Vizyonda Bu Hafta: Karanlığın Elli Tonu (Ohh! Aah! Immm!), John Wick 2 (Dan dan! Dış dışş! Booom!)
Karanlığın Elli Tonu’nun oynadığı salona bir erkek grubu olarak girdik de, izleyicilerin yüzde 90’ının genç kadın olduğunu görüp mahreme girmiş gibi utandık bu hafta. Sevişme sahnelerinde Dacota Johnson inledikçe başımızı eğdik, tüm terbiyemizle koltuğa gömüldük. John Wick seansında ise, yüzde 90’ı erkek olan salonda, tribünde gibiydik. Keanu Reeves, düşmanlarına yumruk-kurşun saydırdıkça oley oley oley diye inledik. Filmlerin hepsini bitince ise Swiss Army Man filmindeki 'osuran ölüyle denizi geçme' sahnesi kalmıştı aklımızda. Tuhaf bi haftaydı...
O zaman ben size Yeşilçam'dan bir sahne paylaşayım, "Bu da bizim John Wick'imiz olur" deyip yazıya geçeyim:
Filmin devamında tüm kasaba yumruklanmadan Türkan Şoray yetişiyor allahtan...
Karanlığın Elli Tonu (Fifty Shades Darker) - Sevgililer Günü'nde "Elin adamı bak nasıl sevişiyor" gerilimi...
Grinin Elli Tonu'yla tanınan, kitabı okuyanların ya biraz çirkin ya da 'fazla gereksiz güzel' diye beğenmediği Dakota Johnson ve yine kitabı okuyanlar ilk filmde yeterince seksi bulmadığı için bu filmde kirli sakal bırakan (toplamda 125 milyon kişi oldukları için korkuluyor bu okurlardan, ne isterlerse yapılıyor) kasıntı Jamie Dornan başrolde yine.
Yönetmen James Foley, senarist ise Niall Leonard… Senarist, kitap serisinin yazarı E. L. James'in eşi imiş. Karı-koca, dünyadaki bütün yeteneksizliklere özgüven örneği olmaya devam ediyor desek yeridir:
Sevişmekten başka neler mevcut?
Filmin sinopsisinde Christian Grey (Jamie Dornan) için ‘yara almış’, Ana Steele (Dakota Johnson) için de ‘tedbirli’ sıfatları kullanılıyor. Grey'in yara almışlığını, "Belki kız halime acır da sevişir" amacındaki 1-2 az travmatik anısından, Ana'nın tedbirliliğini de "Çok hızlı gitmeyelim" dedikten 3-4 dakika sonra soyunmasından anlıyoruz. Grey, Ana’nın peşinden koşup geçen filmdeki tatsızlıklar (bkz. Grinin Elli Tonu'ndaki şaplak izleri) için özür diliyor ve bir daha yapmayacağına söz veriyor, “Bundan sonra BEDESEME, MEDESEME yok, bir hafta oldu zaten bırakalı, tövbeliyim" diyor.
Ana ise, ilk filmde herifin itaatkarı olmak üzerine yaptıkları seks anlaşmasını, sözleşmeyi yenilemek istiyor; “Şaplaktan gayrısına izin yok, o da böyle siyahi rap şarkıcılarının kliplerinde dansçı poposuna vurma sertliğinde” şeklinde bir madde koyalım derdinde...
- Hem karın kaslarımı sıkıp hem erekte kalmak ne zor lan!
Sevecek miyiz, boş yere gerilim mi yaşayacağız?
Toplamda 5-6 kere seviştikleri, gerilim olsun diye arada manyak bir kadının belirdiği, herifin niye aşık olduğunu-kadının ne istediğini anlamadığımız bir senaryo bu… Dev ekranda Dakota poposu görmekten Dakota poposuna bile duyarsızlaştığımız bir filmde kim gerilebilir, bu seyirciyi germe istediği de nedir, anlaşılmıyor. Gerilen biri olmuşsa, salonun arkalarında tek başına oturan bir amca vardı -artık çocuğunu animasyona bırakıp soluklanmak için mi geldi, yanlış girdi de bozuntuya mı vermedi- o gerilmiştir.
