors gibi siyahi oyuncular da paylarına düşen kadar oynuyor.
Film başka gezegenden gelen böceksi güçler tarafından Dünya'nın işgal edilişinin 10 yıl sonrasında geçiyor. Gezegenlerini geri almak için birtakım gözü kara, yiğidim aslanım insanlar mücadele veriyor. Bu arada sadece bu asiler değil, işbirlikçiler de bulunuyor elbette ve Chicago sanki 15 gün sonra yerel seçim varmışçasına, bu insanlar arasındaki kutuplaşmaya sahne oluyor. Bundan sonrası da, bol karanlık ve gerilim dolu bir atmosferle devam ediyor.
Türler arasında dolaşıyor film. Uzaylıları tutan godaman işbirlikçilere ve uzaylılara karşı koyan siyahilerin direnişini gösteren bir 'politik gerilim' gibi. Uzaylı gösterdiği için de 'bilimkurgu' gibi. Ama filmde hiç molekül, kuark, kara delik kavramları geçmediği için 'bilim'i çok konmamış gibi. Ve de bir top polisiye gibi ve biraz da fantastik ve kakaolu-Antep fıstıklı gibi… Sos istemez, teşekkürler...
- Asiyiz diye yine giydirdiler kapüşonluyu mk klişeleri...
İçimizdeki uzaylılar...
Film özellikle polisiye çözüm noktalarında kafa karıştırıyor. Yine de senaryonun beslediği politik gerilimde ve aşırı çirkin uzaylıların beslediği "Ananıskim uzaylı!" geriliminde başarı sergiliyor. Ses miksajları güzel olmuş ve ses efektleriyle DANDAN müziklerin karışımı gerilim duygusu oluşturuyor. Fakat bir yandan da "Bu uzaylılar neden var?" dedirtiyor. Ne bileyim, bence gezegenin üstünde sadece kocaman bir kaya olsaymış da metaforik olarak anlardık biz, hee, tepemizde bir otorite derdik, sömürü derdik... Ya da ne bileyim, hazır yerel seçim atmosferini yaşıyorken başımızdaki dev bir seçim flaması da olsa anlarmıştık biz!
Bir de oyunculuk konusunda John Goodman’e fazla yaslanılmış gibi, adam iyi oynasa da bu kadar merkezde olması rahatsız ediyor. Ayrıca oyuncular direnişin ve korkunun ruhunu tam yansıtamıyor, yer yer ruhsuzlaşabiliyor film. Eve gelirken bir çiçek bile almayan adamın karakterine bürünebiliyor film (kötü benzetme).
Geminin alt tarafını Atatürk'ün siluetine benzetenler çıkmasın nolur, yeter artık...
Puan: 65 (Bu arada benim 65 puanım, ortalamının üstünde demek, haberiniz olsun, şey olmasın)
Kadavra (The Possession of Hannah Grace) - İçine şeytan kaçmış ölüleri almayın artık morglara ama ya...
You dizisinin belki de en güzel kadını olan Shay Mitchell’i bu sefer naif bir rolde gördüğümüz Kadavra'yı Diederik Van Rooijen yönetiyor. Yıl olmuş 2019, hâlâ şeytanla korkutmaya çalışan filmler yönetiliyor. Bu Kadavra'nın aslında daha uzun bir ismi var ama bizim dağıtımcılar kendisine bu ismi layık görmüş. Seyirci tek kelimelik isimlerden daha çok korkuyor galiba... Ayrıca hiçbir şekilde işe yaramayan bir bilgi olarak filmin Brezilya'da da Cadáver ismiyle vizyona girdiğini belirteyim.
Ceset, şeytan ve 'birden açılan gözkapağı' barındıran film, geçen yıllarda vizyona giren olan Otopsi (The Autopsy of Jane Doe) filmiyle benzerlikler taşıyor. Sadece bu sefer cesedimiz neşterle, makasla filan deşilmiyor, hazır deşilmiş bir şekilde morga geliyor. Hatta gayet de boğazı kesilmiş, elleri kolları yanmış bir şekilde geliyor. Evet basın gösteriminde, saat 10'da izledim filmi ve güzel bir güne böyle bir cesetle başladım. Ama sorun o değildi, sorun, bu filmde tüm klişelerin üst üste gelmesiydi.
