Vizyonda Bu Hafta: Stephen King'in Romanından Frekans, Afrika'nın Bağrından Tarzan...
Haftanın filmleri, çağımızın başlıca sorunları hakkında düşündürüyor. Acaba asıl sorun, Tarzan filmindeki gibi, pis sömürgecilerin Afrika'ya yönelik alçakça ve esnafça planları mı? Ya da Denizdeki Ateş belgeselinde gördüğümüz, herkesin birbirine itelemeye çalıştığı mülteciler mi? Veya Frekans'ta bahsedildiği gibi, cep telefonu radyasyonundan bir müddet uzak durmak mı en iyisi? Çok da düşünmeyin yalnız! Benim gibi dalıp da sinema bileti yerine bayramlık pantolonunuzun iade fişini göstermeyin görevliye.
Yeterince düşündüyseniz, masum ve uçkuruna düşkün yerli Tarzan'dan bir sahne koyup yazımıza geçelim:
Emrinde gorilleri yok ama maymun etti mafyayı bak...
Tarzan Efsanesi (The Legend of Tarzan) -
Ses veriyorum: 'Aaaaaağaaaaaağaaaaa'
Harry Potter serisinin son dört filmini çeken David Yates yönetti; uzunca suratı ve çok baklavalı karın kaslarıyla genç kadın çıldırtan Alexander Skarsgard, Tarzan'ı; bir gülüşüyle eleştirmen tavlayıp film övdürten Margot Robbie, Jane'i oynadı.
Filme yavaş yavaş ısındığını düşünüp fragmanı koyuyorum:
Nasıl peydah oluyor bu Tarzan?
Sık ormanlarda nâmı Tarzan olarak yürüyen Lord Greystoke, kafa kağıdındaki ismiyle John Clayton, eski günleri yâd etmek amacıyla Kongo'ya gider. Hükûmet yetkililerinin "Bi' baksana n'oluyor, hem gorillerinin yemini suyunu verirsin" ricalarını kıramayan Tarzan, eşi Jane'i de yanına alır ve Amerikan doktoru oynayan Samuel L Jackson da "Yolda biraz sempatiklik yaparım" diyerek peşlerine takılır. Meğerse, soğukkanlı yavşak rollerinin aranan ismi Christoph Waltz'un can verdiği Belçikalı kaptan oyun oynamış bunlara.
Bu ciğersizin amacı, Tarzan'ı Kongo'daki kanlılarına verip karşılığında maden maden elmas almakmış. Jane'i de kaçırıp Tarzan'ı peşinden sürüklüyor: Jane kurtulursa herkes kurtulmuş sayılıyor. Tarzan'ın nasıl Tarzan olduğu, goril anasının onu ne çilelerle büyüttüğü gibi mevzulara ise çok girilmiyor, yer yer flashbacklerle gösteriliyor. Yalnız o flashbackler güzel olmuş, tam yerine rast gelmiş, manzara koymuş.
-Tüp bebek tedavisi sonuç vermiş...
Kafamıza neler sokmak istiyorlar yine?..
Batı, beyaz insan ve doğaya uyumlu aristokrasi övgüsü olan Tarzan'ın bu uyarlamasında da İngiliz asilzâdesi Tarzan'dan "Allah ondan razı olsun, Allah ona da hayırlı evlat nasip etsin" dualarımızı esirgemeyeceğiz. Belçika Krallığının Kongoluları toplu köleleştirme şenliğine karşı soylu bir 'Aaaağaağa'sını duymamız, içimizi ferahlatacak. Bu aralar Hollywood'da âdet olduğu üzre, Amerikalı Samuel L.'nin dilinden de kısa bir Kızılderili katliamı özürü duyacağız, lafı geçmişken üzülüvereceğiz.
Bu arada, yerlilerin efendiliğine hayran kalacağız, kabile reisinin çatır çatır yabancı dil konuştuğunu görüp bizim Reisin pronanseyşınından utanacağız (hav ar yu?). Diğer yandan; Afrika'nın yerlisini, gorilini, timsahını da seveceğiz. Hatta Kongo'daki mekânların -hazır sezonuyken- kır düğününe oldukça müsait olduğunu görüp keşif yapabiliriz. Tarzanların çocuğunun doğada böcek yiyerek büyüyecek olması, ekolojik hayallerimizi süsleyebilir.
