Özgürlüğün Elli Tonu (BDSM olaylarından ‘evli mutlu çocuklu’ moduna), Kayhan (Sakalsız ve takma dişli Recep İvedik)
Sevgililer Günü'ne denk gelen Özgürlüğün Elli Tonu'nun aslında özgürlükle filan alakası yok, gayet de kadının suçsuz yere kelepçelenmesi ve BDSM talimatıyla kırmızı odada haksız gözaltı yapılması üzerine... Şahan’ın yeni bir karakter denemeye çalıştığı Kayhan filmi de aslında yeni değil ve Recep İvedik'in aynısı; magandalık fanları için belli başlı magandalıklar özenle korunmuş. Ayrıca İyi Günler diye bir animasyon var, ismindeki iyi günleri göstermekten oldukça uzak... Havalar da zaten hiç kış havası gibi değil, her şey ne kadar da anlamsız!
Neyse çok da sorgulamadan, Şahan’ın eğlenceli olabildiği zamanlardan bir video izleyip yazıya geçelim:
Özgürlüğün Elli Tonu (Fifty Shades Freed) - Sevmek bir ömür sürer, sevişmek 3 filmlik seri...
Karanlığın Elli Tonu'nun da yönetmeni olan James Foley yönetti, Vidividinin Elli Tonu kitap serisinin şükürler olsun ki son bölümünden uyarlandı, müjdeler olsun ki film serisi de sona erdi. Jamie Dornan ve Dakota Johnson; Christian Grey ve Anastasia Steele rolleriyle geri döndü ve ikili, baklava kaslarını, diri memelerini sonuna kadar kullanarak 4-5 sevişme sahnesi armağan etti bize... Sen bi' heyecanlandın sanki?
Sevişme dışında neler oluyor?
Anastasia ve Christian, 2. filmde bıraktığımız yerden alıp evleniyor ve BDSM'siz bir gerdek gecesiyle az BDSM'li evlilik sevişmelerinin fitili ateşleniyor. Filmin gerilimi ve entrikası, sevişme sonrası tatsızlığı gibi; gereksiz, sıkıcı... Eski filmin kötü adamı Jack Hyde, bu filmin de kötü adamı; o belli ki yeteri kadar fantezili sevişme yaşayamamış, zehrini atamamış ve böyle kötü biri olmuş. Çift ise, gerilimini sevişerek atıyor. "Off burası çok gerilimli olmadı mı ya" diyen Ana'nın fırsat buldukça soyunması, Chris'in "Çok seviştik kesin başımıza bir iş gelecek" diye gerilmesi derken seviş-geril-seviş-geril döngüsüyle ilerliyor öykü, seviş getiriyor.
Ünlü BDSMcilerden Christian Grey'in meşhur kemik sıyırma hareketi...
Biz kiiim, Mr. Grey kim?
Bildiğimiz gibi bu seri, erkeklere Dakota poposu gösterip sevindirmeyi amaçladığı kadar kadınlara da elit bir yaşam tarzı izletip tatmin etmeye çalışır. Kaç kadın, filmde bolca reklamı yapılan son model ve ÖTV'siz bir Audi'de kaslı bir Grey'le sevişmeyi.ve bu kırbaçlı züppeyi giderek aile babası kıvamına getirmeyi istemez? Diğer yandan erkek izleyiciler Chris'i birazcık kıskanabilir; "Bari piyano çalıp şarkı söylemeyeydi PUŞT" diyebilir. Bu kadar etkileyicilik sinir bozuyor çünkü! Biz daha kahve mekanına gittiğimizde afilli bir kahve siparişi bile veremiyoruz da en fazla "Sütlü filtre", "Günün kahvesi", "Ben de arkadaşınkinden" filan diyebiliyoruz.
Biz olsak mesela şu pantolonu göbek deliğimize kadar çekeriz, hiçbir şeye de benzemez...
Biz şu süveteri giysek buldog gibi dururuz ama bak adama nasıl da...
Önceki filmlerden farkı ne bunun?
