Vizyonda Bu Hafta: Hayalet Avcıları (Siz de anca Pokemon avlayın)
İki haftadır boş geçtiğimiz Vizyonda Bu Hafta köşesinden herkese selam... Bu sürede, konu komşuya, mahalle esnafına haftanın filmlerini bir şekilde anlatmaya çalıştıysam da pek reaksiyon alamadım, zor bir süreçti. Neyse, merakla beklenen iki filmle kaldığımız yerden devam edelim: Biri, bu sefer kadınlardan oluşan ekibin şehri kötücül Casper'lardan arındıracağı Hayalet Avcıları; diğeri Matt Damon'ın yine tek tabancasıyla koşa koşa CIA'den kaçacağı Jason Bourne...
O zaman, azıcık nostalji yapalım da, macerası İstanbul'da geçen, 1968 yapımı uluslararası bir yapımın açılış jeneriğini paylaşıp yazıya geçelim:
Yıllardır değişmeyen gurur: Ecnebi filminde İstanbul görmek...
Jason Bourne - Erkekliğin 10'da 9'u kaçmak...
Robert Ludlum'un kitaplarından serbetçe uyarlamalarla başlayan serinin, ben diyeyim dördüncü, siz deyin beşinci filmi... Başkarakterimiz yine Matt Damon ve CIA içinde insanlığını kaybetmemiş ajan Alicia Vikander ile başrolü paylaşıyor. Yönetmenlik yine Paul Greengrass'dan geliyor:
Jason Bourne kimdir? James Bond'dan farkı nedir?
Jason Bourne, asıl adı David Webb olan ve CIA'in insanlık dışı bir programla hafızasını etkisiz hale getirerek pis işlerinde tetikçi olarak kullandığı bir adam... İlk filmden itibaren zamanla, aslında kim olduğunun peşine düştü ve "Kimim ben?", "Hayat neden bu kadar zor olmak zorunda?" "Bayramda ajan maaşlarına zam gelecek mi?" sorularıyla CIA'deki pis iş müptelalarının belalısı oldu. Aklını ve vicdanınını yitirmemeye çalışan Bourne, CIA'deki emir kullarını çat çut öldürmek yerine, demir yumruklarıyla bayılttı. Tek tabancasını yetirmeye, masraflı olmamaya gayret etti.
Zaten kendisine hiçbir zaman James Bond imkanları verilmedi ki! Ne öyle güzel kadınlarla yatabildi, ne de kimse ona "Al bu lüks arabayı maceralarında mundar et. Al bu teknolojik donanımlı oyuncağın, lazım olur, sonuçta ajan adamsın" dedi... Garibim, düşmanlarını avlamak için, bi milyoncudan aldığı dürbünle, oradan buradan çaldığı motosikletlerle idare etti. James Bond, İngiliz teşkilatının şımartılan ve baba parasıyla beslenen şımarık çocuğuysa Jason Bourne da CIA'in üvey evladı oldu.
Garipsin dediler, Bond kızı vermediler...
Ölmez mi hiç?
Onu öldürmek mümkün değil. Yeri geliyor asansör kapısı çarparak tetikçi avlıyor, yeri geliyor çatılardan arabayla uçuyor da burnu kanamıyor (bi' keresinde kanadı gerçi)... Vura vura bayıltıp kurtulduğu tetikçileri üst üste yığsan burdan köye yol olur, koştuğu yolları km cinsinden toplasan maçın adamı seçilir. Bir de motosiklet kullanması var ki; 5 dakikada sipariş yetiştirir, 10 saniye kala operasyondan kaçar, sniper dürbününe yakalanmadan gideceğimiz yere kadar bırakıverir...
Set ekibinde "Acaba hızını alamayıp bize de dalar mı bu adam" paniği seziliyor sanki...
Yeni film?
Bu filmde de, hayatını Yunanistan'da amatör boks maçlarıyla kazanan Bourne, eski filmlerden kalma tanıdığı aracılığıyla CIA'in yine mundar işler peşinde koştuğunu öğreniyor. Derken Atina, Berlin, Londra, Las Vegas'ta devam eden bir macera başlıyor. Filmin başında, Atina'da geçen aksiyon sekansı fantastik... Polise direnen eylemcilerin arasından motosikletiyle kıvrılarak (Fas - Tanca'nın beyaz evleri gibi Atina'nın da direnişleri meşhurdur) suikastçiden (Vincent Cassel) kaçarken heyecan tavan yapıyor.