Çok paralı-çok kaslı-çok gizemli-çok düşünceli bir herifin Ana'nın peşinde koşma macerası, filmin kadınlar için uzunca bir fanteziden ibaret olduğunu gösteriyor. Ama ikinci yarıda sevişmeler dinince kadın izleyicilerin de canı sıkılabilir. Sırf senaryoda çatışma olsun diye öyküye gizemli genç kadın (Bella Heathcote), orta yaşlı yelloz kadın (Kim Basinger), sapık patron gibi tipler eklendikçe, sevişme sonrası tatsızlığına dönüşüyor film.
Sabah ereksiyonunu beklerken... Tür: Dram-Gerilim
Aklımızdaki sorular:
Film bitip de credits akmaya başladığı anda filme dair her şey unutuluyor. Bittiğinde, filmdeki cevapsız bırakılmış sorulardan çok, alakasız çağrışımlar vardı aklımda:
* Hadi bu film sevişmekten başka bir şey anlatmıyor diyoruz ama Oscar favorisi Aşıklar Şehri'nde de Mia ve Sebastian hiç sevişmiyor gibilerdi, birbirlerinin peluş ayıları gibilerdi... Şu ikisinin bi' ortasını tutturamaz mıyız? (Sevişirken dans etseler mesela... Sesli düşünüyorum...)
* Karanlığın Elli Tonu'ndaki cinselliğe cesur diyoruz ama bu cesareti bizzat biz, 90'larda Bir Demet Tiyatro'da göstermiş olabilir miyiz? Feriştah'ın fantezileri ve Saldıray Abi'nin tutkulu hayatının yanında Elli Tonu serisinin lafı geçer mi?
* Aynı şekilde Gülo'yla köyün dikenli çalılarında sevişen, ona kavuşmak için falakalara yatan Kibar Feyzo'yu, şiddet ve seksin iç içe geçtiği bir filmin tutku dolu bir karakteri sayamaz mıyız? Sado-mazo bir ilişkide falakanın yeri nedir hocam?
* 'Hoca efendisinin' üzerine atılıp pazularından tutup beline sarılarak boynunu öpen sorunlu herifin görüntüleri karanlığın kaç tonu eder peki?
.
* Filmin yarısında soyunuk gezen kadına bu kadar elbise alternatifi sunulması niyedir?
Puan: 30 (Sevişme başına 5-6)
John Wick 2 – Elin değmişken Jason Statham'ı da bi dövüversene usta!
Yönetmen eski dublör, dublör koordinatörü ve ilk filmin de yönetmeni Chad Stahelski. Senarist de aynı, Derek Kolstad... Keanu Reeves yine 53 yaşındaki haliyle neredeyse dublör kullanmadan koşup zıplıyor. İlk filmde öldürülen köpeği için tüm çeteyi karşısına alabilen bu adamı bu filmde de seviyor, belki gaza gelip ona özenirken trafik ışıklarında arabaların önüne atlayıveriyoruz:
Takım elbise giydin diye karizmatik mi oldun?
Suikastler yapan, kirli para işlerine bulaşan ama hiçbir zaman elit davranışlarından, eldivenli hizmetkarlarından ve kurallarından taviz vermeyen, otellerde mevzilenen Continental isimli suç teşkilatından emekli olmaya çalışıyor Wick… Ama çıkmak için son bir görevi yerine getirip birini öldürmesi lazım. O kolay, kaçarken sorun oluyor sadece biraz, korumalar pek hızlı koşuyor. Gerçi hepsi figüran yevmiyelerinin hakkını vererek 1-2 saniyede ölüyor, Wick'in ölü hanesine yazılıyorlar.