* İlk filmde sinekkaydı tıraşlı Christian, ikinci filmde hayranların isteği üzerine kirli sakallı yapılmıştı. Bu filmde ise, Ana tam bir yeni evli kadın olduğu için elinde makasla erkeğinin saçını kesmeye çalışıyor, sakal uyarıları yapıp adamı tıraş ettiriyor. Böylece Chris hayranları da adamın tıraşlı ve tıraşsız farklı opsiyonlarını görebiliyor, artık hangisini beğenirse fantezilerinde onu kullanmak üzere...
* İlk filmin saçmalığı adamın BDSM, BDSM diye tutturmasına karşın 2-3 şaplakla olayı geçiştirmesi, ikinci filmin fenalığı ise tutarsız entrikalardı. Bu filmde ise senaryo yine baştan aşağı tutarsız olsa da az buçuk gerilim yaratılabiliyor. Ayrıca BDSM filan çok yok ama izleyen çiftler sevişme sahnesine doyuyor. "Biz elimizden geleni yaptık, hadi şimdi doğruu boş ev bulmayaa" diye uğurluyorlar çiftleri.
* Buraya da madde açtım ama ne yazacağım hiç bilmiyorum ya... Öyle çok da üzerine konuşulası bir film değilmiş ki bu... Peki şey sorayım; sizin ilişkiniz-cinsel hayatınız nasıl gidiyor? Sorması ayıp kaç dakika sürüyor mesela? Gerçi kadına yaşı, erkeğe maaşı, çiftlere dakikası sorulmaz derler ama?
- Bu sakalla da buradan çıkıp nargile cafe'ye gidecek gibi oldum lan. Kadın haklı galiba...
Puan: Sevişme başına 10, Audi'ye de bir 5 versek; tahmini 45 filan...
Kayhan - Yolu magandalıktan geçen bir Şahan karakteri daha..
Gökbakan Kardeşlerin yapımcılığını üstlendiği ve beraber yazdıkları, Togan Gökbakar'ın yönetip de Şahan Gökbakar'ın etraftan topladığı birkaç tanınmaz ismi figüran yaparak türlü garip performanslar sergilediği bir film daha... Bu da şimdilik 7 milyon tıklanan, dislike atılası fragmanı:
Noluyo ya?
Kimdir necidir olduğu pek belli olmayan, 35-36 yaşlarında, Ankara kütüklü Kayhan ismindeki geri zekalı kişi, liseden kalma arkadaşlarının düzenli olarak toplandığı pilav gününe gider ama kimseyi göremez. Çünkü kimse bunu sevmiyordur, çünkü allahınızı severseniz sizin böyle armut bir arkadaşınız olsa sever misiniz ya? Lise yıllığında da kendisi hakkında yazılan kötü yorumları görüp sinirlenen Kayhan, bunlardan intikam almaya karar verir. Sergideki resme kafa atma, doğrudan adama kafa atma, makineyle kadın saçı kesme gibi yaratıcı yöntemler kullanır ve film bir şekilde, hem somut hem soyut anlamda boka bağlar.
Fragman çıkınca şu şekilde izlemiştim ben de...
Sonrası aynı: Türlü öküzlükler, orta sınıfla dalga geçilmesi; bir de bu tacizci, sanat düşmanı, asosyal herifin iyi kalpli olduğuna inanmamızın istenmesi... Evet, Şahan ve Togan kardeşler, hâlâ ciddi ciddi bunları yazıyor. Şahan'ın güldürebildiği TV zamanlarında metin yazarı filan vardı bu işin, bu Kayhan bile komik olabiliyordu. Şimdi ise Şahan aklında kaldığı kadarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyor ama Amerikan filmlerinden etkilenen çocuğun hayalleri kadar yapabiliyor: "Şimdi ben böyle kocaman bi adammışım, araba çarpınca bile bi şey olmuyomuş bana... Sonra, beni sevmeyen insanlara ben bi koyuyomuşum: Buş buşş, baam, buuufhh..."
Yılda 1.5 ay ciddileşip sadece osuruk, bok ve çeşitli magandalıklar düşünmek...
Puan: 15 (O kadar düşünmüş adam şimdi)
İyi Günler (Hao ji le) - Polisin bile giremediği Chin-Chin Mahallesi'nde işler karışır...
