Buğday (Distopyanın takkeli hali), Kardeşim Benim 2 (“Hepinizden yakışıklıyız ama burnumuz boktan kurtulmuyor” tesellisi)
Haftanın filmlerinin galaları oldukça farklıydı. Kardeşim Benim 2'nin halk galasında Aslı Enver'in bulunmaması "Neden?" soruları eşliğinde magazincilerin anksiyetesini azdırdı. Film ekibinden Pınar Deniz'in, Fahriye Evcen'in geçen yılki elbisesiyle pişti olması da bomba etkisi yarattı; her şey normaldi yani... Buğday'ın galası ise 'Cumhurbaşkanına sanat filmi izletme' kampanyası (Başkan Sinema) dahilinde bir AVM yerine Beştepe'deki sarayda yapıldı ve bizimki durur mu, Meltem Cumbul'a çatıverdi! Keşke orada da tek gerilim, ekoseli ceketlerin pişti olması olsaydı...
Neyse, gala demişken Tabutta Rövaşata’nın 1996 tarihli şu samimi galasına bakalım, sonra da iki güncel filmimizin yorumlarına geçelim:
Buğday - Yumurta, Süt, Bal, Tahta...
En çok da Yumurta-Süt-Bal üçlemesiyle tanıdığımız Kaplanoğlu, tam kahvaltıya oturacakken ekmeğin olmadığını görüyor olacak ki, ekmeğin özüne dalıyor ve Buğday adlı mistik film ortaya çıkıyor. İngilizce çekilen ve ABD, Almanya, Kapadokya'da çekimleri yapılan film, tohumları insanların ürettiği bir dünyayı anlatıyor. Bu dünyayı da siyah beyaz çekiyor ki iyice içimizin kararsın, hepimiz balkonumuzda besmeleyle domates yetiştirelim. Filmin görüntü yönetmenliği koltuğunda ise Giles Nuttgens oturuyor (gerçi bunların yönetmenler gibi koltukları yok, hep ayakta kamera başındalar)…
Filmi de eşiyle beraber yazan Semih Kaplanoğlu ile kurgucu, sanat yönetmeni dışında çok fazla bizden biri bulunmuyor. Bir an "Bu sinemada da yabancı sınırı yok mu ya, Cumhurbaşkanı bu konuda açıklama yapmayacak mı?" diye merak ediyoruz. Oyuncu kadrosunda, Lars Von Trier'in gözdelerinden olan, Dogville, Dancer In The Dark gibi filmlerinde rol alan Jean-Marc Barr göze çarpıyor. Kalanları da gözümüz bir yerden ısırıyor diyeceğim ama ben başrollerdeki Jean-Marc Barr'ı Cenk-Erdem'deki Erdem Uygan'a*; Ermin Bravo'yu da Kurtlar Vadisi'ndeki Abdülhey'e benzettim, siz çok zorlamayın!
* Bu filmde oynasa olurmuş aslında ha... Ucuza da gelirmiş...
Neler oluyor? Neden her yer siyah beyaz?
Dünya keskin bölgelere ayrılmış. Yaşanabilir korunaklı kentler var, bunun dışında Ölü Topraklar ve Kendi Halinde Bırakılmış Doğa var. Genetik araştırmalarla beraber doğal tarım kalmamış, ortalık kafalarına göre genlerle oynayan şirketlere kalmış, sınırlar arası geçişler yasaklanmış, olan yine öğrenciye, işçiye, küçük memura olmuş! Bizim öykümüz ise; bu tip bir şirkette çalışan Profesör Erol Erin'in (Jean-Marc Barr), bütün genlerde M Parçacığı diye bir şey olduğunu iddia ettiği için şirketten kovulan ve Ölü Topraklar'a çadır atıp keyfine bakan Cemil'in (Ermin Bravo) peşine takılması...
Profesör M Parçacığını merak ettikçe, Cemil'in onu "Herkes göremez" diye geçiştirmesi, Profesör tam bilimsel bir açıklama isteyecekken, Cemil'in "Namaz vakti geldi" diye kaçması... Bu arada ikilinin organik tarım yapma yollarını araması...
- Niyet ettim Allah rızası için organik tarım yapmaya, uydum imama...
Tarkovski sen misin?
Yönetmen, Tarkovski'yi andıran, ona selam çakan hareketler yapıyor: Kah sık sık kamera kaydırma hareketleriyle usta kamera sürücülüğünü ispat ediyor, kah sallanan ekin, su gösterip rüzgar dinleterek doğada gezintiye çıkarıyor. İlk bölümdeki distopik atmosfer iyi: En azından ekranında karmaşık şekillerin yer aldığı 1-2 tane mekanik alet var, türlü türlü rakamları-verileri de görünce, aha diyoruz, "Distopik bir durum var burada"...
