Vizyonda Bu Hafta: İftarlık Gazoz (Cem Yılmaz'dan Ege şivesi, gazozdan toplum eleştirisi)
Bu hafta politik dönem filmine doyuyoruz değerli Zaytung Sinema okurları. Din ve devlet işlerini ayırt etmeden kendimizi de toplumu da şöyle bi' sorgulayıp arınıyoruz inşallah. İftarlık Gazoz, 1970-80 arasının mis gibi Ege havasını ve politik atmosferini solumamızı sağlıyor. Sonra 2000'ler ABD'sine ve 50-60'lar Almanya'sına gidip bazı işleri halletmemiz gerekiyor. Gazeteci ve savcıların peşine takılarak tacizci rahiplere ve Nazi suçlularına hadlerini bildiriyoruz. Huhh!.. İyi yorulduk ama değdi be...
İftarlık Gazoz - Cem Yılmaz'dan Ege şivesi, gazozdan toplum eleştirisi
Dondurmam Gaymak ve Entelköy Efeköye Karşı filmleriyle, küçük ve yerel satıcıların şirketlerle kapışmasını, Ege köylüsü şivesiyle şehirli aydın triplerinin çatışmalarını anlatmıştı bize. Kim? Kıvırcık yönetmen saçları ve şekilli yönetmen sakalıyla Yüksel Aksu... 5 senede bir çektiği filmlerle bizi sık sık doğup büyüdüğü Muğla şivelerine götüren bu güzel adam, çocuklu ve Cem Yılmazlı yeni bir film armağan etmiş bize. Şöyle fragmanı:
Neler oluyor?
1974'ün Muğla Ula'sında yerli gazoz satan Cibar Kemal Usta (Cem Yılmaz), genç yıldız Berat Efe Parlak'ın oynadığı çakır gözlü Adem çocuğu yanına çırak alıyor. Sonra Ramazan başlıyor. Yaz günü, çocukluk aşkı ve Ege köylüsü filme zaten sıcak bir hava vermişken bir de eski Ramazan samimiyeti eklenince kış günü iyicene terliyoruz. Ramazanla beraber köylünün en sıradan, en gündelik hâliyle dinlerini yaşamasını da görüyoruz. Mesela Dünya Kupası finali olduğu için teravih erteletmek istiyor köyün önde gelen herifleri. Ramazan gelmeden de sahil kenarında rakıları bi' güzel götürmemişler miydi bunlar?..
Hangi kuruma-federasyona başvurmamız gerek bilmiyorum ama, 'Din bir şekilde kaçınılmazsa bari nasıl yaşanmalı' konulu bir çalışma için şu köye bir gözlemci gönderilmesi ve gerekli düzenlemelerin yapılmasını arz ederiz...
Cuma namazlarını da şu şekilde halletsek mesela...
Köy sakinleri tütün tarlalarında çalışmak zorunda olsalar da oruçlarını sektirmemeye çalışıyor. Adem de etraftakilere özenip oruç tutmaya başlıyor. E çocuğum, senin yaşın kaç? Gerçi sen de haklısın...
Nasıl haklı?
Çocukta düzgün düşünecek psikoloji bırakmamışlar ki. Anası-babası okuyup büyük adam olmasını ister, diğer taraftan ustası gazozcu olsun der, kuran kursundaki hoca 61 günlük kefaret orucuyla kafa karıştırır (Bu arada filmi izlediğim salonda 'Hayır arkadaşım dinimizde bu yok' diye perdedeki hocayla tartışan amcaya da buradan selamlar)... E bir de kendi babasının amelelerini örgütlemeye çalışan devrimci Hasan abi emek sürecinden falan bahseder (buradan toplumsal eleştiriye yürürüz biz)... E çocuk beyni bu kadar yüklemeye nasıl dayansın? Neyse ki taze kalbini bir kıza kaptırmış, yoksa çekilir dert değil şu köy ortamı...
2026'da sizi Kardeşim Benim 5'te oynatmak isteyen yabancılar olursa kabul etmeyin e mi çocuklar...
Filmin eğlenceli yerleri?
Cem Yılmaz oynuyor ya, her sahnesinde türlü Ariflikler, çeşitli Komutan Logarlıklar yaparak güldürmesini bekleyeceğiz. Aman argidiş sen de, her rolü de öyle olmayıversin gare!.. Ama yine de bazı eğlenceli yerleri hatırlatmakta fayda var. Ramazan ayında köyde gazoz satılamadığı için plaja gittikleri sahneler ve oradaki karpuzlu teyze bayâ bayâ komik. Sadece gülmek için gelenler karpuzlu teyzeden sonra çıkabilir. Onun dışında, mahallenin cadı kadınının terlik fırlattığı sahne var. Bence yeter...
-Usta, insanlar sperm bankası esprisi istiyor bak... Gözünü seveyim n'olur anlatıversen?
Biz sinematografi ve dram da isteriz!