Yönetmen Jian Liu ve animasyonun hemen her şeyini o yapmış. 74 dakikalık suç filmi, Berlin Film Festivali'nde açılışını yaptı ve ilginç bir şekilde de sevildi. Kendisini eleştirmen olarak tanıtıp "Bu film, Pulp Fiction'ın animasyon halidir" diye insanları kandırmaya, dolandırmaya çalışanlar da oldu. Ben ise bu yorumlara kanmamak için pürdikkat, gözlerimi kısarak, Çinliye benzeyerek izledim filmi.
Bu suç muç olayları sadece ABD'de olmuyor muydu?
Olaylar Çin'in güneyinde geçiyor. ABD de olsa, Çin de olsa, Adana da olsa güney her daim daha tehlikeli... Xiao Zhang isimli bir genç, sevgilisi için para çalıyor ama sürüsüyle insan paranın peşine düşüyor ve o çanta durmadan el değiştiriyor. Bu basit öykü hareketli olmaya müsait olsa da animasyon, hareketten yoksun duruyor. Bilinçli olarak hareketler donuk, karakterler mimiksiz bırakılmış, böyle olunca da eski zamanların Plastip Show'unda konuşan Süleyman Demirel'e, Erdal İnönü'ye dönmüş karakterler. Belki Hollywood aksiyonlarına laf sokmak için böyle yaptım sanarlar" diye araya Hızlı ve Öfkeli posteri de koymuş yönetmen... Çakaal! Çin çakalı.
Gaspçı ve öfkeli...
Senaryonun iyi tarafı, filmin başında Tolstoy’dan bir alıntıyla yaratılan doğa vurgusu... Kentin ne pis olduğu, insanı nasıl da hınzır, sinsi, şerefsiz bir yaratığa dönüştürdüğü görülüyor. Fakat bir yandan da düşük bütçeli çakma minimalist film havası seziliyor. Elden ele geçen para öyküsü de yaratıcı sayılmaz ki; üniversitede aldığım senaryo dersinde bile bir eleman yazmıştı aynısını (hatta benim güzelim fantastik senaryomdan yüksek almıştı döt). Bir de milletin içinde söyleyip utandırmış gibi olmayalım ama, senaryonun polisiye kısmında eksikler var ve Çin'e yönelik politik eleştiri belirgin değil (hoş, belirgin olması da döt ister ayrı konu).
Filmleri böyle sert yorumlarken bir gün bir yapımcı karşıma böyle çıkacak diye korkuyorum...
Puan: 50 (Evet yarısı iyi ama hangi yarısı bilmiyorum)
Diğer:
Leo Da Vinci: Mona Lisa Macerası: Evet, çocuğunuz belki Enes Batur'a değil de Leonardo Da Vinci'ye özenir diye abimizin mucit çocukluğunu anlatan İtalyan yapımı bir animasyon... Tamam sizinki elbette çok zeki, sonuçta tablet filan kullanabiliyor, ondan demedim de, belki hoşuna gider...
Güzel Adam Süreyya: Beşiktaş futbol takımının 21 yıldır malzemeciliğini yapan ve taraftarın da pek sevdiği Süreyya Soner'i konu alıyormuş da, Fikret Orman, Ricardo Querasma filan konuşuyormuş. Yönetmen Gökçe Kaan Demirkıran'mış, seslendiren de Yılmaz Erdoğan... Sırayla konuşan adamlar ve arkada konuşan Yerdoğan kulağa biraz sıkıcı geliyor ama abinin hatrına izlenebilir.
SONUÇ - Bir haftada gıcık bir tip mi oldun sen?
Kayhan, Recep İvedik serisi sevenleri bile güldüremeyecek cinsten, Özgürlüğün Elli Tonu da ancak işlevsel anlamda -hani anlarsın ya- tercih edilebilir türden. İyi Günler animasyonu ise en fazla "Bi de yavaş animasyon izleyeyim bakayım bu nasıl oluyormuş" merakıyla izlenebilir bir film gibi... Evet, nasıl ki geçen hafta izlediğim her filmi beğendiysem bu hafta da hepsine burun kıvırdım, tam bir şerefsiz gibi ofladım pufladım ve filmleri beğenerek izleyen insanlara küçümseyici bakışlar fırlattım.
Haydi haftaya daha iyi filmlerde görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya bir yerli bir yabancı ustanın filmlerini değerlendireceğiz. Mmm, biri de Oscar'da 13 adaylık mı almış ne?)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et