İlerleyen sahnelerde Ölü Topraklar'a varılınca Tarkovski etkisi de kalmıyor distopik ortam da... Cemil Akman Efendi, Profesörü türbelerde gezdiriyor, ona ayakkabısız camiye girmeyi öğretiyor, okunmuş toprakla teyemmüm aldırıyor derken çocukken Kanal 7'de izlediğim namaz motivasyonu programları geliyor aklıma. Filmin devamında sabah namazına büyük motivasyonla kalkan ve iman gücüyle buğday yetiştiren neşeli aileler olabilir.
Uyandırmaya gelen ana-babanıza söyleyerek fazladan birkaç dakika kazanabilirsiniz...
Mr. and Mrs. Brown'lar mı yönetiyor dünyayı?
Kaplanoğlu, İngilizce dışındaki dillere 'eskimiş' olarak bakılan bu dünyada "Emperyalizm bize aynı şeyleri yediriyor, aynı dili konuşturuyor" diyor, iyi diyor. Tabii filmi İngilizce çekme tercihini dünya festivallerinde daha çok ilgi çekmek için de yapmış olabilir, bilemeyiz. Belki de, içinde Past Perfect gibi cool tense'ler barındıran İngilizce distopyaya daha çok yakışıyor. Hem önemli olan içerik diyoruz ama konuşmaların içeriği de tat vermiyor. Koca bilim insanı Erol, sofu Cemil'in ardından mama paketi peşinde koşan kedi gibi piti piti gidiyor, aralarında bir çatışma, düşünce çarpışması olmuyor.
Tarkovski'nin İz Sürücü'sünden izler taşıyan filmde, oradaki sanat-din-bilim konuşmalarının derinliğini duyumsamak istiyoruz, olmuyor. İlber Ortaylı ve Celal Şengör ortak programa katılmış gibi olsun, göbeklerini tutup güle güle bilgi kapıştırıyorlar gibi olsun istiyoruz, olmuyor.
Uyuma pozisyonuna göre ilişkiler: Ters cenin pozisyonu, çiftlerin ilişkilerinde felsefi sorunlar yaşadığını gösterir.
Son olarak; Semih Kaplanoğlu'nun bu ara pek fazla söyleşi verdiğini düşünerek, ben de sorularımı buradan göndip bi' şansımı deneyeyim, belki ilgisini çeker:
* Yapay zekaların dünyayı ele geçirme ihtimali doğduğunda onları da 3 Kulhu bir Elham okuyarak kovalamamız mümkün mü?
* Ana haber bültenlerindeki görüntüleri de siyah beyaza çevirsek, onların da distopya gibi gözükme ihtimali var mı?
* Asit yağmurunu, makineleşmeyi, iklim değişikliğini filan boşverin de bu tarım kredilerinin faiz oranları uygun mu çiftçi için?
* Galadan sonra sarayın yatak odalarından birinde yatılı kalma izni koparabildiniz mi?
Semih Kaplanoğlu, Cumhurbaşkanından 'Helal Sinema' sertifikasını alırken...
Puan: Tarkovski'nin o güzel hatrı için 60
Kardeşim Benim 2 - Hanımlar, Burak Özçivit ve Murat Boz ayağınıza geldi...
Kadro ilk filmdeki hâlini birazcık değişiklikle koruyor. Yönetmen, Pardon’dan, Muhteşem Yüzyıl’dan filan bildiğimiz Mert Baykal, senarist de yine Zafer Külünk… Oyuncu kadrosunda Burak Özçivit'in geniş omuzları ve O Ses Türkiye ile üniversite bahar şenliklerinin yıldızı Murat Boz var... Pınar Deniz, Leyla Feray yeni kadın oyuncularımız; Ferdi Sancar ise yine ilk filmdeki gibi rol çalmaya çalışıyor.
Tuttukları yol yol mudur?
İlk filmde Hakan (Burak Ö.) ve Ozan (Murat Boz) ismindeki çok anlaşamayan kardeşler, babalarının vasiyeti üzerine bir araya gelip sahil yolundan sıcak denizlere giderek yol macerası yaşamışlardı. Şimdi ise Hakan ve Ozan, geçen filmin şirin Roman'ı, Tato'nun cenazesinden Karadeniz'e yola çıkarken başlarına türlü belalar alıyor. Hakan'ın sevgilisi Didem Rize’de düğün hazırlıkları yapıyor ama o sırada Ozan, abilerinden kaçan Leyla diye bir kadını arabalarına alıp ona aşık oluyor ve abilerle kaçma-kovalama yaratıyor -ki film, terslik dolu sıcak bir yol filmi olsun.
İki şarkıcı kardeş de topluma mâl olmuş aklı başında insanlar ama kafalarına göre orada burada silah sıkan tipsiz (tipsiz oldukları için suça yatkın) adamları polise şikayet etmeyip vın vın kaçmayı tercih ediyor.
Filmin afişinde Burak Özçivit'in kol kasıyla arkadaki karakterlerin aynı boyutta olması?