-Çocuğu bu tarafta doğurursam çifte vatandaşlığı olur... Da, bu Kongo vatandaşlığı ne işe yarar?
Epik doğa sahnelerinden haber vermek
Ne yalan söyleyeyim, goriller güzel yaratılmış, iyi canlandırılmış. Doğa efekti de izleyene huzur veriyor. Yalnız, bu doğallık etkisiyle stüdyo yapımı kahramanlık coşkusu uyumsuzluk yaratıyor. Gorillerin bakışlarından okunabilen "Tarzan'ın yanındayız. Çünkü biz ona yüksek vefa duygusuyla bağlı yiğitleriz" anlamı abartılı kaçıyor. Hollywood tarzı fabl hayvanları; kendileri konuşamasa da CGI'la coşturulan bakışlarıyla epik konuşma yapıyor.
+18: Yarı çıplak Tarzan, orman, Margot Robbie... diye sayıklayınca olası erotik yakınlaşmalar aklımıza boca oluyor ama iki küçük öpüşme dışında 'hot scene diyebileceğimiz bir durum' yaşanmıyor. Ünlü haykırışını da iki kere ancak duyabildiğimiz Tarzan, tüm testosteronunu karın kaslarını sıkarken harcamış diyorlar.
Dikkatli izleyici, şu "Yine görüşürüz kanki" hareketinden sevişmeye geçmenin zor olduğunu kavrayacaktır...
Son yorum: Güzel güzel, CGI'yı güzel. Bakma aslında, sonlara doğru işin Jane kurtarma kısmını aceleye getirmeseler (o da işin en mühim tarafı da, neyse, susalım) seyri güzel film...
Puan: Genç kadınlar için Alexander Skarsgard, erkekler için Margot Robbie vakti
Frekans (Cell) - Dikkat! Cep telefonları zombiliğe davetiye çıkarıyor!
Her yıl yenisi çıkan gerilim kitapları Best Seller'dan düşmeyen, düştüğünde ise kitapçıdaki çalışanın 3 kez öpüp alnına sürerek yerine koyduğu Stephen King'in aynı isimli romanından uyarlanmış. Paranormal Aktivite 2'yi yöneten Tod Williams da çekmiş. King aynı zamanda, belki kalemi uğurlu gelir de gişe olur düşüncesiyle senaryo ekibine alınmış. Başrollerde de kısık ses coolluğundaki John Cusack ve Samuel L Jackson (yine o sempatik) var.
Uzatmadan fragman:
Bi' cep telefonumuz var, ona mı laf ediyor?
Grafik roman yazan, Galip Tekin tarzı öyküler çizen Clay isimli karakter (John Cusack) kendisini gerçek bir zombi öyküsünün ortasında bulur. Havaalanındayken vuku bulan olayda, telefonla konuşanlar bir frekansın etkisi altına girererek kudurmaya başlar. Önce, Çarkıfelek stüdyosundaki seyirciler misali saykodelik bir ortam oluşur. Sonra sonra zombi sürüsüne dönüşen insanlar, birlikte hareket edip diğerlerini avlarlar ve gece şarjları bitmiş gibi kapanırlar. Sürü halinde verdikleri tepkiler, bu hastalığı bir açılış/miting konuşmasından kaptıklarını düşündürür.
İşte bu bir garip zombi macerasında Clay ismindeki adamımız eşi ve çocuğunu arayacak, macera sırasında tanıştığı Samuel L ile 17 yaşındaki bacaklık Alice ona yoldaşlık edecektir. Samuel L yine Tarzan'daki gibi, koşarken çabuk kesilecektir...Yaşlı başlı adamı her filmde koşturmak niyedir?...
Pokemon Go çılgınlığı, şehrin altını üstüne getirdi...
Dijital alışkanlıklarımıza mı giydiriyor? Yeri mi şimdi?
Cep telefonundan gelen lanetin insanları bilinçsizce, çılgıncasına hareket ettirmesi, "Hee, teknolojiye laf sokuyor" yorumlarına neden oluyor. Filmde geçen İnternet Şeytanı tabiri, "İnsanın evrimi buraya mı varacaktı ooy oyy!" yorumları, dijitalleşmeye karşı metafor tükürüyor. Yalnız kitap, 10 sene öncesinde çıktığı ve film kitabın dışına çıkmadığı için Instagram, Snapchat gibi uygulamalara laf sokamıyorlar. Güncel değil... Güncel olsa, tavşan filtresi* gelirdi filme, bak o daha korkunç olabilirdi.