Yönetmen ve ekibinin maşallahı var, güzel kadrajlar, yakışıklı ses tasarımları oluşturmuşlar. Özellikle sahurdan sonra, kandilleriyle aydınlattıkları tütün tarlasında çalışan köylülerin sahnesine bayıldım. Bayılabilirseniz siz de bayılın. Dramına bakacak olursak da bazı bol müzikli sahnelerin zorlama olduğu doğrudur. Zaten sıcaklığı goynümüzü (gönlümüz) alevlendiren filmi gözümüz dolu izlemişken türlü telli çalgıların tintiri vıyvıy diye ağlatma çabasına gerek yokmuş. Aman neyse, iki müzik fazla koydu diye burun kıvırmayalım.
Gözümüzün önünde çöktün be komik adam...
Yâni'si: Ben beğendim. Beğendiği filmi Adile Naşit'e anlatırken ağlayan Ayşen Grudalı Yeşilçam sahnesi gibi beğendim hem de... Hem politik olmaya çalışıp hem de anlatacağı şeyin önüne 70 tane zorlu metafor yığan çoğu film gibi bunaltmıyor. Net... Net insanı severim...
Puan: 70'ler
Spotlight - 'Asıl günah çıkaracak olanlar kendini biliyor'
Daha iki hafta önce vizyona giren El Club'da izlemiştik bu tacizci kilise rahiplerini... Bu film de ABD'de Boston Globe gazetesi için çalışan ve kendilerine Spotlight ismi veren bir grup gazetecinin, üzerine gitmesi büzük isteyen süreç sırasında yaşadıklarını anlatıyor.
'Benim Küçük Spot Işığım' şeklinde çevirmediklerine duacı olduğumuz filmin fragmanı:
Boston'da görev yapan tacizci rahiplerin kirli donlarını kafalarına geçirmek istiyor gazeteciler. 2 küsur saat, bu enerjik gazetecilerin oradan oraya koşturmalarını izliyoruz. Hem bu nalet tacizin mağdurlarına öykülerini anlattırmaya çalışıyor hem de kendilerine baskı yapan üstten birileriyle uğraşmak zorunda kalıyorlar. İyi de peşisıra gelen sımsıkı, taş gibi, dümdüz diyaloglar bunaltıyor, boğuyor...
Tamam bazı konuşmaları dinlerken seyirci "Ben şokk!! Ben tüyler diken diken!!" olabilir de, bir süreden sonra "Şunlar cezasını bulsa da İftarlık Gazoz'un seansına yetişsek" diye düşünüyoruz.
Hepsi 15 dakika konuşunca zaten bir buçuk saat doluyor...
Kötüler kötüsü Şans Ayağıma Geldi'nin de yönetmeni olan Tom McCarthy yönetmiş. Mark Ruffalo ise koştur koştur oyunculuğuyla döktürüyor. Ama bi' dakka ya.. Orada öyle koşturmak kolay tabii. Gel de buradaki naletlere karşı koşturmaya çalış bi de Spotlightçı Ruffalo! Gelin de burada, Spotlight Türkiye diye bir şube kurun (Acun yarışması gibi oldu ya böyle de)... Gazetenin 4. katında başladığınız haber yolculuğunu, 2. kattan asansörü çağırarak bitirmezler mi sanıyorsunuz bu ibişler? Tamam orada da çok uğraşmışsınız ama sonunda başladığınız işi bitirip Oscar adayı bir filme konu olabilmişsiniz belli ki...
Yeri gelmişken halen tutsak bulunan memleketimizin Spotlightçılarına da gönüllerimizin belgesel Oscar'ını takdim edelim...
Son söz: Neyse, bu vesileyle filmin birçok dalda Oscar adaylığı olduğunu da belirtelim ve tatlıya bağlayalım...
Puan: Rahip başı yarım puan
Yalan Labirenti - Geçmişe mazi, yakalanana Nazi...
Yine Avrupai bir dönem filmi ve yine Nazili. Diğer yandan; uzun mücadeleler sonucu elde edilen politik kazanım filmleri vardır ya, öyle... Bilirsin hani, hepsinin de sonunda şöyle yazılar akar: "Sonra yurtdışına kaçan kötü adam, boğazına kaçırdığı buzlu kahve pipeti çıkarılamadığı için 60 yaşında öldü. Başrol kahramanımız ise 50 sene boyunca hep dürüst biri olarak kaldı ve muhteşem biri olarak öldü. Herkes çok mutlu oldu"... Neyse, sonundan bize ne.
Şöyle bir fragman:
İsmi karışık bir İtalyan yönetmenin ilk filmiymiş. Aynı zamanda Almanya'nın "Nazili filmi gönderelim de gelsin Oscar" diye Yabancı Dilde En İyi Oscar adaylığına gönderdiği ama ilk 5'e sokamadığı bir yapımdır bu (Macar Nazilisi Son of Saul filmi var gerçi ilk 5'te. Yine Nazili filmi kaçırmadın hınzır akademi).
Fick dich... Smokini bile ayarlamıştık...
Ne diyorduk?