Yakışıklıdan komik olur mu?
Oh ne güzel kardeşim; yakışıklı da siz olun, kaslı da siz; popülerlik de size kalsın, komiklik de sizin olsun! Yalnız filmin senaryosu hiç de fena değil, aptallaştırılan karakterleri saymazsak çoğu espri tutuyor, yakışıklılıktan da komiklik yaratmayı başarıyolar. Yol filmi formülü güzelce uygulanıyor; yolda uyuyakalmak, yanlış yola girmek, en az iki taşıt değiştirmek ve arka koltuktakilerin uyuyakalması gibi klişeler uygun takip mesafesiyle takip ediliyor. En azından geçen filmdeki gibi gereksiz melodrama bağlanmıyor, hoşumuza gidebiliyor. Sinema koltuklarımızı Murat Boz'a doğru dönüyoruz.
Yan karakter de olsa, daha önde de olsa, yakışıklı olmayanın flulaştırıldığı bir film bu...
İlk filmden iyi mi kötü mü?
Burak Özçivit’in yakışıklı-karizmatik hallerinden çıkamaması, Murat Boz’un zaten hiç oyuncu olmaması sorun… Didişmeleri yine pek keyif vermiyor, tam oturmuyor (Aslında hazır Rize'ye gitmişken birbirleriyle DİDİştikleri bir DİDİ reklamı çekilebilirmiş). Aşk olayı da tam verilememiş. Ayrıca ortada madem Karadeniz düğünü var, horon tepmeli uzunca bir düğün sahnesi hiç fena olmazdı, biz de kurtlarımızı dökerdik yani (İyice düğün ihtiyaç listesi yapan gelin gibi olmak).
Bir de madem o kadar şarkıcılar, kendileri de 1-2 şarkı söyleseymiş, bir düet deneselermiş, gerçekçi ve sempatik olabilirmiş. Gerçi gerçekçilik diyoruz ama Kapadokya'da balonla yükseldikleri sahneyi efektle yapmışlar, iki üç tel saçları dalgalanınca inanacağımızı düşünmüşler, ayıp olmuş.
Bu arada, fönlü saçlı jönleriyle öne çıkan filmin en önemli yıldızı...
- Bi de geyik filtresiyle çekerek deneyelim bakalım hâlâ yakışıklı mıyız?
Puan: 62 ('den yapılan yakışıklı bir tavşan)
Diğer:
Ayı Paddington 2: Canlı animasyon tekniğiyle çekilen ilk film pek sevildiği için devamı geliyor, Perulu genç ayı bu sefer de teyzesinin 100’üncü yaş günü için hediye arayışına giriyor. Vay deli çocuk...
Morg: Evlilik dışı bir ilişkiden hamile kalan Zuhal, hamilelik dertleri yetmezmiş gibi bir de ahlakçı cinlerle minlerle uğraşıyor. Aslında iki sözcükle 'yerli korku' desem cümle kurmama gerek yoktu.
Mucize: Saksı Olmanın Faydaları ismindeki pek sevilesi filmin yönetmeni Stephen Chbosky'nin yönettiği Mucize, ötekileştirilen bir çocuğu gösteriyor. Çocuk beşinci sınıfa başlamış ve yüzü diğer çocuklardan farklı olarak çirkin algılanmaya müsait... Derken öyküde türlü sıcaklıklar yaratılarak güzellik-sevgi gibi şeyler üzerine düşündüren senaryo, oldukça başarılı bulunuyor. Haftanın sürprizi:
SONUÇ - Hangi filme, kim, niye gitti, kim gördü, ne dedi?
Bu haftanın uzun uzun ele aldığımız iki filmi özetlersek; Buğday'ı tekniğini deneyimlemek için, Kardeşim Benim 2'yi de özellikle çift halinde eğlenmek için tercih edebilirsiniz. Bunun dışında, yerli filmlerin cirit attığı şu günlerde size yardımcı olsun diye, bazı film karşılaştırmaları yapmak istiyorum:
Ayla mı Buğday mı? : Diyecek olursanız, çok az farkla Buğday diyebilirim.
Ayla mı Kardeşim Benim 2 mi? : Biraz daha çok bi' farkla Kardeşim Benim 2 tercih edilebilir.
Sen Kiminle Dans Ediyorsun mu, bunlardan herhangi biri mi? : Kesinlikle bunlardan herhangi biri.
Yol Ayrımı mı, diğerleri mi? : Derseniz de Yol Ayrımı derim kesinlikle. Hem daha tutarlı, hem diğer filmlerden daha uzun olduğu için daha ekonomik! Yaklaşık 150 dakika olduğu için 10 dakikası ortalama 1 liraya geliyor, dakikası 10 kuruş, hiç fena değil valla...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Gülse Birsel'in yazdığı Aile Arasında geliyor. Bakalım Gülse Ablam, seyirciyi ve sektörü güldürebilecek mi?)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et