Biraz kendine baksa güzel kadın aslında...
Filmde izleyiciyi yerinden zıplatmayı amaçlayan jumpscare'lere fazlaca başvurulmuş. (Jumpscare'i Türkçe zıp-tırs diye çeviriyorum ben.) Zıp-tırslar da klişe kullanılmış. Yani kadının karşısına birden çıkınca hepimizin çok korktuğu ama aslında salak bir arkadaşın şakası olan jumpscare denemesi bile klişe. Bu ilk ısınmalardan sonra ise karşımıza her yerde ceset çıkıyor da yüreğimizi ağzımıza getiriyor. Kah bir örümcek gibi duvarda, kah bir şeytan gibi ocak başında duruyor bu ceset. Sonra da klişeler devam ediyor; "İnanmıyorsunuz ama orada bir canavar var" yakınmaları, salak olanın salaklık yaparken öldürülmesi, travmatik anıların canlanması falan filan...
Izgara uğraştırdı ya... Tavada kızartsam da olurmuş...
Puan: 35
Diğer:
Marid: Yerli korku... Orta sınıf kişilerin Ege'de bir sahil köyü olmayan uzak köylere gitme korkusu üzerine galiba... Fragmanda birtakım gizemli şeyler fısıldaşılıyor, yıldırım çarpışılıyor, dağ evileşiliyor.
Sokağın Çocukları: Haftanın aile filmi. Sokak hayvanlarını ele alıyor, zaten filmin gelirini de onlara bağışlayacaklarmış. Ay ölürüüümm... 'Sokak hayvanı' deyince bu şekilde birçok insanı tavlayabilirler bence. Yalnız, oyunculuklar oldukça kötü gibi. Hayvanlar ise doğal oynamışlar gibi...
Güven: Bülent Çolak'ın eşi Sefa Çolak çekiyor ve Geniş Aile'nin Ulvi'si olarak bildiğimiz Bülent Çolak'ı biraz karanlık bir rolde görüyoruz. Hmmm... Serkan Keskin de Leyla ile Mecnun'un İsmail Abi'sindeki naifliği unutturmak için bağırıp küfür eden bir rolde yine... Zaten biz de İsmail Abi'yi çoktan unuttuk ya.
Kıyamet: Neredeyse konuşma olmayan, direkt konuya giren ve konudan uzaklaşmayan fragmanı hoşuma gitti. Bilimkurgu, aşk ve aksiyon türlerinde olması kafamı karıştırdı, İsveç yapımı olması ise bir İsveç hayranı olan kalbimi güm güm artırdı. Valla bu film haftanın sürprizi bile olabilir, bi bakmak lazım...
Mucizeler Parkı: Bilindik öykü: Çocuk parkının başına bir tehlike gelir, çocuklar da tehlikeye karşı savaşır. Filmin yapım notları ise ilginç: Filmde 8 yaşındaki matemarik dehasının yarattığı bir eğlence parkını inşa etmek için sanat departmanından yüzlerce kişi çalışmış.Yapım notları bitti... Yalnız baya renkli bir filme benziyor, çocuğum olsa götürürdüm. Evet, animasyon filmi sadece çocuklar seyreder. Evet, davarım ben.
SONUÇ - En çok hangi izlemediklerini sevdin?
Evet bu hafta hiç izlemediğim iki filmi önereceğim size. Biri, yapımına çok emek verildiğine ikna olduğum bir animasyon Mucizeler Parkı, bir diğeri de İsveç yapımı olması, fragmanının iyi olması ve iyi yorumlara rastlamamdan dolayı baya iyi gibi duran Kıyamet (Den blomstertid nu kommer). Bunun yanında yazdığım filmlerden, İstila Altında ve Güzel Oğlum izlenesi ve bazı sahnelerde etkilenilesi yapımlar. Yok ama siz ille de yerli ille de Mustafa Uslu derseniz Türk İşi Dondurma için de bakılası, Erkan Kolçak'ın devesine filan odaklanırsanız izlenebilesi bir film derim. Amma da Mustafa Uslu severmişiniz siz de haa derim...
Hepinizi film izleyen yerlerinizden öperim.
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Eveet, haftaya ne yazacağım hakkında hiçbir fikrim yok)-
(murat dural Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et