Sonra devreye, Alicia Vikander'in bilgisayar başındaki halleri giriyor da film duruluyor biraz.
-Çaktırmadan dötüm dötüm kaçalım biz, gözaltı süreleri 30 güne çıkmış diyorlar....
Soluğumuz kesilecek mi? Soluklanacak mıyız?
Serinin önceki filmlerinde kahramanın bir türlü zarar görmediği öykü, kimi yerlerde "Olur mu lan öyle şey" tepkileri doğurabilmişti ama kurgucumuz (ve bu filmde senaristlik de yapan) Christopher Rouse, delişmen kurgusuyla izleyeni mal ettiği için ağzımızı açıp da soramamıştık. Bu filmde de kurgu güzel ama senaryodaki boşluklar, geçiştirmeler biraz rahatsız edici. Fakat bu sefer susmayacağız!!
Bakma, fazlaca tekrara düşmüş film... Hatta Son Ultimatom'la hemen hemen aynı kafada... Kim olduğunu azıcık öğrenmiş olan Bourne, babasının olayla ilişkisinin peşine düşüyor. Sonraki filmlerde de annesiyle nasıl tanıştıklarını, ilk kıskançlık kavgalarında CIA'in bir parmağı olup olmadığını öğrenmek isteyecek belki de, kim bilir... Yalnız, filmin yeni medyayla ilgili mesajı güzel iliştirilmiş, sosyal medya hesaplarımızın gizli olması gerektiği vurgusu ve bunun CIA'le bağlantısı iyi... Bu kısma bir artı verilebilir: +
Kahretsin bu da "Durum çok ciddi" paylaşımı yapmış, hack'leyemiyoruz :(
Puan: Şimdilik 65, devamı gelince konuşuruz...
Ghostbusters: Hayalet Avcıları (Ghostbusters) - Siz de anca Pokemon yakalayın...
1984 yapımı, klasikleşmiş Ghostbusters'ın bu kadınlı retro versiyonunu Paul Feig yönetti. En son Ajan filmiyle izlediğimiz pek sempatik oyuncu Melissa McCarthy başrolde yer alıyor, Bill Murray gibi eski ekipteki oyuncular da yer yer görünerek nostalji qeyfi yaşatıyor.
Şöyle:
Hikaye ne ki?
Hikaye şu ki: Hayatı, cümle sonuna -miştir, -mektedir ekleri koyarak, cümle başına "Vidividi'ye göre (2009: 68)" kalıbı iliştirerek makale yazmakla geçen, akademisyen Erin, zamanında kankisiyle beraber yazdığı paranormal aktiviteler konulu kitabın piyasaya sürüldüğünü öğrenir. Bu işin sorumlusu kankisi Abby'ye (McCarthy) gider. Hayaletlere yönelik çalışma yapan Abby'nin asistanı zeki ve tatlı bir nükleer bilimci Holtzman'dır, daha sonra aralarına metro çalışanı Patty de eklenince olaylar gelişir...
Ekibimiz seyirciyi güldürmek için, birtakım durum komedileri, birtakım aksiyon komedileri yaratmaya çalışıyor. Hevesleri takdir edilmeli ama gülmeyince gülmüyor işte seyirci... Sekreter olarak işe aldıkları adamın saflıklarıyla dalga geçip şanslarını bir de öyle deniyorlar; olayın feminist bir boyut kazandığını gören bazılarımız belki gülebilir. Neyse, genelimiz zaten 3 boyutlu gözlükle hayalet izlemeye geldik. Arada ışık oyunları filan...
Düğünde havaya ateş açan kız tarafı çevrede panik yarattı...
Filmin temel mesajı ne?
Kötü adamımız, yıllardır kimsenin sevmediği, herkesin eziklediği biri... New York'u basan hayaletler de yaşadıkları dönemde eziklenmiş tiplermiş. E zaten, ekipteki kadınlar da daha öncesinde, kimselere kendilerini inandıramamış, kendilerini ispat edememiş kimseler... Yani işte, mesajımız; kimseyi eziklememeli, inandığımız şeye kim ne derse desin devam etmeliyiz, gibi bir şey... Fakat böyle açık açık deselerdi biz yapardık zaten, iki saatlik şu garip filmle oyalamasalardı bizi ya!
- Olm geçen bi Pokemon yakalamışım...
