Vizyonda Bu Hafta: Kültürler Çatışıyor, Adamlar Karışıyor, Cinsiyetler Değişiyor...
Altın Koza, ödül gecesi tartışmalarıyla (“Derviş Zaim’e ayıp olmadı dimi?”, “Jüri mi seyirciye inmeli, seyirci mi jüriye çıkmalı?”, “Esas Adana kebabını nerede yiycen?” bla bla bla) geçtiğimiz hafta sona erdi. Film Ekimi ise Kim-Ki-Duk’u, “Dardanne Kardeşler”i, Godard’ı ve karaborsa biletleriyle biz festival takipçilerini beklemekte. Bunca festival arasında vizyon filmlerini yorumlamak insana ekmek parası için Ankaralı Turgut’un arkasında keman çalan İzmir Senfoni orkestrası mensubu gibi hissettiriyor ama napacan, hayat be…
Aşk Tarifi (Hundred-Foots Journey) – Sana kek yaptım!
Eternal Sunshine of the Spotless Mind’ı “Sil Baştan”, Leon’u “Sevginin Gücü” diye çeviren ibişler gururla sunar! Eleman, “Hundred-Foots Journey” koymuş ismini, Türkçesi ile “Yüz Adımlık Seyahat”, yani demiş ki “Aramızda 100 adım olsa da dünyalarımız birbirinden farklı”. Sen tut bunu “Aşk Tarifi” diye çevir... “Sktret şimdi 100 adımı falan, aşklı maşklı bi şeyler yaz oraya, karı kız seviyor böyle şeyleri”… Sen de haklısın anasını satiym…
Neyse, film Hindistan’daki siyasi olaylardan kaçarak Fransa’ya yerleşen (Hep bu mülteciler mahvetti ülkeyi!) Hintli aile ile önyargılı ve botokslu Madam Mollory arasındaki kültür çatışmasından yürüyor. Madam, karşıdaki lüks restoranın sahibesidir ve az öteye (bilin bakalım kaç foot?) Hint lokantası kuran göçmen aileye bir Fransız cumhuriyet kadını olarak burun kıvırmaktadır. Ama Madam’ın kendi mekanının prestijini artırmak için aradığı şey ailenin dalyan gibi genci Hassan’dadır; Hassan yemek konusunda doğuştan üstün yeteneklidir (Naabeer!)
Filmde Hintli karakterler olunca seyirci ister istemez, 200 kişi yemek masasının üzerinde türlü türlü kareografiler yapsın, güleç yüzlü aşıklar mutfaktaki sütunların bir sağından bir solundan kafalarını uzatsın, yaşama sevinci dolu dansçılar mutfağı sirke çevirsin, şarkı söylemekten film 2 buçuk saat daha uzasın diye bekliyor ama değil. Mekanımız ismi “Saint” ile başlayan şirin bir Fransız kasabası, yönetmenimiz İsveç asıllı Lasse Hallström, öyle doğulu doğulu davranmaya prim yok. Peki farklı kültürlerin kaynaşması olur da aşk olmaz mı? Bizim Hassan, Charlote Le Bon’un canlandırdığı şef yardımcısı “afet”e abayı yakıyor, konsepte de uygun olarak işi pişiriyor, mercimeği fırına veriyorlar.
Olumsuz not: Yönetmen her şeyi bırakıp kendini önyargı çözmeye verdiğinden bir yemek filminden beklediğimiz estetik doğramalı-estetik rendelemeli, sanatsal soslu yemek sahnelerini eksik bırakmış.
Filmin puanı: Biraz daha pişse iyi olurmuş. Kekik mi bu?
Ben O Değilim – Hangimiz O’yuz ki?