İlk filmdeki karanlık atmosferi çok hissedemediysem de Continental'ın gizemine gizem, gücüne güç katmasını sevdim. Yani en az Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisindeki 'masa’ isimli teşkilat kadar karizmatikler (O dizideki teşkilatta kendilerinden sürekli masa diye bahsediyorlar çünkü: 'Bu masanın reisi', 'bu masanın kuralları'...) Neyse, teşkilatın gizi ve Keanu’nun 'tek kişilik aksiyon karizması'na yeten bakışları birleşince, film de karizma kazanıyor.
John Wick'in şu I Am Legend pozu "Bi ben ve köpeğim kalana kadar hepinizi dövücem mk" mesajı mı?
Herkes niye bu kadar kaygısız?
Bu aksiyon filmlerini ayrı bir mantığın geçerli olduğu başka bir evrende değerlendirmek lazım. Kafayı sıyıran kurşunlar, sırası gelmeyince çerçeveye girmeyen korumalar, hemen iyileşiveren kurşun yaraları.... "Tıraş olurken sivilce patlatınca izi bir ay duruyor, o kurşun yarası hemen nasıl geçiyor" diye sorgulayacaktım, tuttum kendimi. Hem düşününce Wick'in asıl yarası, yâr yarasıydı, ölen eşini hâlâ unutamamıştı. O nedenle, onun anısına saygı olarak aldığı kurşunlar, bu yaranın yanında vız gelirdi, hey gidi heydi...
Çoğu aksiyondan ayrılan bu filmin kendine has bir evreni var ayrıca. Yer yer çizgi roman dünyasına, yer yer kara film evrenine yaklaşıyor, o nedenle her şey mantıklı olabiliyor: O kadar insan ölürken, sokaktan geçen insanın sanki İstiklal Caddesi’nden geçerken santur çalan sokak müzisyenine denk gelmiş gibi kayıtsız kalması mesela... Continental teşkilatından insanların kaldırım otu gibi her yerde bitivermesi ve cinayetlere müdahale etmeyen kaygısız polisler de normal geliyor.
- Adam öldürmeye bi şey demiyorlar da akademisyenlere destek verince tazyikli suyu sıkıyorlar...
Yanisi?
Zevk alabiliriz yani filmden, muhtemel bir üçüncü film için de beklenti yaratabiliriz (Adı 'Ben Tek Siz Hepiniz' olabilir: 'John Wick: I Am One, You Are Everybody'). Reeves’in dublörsüz çektiği sahnelere bakarak 'Hadi baba' diye babamızı dürtebilir, Roma'daki yer altı geçişlerinde Counter oynar gibi takılıp 4'ün 3'ünü almaya çalışabilir, bir müzenin aynalı odasında geçen müthiş aksiyon sahnesinde gözlerimizi kamaştırabiliriz.
Güzel kadın, tropikal ülke gibi aksiyon klişelerine yaslanmamasını, Yeni Nesil Ajan filminde daha yeni gördüğümüz küt saçlı şirin kadını (Ruby Rose), asil resepsiyon görevlisini ve Wick'in isimsiz kara köpeğini çok sevdiğimiz, Matrix'teki Morpheus’u da (Laurence Fishburne) 1-2 sahnede görüp "Oo kadroyu tamamladık" diye heyecanlandığımız, "Yine uzatsana hapları, bakalım ne diyecek Neo ahaha" diye salaklaştığımız film, hiç fena değil...
"Morpheus, bu adama yine ne programı yükledin de böyle hayvan gibi dövüşüyor" mesajı...
Puan: 70 (ilk filme de 75... Her şeyi böyle puanlayasım var)
Swiss Army Man - Sen daha hepimizi gömersin Radcliffe...
İki genç ve yetenekli isim, Paul Dano ve Daniel Radcliffe'in başrollerini paylaştığı, Dan Kwan ve Daniel Scheinert'in beraber yönettikleri bu ilk filmleri, haftanın en ilginç yapımı. Şöyle de ilginç fragmanı:
Nesi ilginç?