Son yorum: O kadar da değil aslında, yer yer keyif almak mümkün... Biraz konsantre olmak, iyice odaklanmak lazım sadece. Bak, espri geçiyor, dikkat et...
Puan: Hayalet başına 3-4
İlk filmin nostaljisini yaşamak istersen buyur, şöyle bir klip verelim sana:
Prensim (Mon Roi) - Prensese ihtiyacı yok çünkü babası kral...
Sanatsal filmografili Fransız kadın yönetmen Maïwenn le Besco'nun ilişki sorgulattığı filmin fragmanı şöyle:
Kral mı Prens mi?
Filmin İngilizce çevirisi de My King olduğuna göre, isminin orijinal anlamı 'Kralım' ama bizimkiler 'Prensim' demiş. Neyse, isime takılmayalım. O da prens olarak başlayıp ayı çıkacak sonra zaten. Erkek değil mi...
Tony isimli bir kadınla serseri Giorgio adamı arasında geçiyor filmimizin duygusal ilişkisi... Krizli olsa da bitmeyen, "ayrılsak da beraberiz" durumu... Giorgio'yu Vincent Cassel oynuyor ve Jason Bourne filmindeki suikastçi Assset rolünde de izlemişsek iyice iğreniyoruz kendisinden...
Oysa Protesto (La Haine) filminde, aynanın karşısındaki çılgın hallerini sevmiştik biz onun...
bkz. Genç kızların önce aşık olup sonra lanet okuyacağı erkek modeli...
Yani, ne öğreniyoruz?
İlişki için emek harcamanın, çocuk yapmanın önemli olduğu, ama ilk önce adamın büyümesi gerektiği, ayrıca cefakar kadın rollerinin festivallerde iş yaptığı (Tony rolündeki Emmanuelle Bercot, Cannes 2015'te En İyi Kadın Oyuncu ödülünü kucaklamış. Hala kucaklıyormuş)... En azından fragmandan-sinopsisten anladığım kadarıyla böyle... Film Eskişehir'e de gelmiş olsa daha neler konuşurduk şimdi, ne biçim çözümlemeler yapardık ama gelmedi. Taşra insanının neyine zaten ilişki sorgulamak. Kimiz ki biz...
- Mutluluğumuzu çekemeyenlere girsin!
Puan: Çocuk
Eyvah Annem Dağıttı! (Bad Moms) - Porno kategorisi gibi ismiyle beklenti yaratmak...
Jon Lucas ve Scott Moore beraber yönetmiş. Çocukları için her şeyin en doğrusunu ve iyisini yapmaya çalışan bir grup anne, tüm kurallardan sıkılıp kendileri için bir dizi çılgınlık yapmaya karar veriyormuş. Sanki mükemmel eş, mükemmel anne olmuşlar da n'olmuştur, kıymetini bilen mi olmuştur... Al işte anacım, adam fıstık gibi kadını internetteki orospularla aldatmış...
Neyse, fragman:
Puan: Mila Kunis!
Şeytanın Oyuncakları (Worry Dolls) - Neyden korkmalı?
Haftanın bizi korkutmaya çalışan yapımı bu da. Korkmayız ki.. Şu anki korkumuz, Fettö: 3 Harfliler - Kandırıldık filmiyle başlayan bir serinin çekilme ve bu serinin 6 film sürme ihtimali: Fettö - Çok Kandırıldık, Fettö - Hep Kandırıldık, Fettö - Sorular Nerde, Fettö - Dershane Kapanı...
Hâlâ bizi oyuncakla korkutmaya çalışan yapımın fragmanını da şöyle uzatalım:
SONUÇ - Bit pazarı?
Haftanın ajanlı filmi Jason Bourne, The Bourne serisinin ve özellikle Son Ultimatom filminin ne kadar şahane bir film olduğunu hatırlatıyor, eski Bourne'lara yönlendiriyor bizi. Bununla beraber Hayalet Avcıları da eski hayaletlere saygı duruşunda bulunmak üzere, 84 yapımı filme götürüyor. Eyvah Annem Dağıttı! ise, hiçbir yere götürmüyor. Prensim de belki eş seçiminde kriter belirlemek üzere yardımcı olabilir, götürdüğü yere kadar o da...
Haydi, haftaya işallah bi şey patlamazsa buralarda buluşmak üzere. Beklerim yine...
Twitter: @duraladam
-BAŞIMIZA BİR ŞEY GELMEDEN BİTTİ ÇOK ŞÜKÜR-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et