Bir hastane kantininde çalışan 40 yaşlarındaki tek tabanca Nihat’a işyerinden arkadaşı Ayşe bildiğin yürümektedir. Bir akşam davete icabet ederek Ayşe’ye yemeğe giden Nihat, kadının düğün fotoğrafını görünce ilginin sebebini anlar: Ayşe'nin hapisteki kocası Necip’e ne kerametse ikiz gibi benzemektedir. Bundan sonra Nihat’ın fırsatçılığını konuşturarak Necip’e benzemeye çalışmasını ve adım adım Necip’e dönüşmesini izleriz. Velhasıl, Tayfun Pirselimoğlu sağlam senaryo yazmış...
Ercan Kesal, o kuul haliyle, hem Nihat’ı hem Necip’i canlandırıyor. Bu karizma ve görev bilinciyle bıraksan Ayşe’yi de oynar, 4-5 kişiyi daha canlandırır, ona da şüphe yok. Normal hayatta da (film olmayan hayat) özel hastane işletmecisi olan Kesal, bu rollerden ilham almış mıdır bilinmez (bkz. “Aslında bizim hastanede de temizlik ve yemeği aynı elemana yaptırsak”) ama adamları birbirine karıştırmadan süper oyunculuk çıkardığı da su götürmez.
Spoiler: Filmin sonunu yönetmen bize bırakıyor.
Puan: Filmin puanını okuyucuya bıraktık
Tersine – 'Ana'ya 'Baba' deme komikliği
Filmimizin sinopsisi iki cümleye sığabiliyor: Erkek ve kadının toplumsal rolleri tersine dönerse ne olur? Cevap: Erkek için iyi olmaz... Yönetmen abimiz Faik Ahmet Akıncı sadece bir fragmanla verebileceği mesajı tutmuş film yapmış. Hani sadece fragmanını çekseydi kimse demezdi ki “Abi fragman tamam da filmi nerde bunun?”. Yine de haksızlık olmasın, en azından istihdam kapısı olmuş, bir sürü ünsüz oyuncu yol-yemek dahil olmak üzere yevmiye almış, 1-2 ay eve ekmek götürmüştür.
93 yapımı Tersine Dünya filminde de denenmişti aynı hikaye. O zamanlar Olgun Şimşek’in bıyıkları yeni terlemiş, sakalı çıksın diye yanaklarına jilet vuruyor. O dönem de sinemamızda bir Reha Erdem, bir Nuri Bilge Ceylan olmadığı için biraz farklı hikaye koysan millet "Sinemamızda çığır açıldı galiba", "Türk Sineması'na yeni bir soluk geldi sanki" diyor. Ama aradan geçti 21 sene, o filmin başrolü Demet Akbağ'ın yüzü botoks bağladı, daha orijinal hikayeler, daha derin karakterler istiyor artık seyirci de.
Tamam iyi güzel, ironi yaparak empati yaptırma amacındasın yine ama bu öküz erkekler ironiden mi anlar empatiden mi canım abim?!. Bilmişlik gibi olmasın ama, kadın karakterlerin okul müsameresinde kasket takıp erkek taklidi yapan kızlar gibi, erkek karakterlerin soyu tükenme tehlikesinde olan ve şefkat bekleyen tüylü canlılar gibi olmuş... Sen de gel bizim izlediğimiz yerden bak bi filme , açık açık söyle...
Velhasıl filmin hedef kitlesi olan erkeklerin mesaja dair bir fikri olmadan “Karı dediğin de sert olacak biraz, yeri gelecek bak böyle erkeğine karşı gelecek maşallah” diye düşünmesi daha muhtemel gibi...
Puanı: Hadi pozitif ayrımcılık olsun, 4.5'ten 5
Lucy'e açık mektup: Sevgili beyninin tamamını kullanan arkadaşım Lucy… Şimdi kızıp da beyin gücünle şekilden şekile sokma bizi, iki medeni insan gibi konuşalım... 7 haftadır gösterimde olduğunun farkında mısın sen? Sıra oldu bak millet vizyona giremedi senin yüzünden, çıkmak bilmedin çünkü salondan... Ayıp olsun diye söylemedik tamam da , sen de bi düşün artık ya bunları...
-BİTTİ-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et