Hank (Paul Dano), ıssız bir adada canı çok sıkılmış bir halde ölümü bekler. Sonra ölümü beklemekten de sıkılır ve intihar etmeyi düşünür. O sırada bir ölü (Radcliffe) görür, ama o da ne, ölü o kadar da ölü değildir, bir kısmı canlı kalmıştır! Yarı deli Hank, çürüdüğü için biriken gazlarıyla osurabilen yarı ölünün osuruğunu jet-ski gibi kullanarak denizi geçer, adadan kurtulur. Ormanlık bir yere vardıklarında kenti ararken bu Yarı Ölü, hayatı yeniden öğrenmeye çabalar ("Trump gibi bir tip nasıl başkan olur ya, inanmam").
Genelde kaba komedilerde gördüğümüz osuruk öğesi belki rahatsız edici olabilir. Ama film, absürtlüğünü buradan kurmuyor. Yarı Deli ve Yarı Ölü arasındaki ilişkiden yaşamın ve medeniyetin anlamsızlığı absürt bir şekilde anlatılıyor. Normal bir kafayla yazmamışlar belli ki filmi, iyi bari o kafayla kameraya, boom'a takılıp düşmeden yönetebilmişler. Hatta iyi de yönetmişler: Renkli, farklı, az çok anlamlı olmuş. Potter'dan beri ne oynayacağını şaşıran Radcliffe de döktürmüş, "Biz daha ölmedik be Hollywood" demiş...
- Ooo 20'lik diş bu, hemen çektirmen lazım...
Filmden alıntı: "Evet belki de hepimiz çirkin, ölen bok çuvallarıyızdır. Ve belki de tek gereken bunu kabullenen bir insanın olmasıdır"...
Puan: Yönetmenlerin kafasına 80 (şimdi de kafaları puanladım bak)...
Lego Batman Filmi (The Lego Batman Movie) - Batman oyuncaklarının yanına bir de legolusunu eklemek....
Yine pek eğlenceli olan ilk filmde bir yan karakter olan Batman'i öne çıkarmışlar bu sefer. Göndermeleri, esprileri ve karakterin seyirciyle konuşmasıyla Deadpool'a benzetilen filmde, hem Batman-Joker müptelası yetişkinler, hem de renkli animasyon sevdalısı bebeler kendilerinden bir şey bulabilirmiş. Batman'in hep yaptığı gibi tek başına değil de etrafındakilerle bir olup düşmanla savaşması da güzel mesajmış, lego da olsak parçaları birleştirip birlik olmak güzel şeymiş...
Keşke filmin altyazılısı kopyasını da getirselermiş. Biz yetişkinler dublajlı Batman sevmeyiz çünkü.
Diğer:
Enkaz altında kalan bir kadın ve enkazdan çıkarak doğaya ayak uydurmaya çalışan bir erkeğin anlatıldığı yerli gerilim/dram Enkaz ile Belçika yapımı olan, ama kadrosunda Türkler de bulunduğu için (yok, Emirdağlılar değil) Türkiye vizyonuna gelen, masal diyarı yolculuğu filmi İsra ve Sihirli Kitap haftanın diğer seçenekleri...
SONUÇ - Biz beraberiz...
14 Şubat haftasında güzel bir film izlemek istiyorsanız, ama Swiss Army Man'deki ölü osuruğunun da pek romantik olmadığını düşünüyorsanız, Karanlığın Elli Tonu yerine Lego Batman'e gitmeniz, göndermeleri aynı anda anladıkça "Tanrım ne güzel bulmuşuz birbirimizi" diye sevinmeniz önerilir. Eğer çift değilseniz, iki gruba ayrılabilir, kadınlar olarak Karanlığın Elli Tonu'na, erkekler olarak da John Wick'e yollanabilirsiniz. Seans çıkışlarında da bir şekilde belki, kızlı-erkekli sosyalleşme durumlarını kovalayabilirsiniz. Belli mi olur?
Haydi haftaya görüşmek üzere. Filmleri sevin, sinemaları koruyun...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (İyi osurukluyu bu hafta izledik, kötü osuruklu Recep İvedik 5'le devam edeceğiz haftaya)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et