* Stephen King yeni Best Seller'ı için şu filtrelere bi' göz gezdirsin...
Ne işimize yarar bu?
Filmin inandırıcılık, etkileyicilik paritesi, bir S. King uyarlamasına yakışmayacak şekilde, son 15-20 yılın en düşük seviyesinde seyrediyor. Cusack ve Samuel L arasında düzgün bir elektrik oluşamıyor, tam distopik bir hava yaratılamıyor. Filmde, elle tutulur birkaç sahne, insanların toplu halde delirdiği, transa geçtiği, telefon vericisi etrafında tavaf gerçekleştirdiği bölümler! Ama hepsini toplusan Koku'daki toplu sevişme sahnesi yapar mı, tartışılır.
Belki çocuğunuzu bilgisayar, tablet başından kaldırmak, radyasyondan korkutmak için izletebilirsiniz. Boston'dan doğru yürüyen öcü fikrini yerse artık o da...
"Oğlum kalk şunun başından biraz da insan içine çık" dendiğinde ben...
Puan: Cihaz-insan arasında oluşan ikili delilik...
Denizdeki Ateş (Fuocoammare) - Sabit insan rahatlığı ve mülteci dramı...
Son Berlin Film Festivali'nin Altın Ayı'sına layık görülen, İtalyan yönetmen Gianfranco Rosi'nin yönettiği ve İtalya'ya bağlı sessiz sakin Lampedusa adasına odaklandığı belgeselin, sessiz sakin fragmanı:
Onlar da mı istemiyor mültecileri?
Söz konusu ada, 20 kilometrekarelik bir alana sahip olan, 6 bin nüfuslu bir yerleşim... Ada, Tunus'a yakın olduğu için o taraftan kaçan mültecilerin ilk durak yeri... Tabii herkes ulaşamıyor, ülkelerinden kaçan garibanların 15 bini son 20 yılda hayatını kaybetmiş. Bir yandan; görevlilerin kurtarma, yardım çalışmaları, mülteci kamplarının koşulları gösterilirken diğer yandan; her şeyden habersiz adalarında yaşayan, evinde çarşafını düzeltip yemek pişiren teyzem ve torunu Samuele'yi* görüyoruz. 114 dakika boyunca rahatsız ediliyor ve belki de biraz empati kurma olanağı buluyoruz.
Umarım buluyoruzdur. Yoksa "Vidividi Şehrinde Suriyeli İstemiyoruz" eylemlerine mi gidiyoruz?
*Umarım mülteci vurmaya çalışmıyordur...
Puan: Bi' umut
Mike ve Dave: Ah Bir Sevgili Yapsak (Mike & Dave Need Wedding Dates) - Düğün sezonuna özel filmler gelmiştir!..
Filme ismini veren iki kardeş Mike (Adam Devine) ve Dave (Zac Efron), kız kardeşlerinin Hawaii'deki düğüne katılmak ister. Ama düğünde tatsızlık çıkarmaları ihtimaline karşı, kız kardeş onların bir düğün eşi bulmalarını ister. Onlar da deli mi deli Anna Kendrick ve Aubrey Plaza'yı bulurlar. İnternetten bulurlar... Yok, bilmiyorum hangi siteden olduğunu... Bu kadınlar ise bekledikleri gibi çıkmayacaktır tabii.
Dediklerine göre, filmin sonundaki iki dakikalık jenerik filmin kendisinden daha iyiymiş. Torrent'e düşünce haberiniz olsun. Şu iki dakikalık fragman ise çok eğlenceli değilmiş:
SONUÇ - Sinemaları bayram turistlerine bırakıp tatile mi gitsek?
Kısa süren bir vizyon seçkisinin uzun süren bir yazısına nokta koyarken çoluklu çocuklu eğlenmek isteyenlere Tarzan Efsanesi filmini önerebilirim. "Eğlence için lunaparka, aquaparka giderim, pokemon go oynar ceset bulurum akıllım" düşüncesinde olanlar için ise ciddi ve nitelikli bir belgesel Denizdeki Ateş önerilir... Frekans filminin de 45 saniyelik bir kamu spotu versiyonu çıkarsa, kaçırmayın derim...
Haydi görüşmek üzere, yine konuşuruz...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Michael Moore ağabey Avrupa turuna çıkaracak bizi)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et