Polonya'da kurulmuş Auschwitz kampında çalışıp bol bol insanlık suçu işleyerek "Biz emir kuluyduk abey" diye durumu meşrulaştıran suçlulardan yakalanabilenlerin yargılanma sürecini izliyoruz. Kendisine hep trafik cezası davaları kaktırılan yukarıdaki temiz suratlı savcı bu işe kafayı takıyor ve sorgulama süreci başlıyor... Bir gazeteci arkadaş da yardım ediyor kendisine. Yalnız buradaki gazeteci Spotlightçılar gibi sıkıcı değil, sıkıldığı zaman arkadaşlarıyla partiler verip içmelere akıyor, etkinliklere (Şekil 3.1) falan gidiyorlar...
Şekil 3.1 Kavramsal sanat niyetine uzun uzun bakılan Singer dikiş makinesi
Neyse işte, izledikçe açılan senaryosu, katliamlarını bir görev gibi gerçekleştiren eski Nazi memurlarına yönelik insanlık sorgulatıcı diyalogları falan iyi... Sorgulama sahnelerindeki itiraflar neyin de hoş ama bir yerden sonra her şey karışıyor. Aslında bakıyoruz ki meğer, herkes Nazi suçlusuymuş sanki. Ulan konu bizim babamıza kadar gelir mi diye korkar oluyoruz. Tehlikeli. Konuyu babamızdan uzaklaştırarak, iyi filmdir iyi diyerek bitirelim...
-Tanımıyorum... Bıyıkları Şarlo gibi ama... Yok bilmiyom valla
Puan: Spotlight ve İftarlık Gazoz arası
Her Şey Aşktan - Dizi oyuncularından bokslu romantik komedi denemesi
Televizyon dizilerinden gelme Andaç Haznedaroğlu ablanın yönettiği filmin fragmanı biçimsel anlamda yaratıcı duruyor. Diye düşünüp büyüyü bozmamak için fragmanı izlemekle yetindim (Beyaz bile izlememiş hoş). Bana Masal Anlatma'nın beyazlı masal kızı Hande Doğandemir ile Sevimli Tehlikeli'nin Şükrü Özyıldız'ı -ve evet- Özcan Deniz'i göze çarpıyor. Fragmandan anlaşıldığı gibi, sevgilisi tarafından aldatılan kızımız çok yakışıklı müzisyen bir arkadaşından yardım istiyor ve yakışıklı-müzisyen olmasından dolayı da aşık oluyor galiba.
Kurguda değişik şeyler var gibi; boks maçı sahneleri, çıldırmalı müzikli yerler iyi gibi. Üstelik bu tip romantik komedilerde fragmanın yarısını oluşturan duygusal sahneler de sadece 20 saniye... N'apalım, bi' şans verelim mi?...
Puan: Bi' şans...
Fragman:
Zor Saatler (The Finest Hours) - Uzuuun oluur gemiilerin diiireeeeğiii...
Geçen yazılardan birinde, son haftalarda artarak vizyona girdiğini tespit ettiğimiz gemili-felaketli filmlerden birine benziyor bu da. 1952'de yaşanmış (yine merhaba dönem filmi!) gerçek bir öyküymüş de denizin ortasında ikiye ayrılan tanker gemisinden kurtarma teknesiyle kurtarılanları anlatıyormış.
Aksiyon seveni, IMAX salon bulup dev dalga keyfi çıkarabilir. IMAX'siz pek gideceğini sanmıyorum. Aksiyon sevmeyeni ise rakı eşliğinde, Cem Karaca'dan Deniz Üstü Köpürür, Yorgunum Kaptan şarkılarını ve Ali Kırca anlatımından Ah Bir Ataş Var türküsünü dinleyip Sarmaşık filminin internete-DVD'ye düşmesini bekleyebilir...
Ah çatal oooluuur, efeeeleeriiinn yüüüreeeğiiiii....
Puan: IMAX'e 40, filme 10, Ah Bir Ataş Ver'e 50
SONUÇ - Çabuk biten bir vizyonun ardından...
Dedemin Fişi'nden, Şevket Yerimdar'dan yeni çıktığımız şu günlerde, İftarlık Gazoz ilaç gibi geliyor, önerilir. Gazoz ve ilacı aynı cümle içinde kullandığıma bakmayın tabii, ailece gitmelik-sevmelik bir film... Oscarlık Spotlight, 150 sayfa diyalogdan hoşlananlar için ideal. Filmden feyz almak isteyen cesur gazeteci adayları not ve ibret almak için izleyebilir. Yalan Labirenti ise durduk yere "Biz de mi suçluyuz lan?" şeklinde sorgulatmaya dönük, güzel sorgulattırıyor. Güzel sorgulatmalı dönem filmi sevenler ve "Demirin tuncuna da insanın piçine de her türlü" diyen cesur ve güzel savcı adayları izleyebilir...
Haydi haftaya görüşmek üzere...
-BİTTİ (Haftaya Kötü Kedi Şerafettin animasyonu var. Özleyenlere, tanışmak isteyenlere)-
Zor Saatler'in de orijinal ismi The Finest Hours'tur...
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et