Kaybedenler Kulübü Yolda (Mevsimlik bohem işçilerinin Olimpos göçü)
Vizyonda bu hafta Nejat İşler var! Aslında çoğunuz için bu cümle yeterli, spot kısmı burada bitse bile okursunuz gibi... Yine de kalan kısmınız için Nejat İşlerli filmde Hande Doğandemir ve Yiğit Özşener'in de olduğunu belirteyim, "Başka başka?" diye soran Başka Sinema meraklıları için "Stalin'in Ölümü diye gereksiz bir şey var" diye burun kıvırarak ekleyeyim, bi' Nejat İşler olmadığım için burun kıvırırken çok çirkin durduğumu kabul edip kısa bir video arasından sonra yazıya geçeyim:
Kaybedenler Kulübü Yolda - Yolda kaybede kaybede gidiyorlar galiba, ha?
Nejat İşler, Yiğit Özşener, Hande Doğandemir, Merve Çağıran ve Rıza Kocaoğlu'nun oynadığı ama en çok da Nejat İşler'in oynadığı, Mehmet Ada Öztekin'in yazıp yönettiği filmi, "TMC tedirginlikle sunuyor". Standartlık sevmeyen, alkolü ve sigarayı seven ama en çok da kaybetmeyi seven, kaybetmeye âşık olan, kaybetmek için her şeylerini kaybetmeye hazır olan kafadar bohemler motosiklet tepesinde, rüzgara karşı kaybetmenin tadını çıkarıyor.
Mevsimlik bohem olarak göçtükleri Olimpos'ta bizim Kaybedenler... Kaan Çaydamlı (Nejat İşler), kara kaşından kara gözünden ve iki satır aforizmasından etkilenip Sevda'ya (Hande Doğandemir) âşık oluyor burada... Derken Mete Avunduk ile beraber (Yiğit Özşener) üçlü olup düşüyorlar yollara. Yollu bir filmde görmeye alışık olduğumuz üzre bol bol şarkı türkü çalınıyor, söyleniyor Ege'nin denize dik uzanan yollarında: Yavuz Çetin soloları, Nur Yoldaş yorumları, Yenik Efe Şarkısı, Somurtma Türküsü, Yöresel Mağlup Havası, Kadıköy Oturak Alemi derken Kaybedenler Orkestrasını oluşturuyoruz.
İlk filme göre biraz da yumuşak davranıyor bizim kafadarlar; küfürü, seksi bir gıdım azaltıp Nejat İşler'i öne çıkarıyorlar, kanlarındaki bohemlik oranını artırmak için alkolü ve sigarayı bir vites daha yükseltiyorlar.
- Yolumuzu bari kaybetmeseydik mk...
Neylerini kaybediyorlar yine?
Bunlar yine hiçbir şeylerine sahip çıkamıyorlar, sonra da kaybettik kaybetik diye efkarlanıp alkolle teselli buluyorlar. Tamam, kaybetmek kolay değil elbet, ben mesela geçen yeni çekilmiş 40 liramı kaybettim de o akşam efkarımdan gözüme uyku girmedi, bilirim bu durumu! Fakat bunların çok somut bir kayıpları yok gibi... En fazla Kaan bir kadına âşık olup aşkını kaybetmekten korkuyor, sonra fısıltıya yakın bir ses tonuyla, az kısık bir sesle (fısık sesle) birtakım sözler ediyor, fısık sesle ne dediği pek anlaşılmıyor ama Nejat İşler seslendirince romantik oluyor. N.İşler ağabey seksi fısıltılarıyla dürüm dese bile karizmatik olur zaten, Ali Fuat Cebesoy dese bile seksi ve romantik olur bir şekilde...
- Abi niye seksi ses tonunla sipariş veriyorsun, yanlış anladı dürümcü!
Biraz da filmi yorumlasak fena olmaz:
Bu sefer radyo yayınlarını daha az dinliyoruz ama Nejat İşler bolca monolog yaparak açığı kapatmaya çalışıyor. Bu monologlardan yer yer güzel şeyler çıkabiliyor; örneğin fotoğraf konulu monoloğu sevdim. Mete'nin de 'güzel kadın, limonlu çay ve bulunamayan kitap' diye isimlendirebileceğimiz bir tiradı var, gayet iyi ve bu konuşmalar güzel görsel ayrıntılarla desteklenince hoş oluyor. Fakat Nejat İşler'in fragmana da konan sigara repliği nedir öyle? Hani kız "Neden bu kadar çok sigara içiyorsun?" diyor da bizim Kaan "Öyle bakıyorsun ki insana başka şans tanımıyorsun" diye cevap veriyor ya...
Arkadaş, keyif verici maddeye, meşrubata anlam yüklemenin popülaritesi azalmadı mı hâlâ?! Ne bileyim, okey masasındaki yancıya sorsalar "Neden o kadar çok kivili oralet içiyorsun" diye ve yancı "Öyle oynuyorsunuz ki insana başka bir şans tanımıyorsunuz" dese anlamlı olur mu mesela?
Şu da Uber gören taksici bakışlarıyla Kaybedenler Kulübü'nün sert adamları...
Neyse ki, güzel müzikler çalıyor, kadınlar yer yer adamların karizmasını çiziyor ve de Ege'nin yaşam sevinci dolu havası ile İstanbul'un kasvetini karşılaştırmamızı sağlayacak güzel bir görsel atmosfer kuruluyor... Standart, eğlenceli, hoş bir film izliyor, film bitince de kuyruk jeneriği akarken çıkmıyoruz ki sürpriz videoyu izleyelim. O da bitince yine kalkmıyoruz ki sonraki sürprizi görelim, sürprize doyalım! Artık keyfimiz yetip de çıkmaya karar verince şöyle bi' ceplerimizi elliyoruz, koltuğumuzu kolaçan ediyoruz ki çantamızı cüzdanımızı unutmayalım, elimizdekini kaybedip sonra millete ağlamayalım!..
Favori karakterim tembel çevirmen Murat... Bana Zaytung Sinema'yı anımsatıyor...
Puan: 70 (İlk film de 70'di... Bir film daha çekseler o da 70 olur bence)
Stalin'in Ölümü (Death of Stalin) - Hep Churchill övüyoz, biraz da Stalin gömelim diyen İngiliz filmi...
Politik hicivleriyle bilindiği söylenen, ama benim bilmediğim, bilmediğim için de hiç utanmadığım, ne bileyim kendimi hiç de bile eksik hissetmediğim, en son 2009'da benzer tarzda bir politik komedi In the Loop'u yaptığını duyduğum Armando Iannucci yönetiyor. Film ise şunu anlatıyor ve şu şekilde anlatıyor:
Son günlerini yaşayan Stalin'in Sovyetlerde estirdiği baskı rüzgarını, tutuklamaları, kafaya sıkmaları, insanları balya balya kamyonete atıp gulaglara götürmeleri anlatıyor film bir yandan; diğer yandan 1953 yılında bu herif öldükten sonra Malenkov, Kruşçev ve Beria arasındaki iktidar yarışına tanık ediyor bizi... İngilizce konuşan Rus karakterleri abartıp sivrilterek de bu iktidar mücadelesini komikleştirmeye çalışıyor.
Mizah yapmaya çalışılırken Stalin'in çevresindeki herkes afedersiniz geri zekalı gibi gösteriliyor, sanki Ruslara has bir zeka gerilikleri varmış da o nedenle İngilizce aptallık yapıyorlarmış gibi... Filmin mizahı İbo Show'daki konuk güldürmeye çalışan bir başka sert bıyıklı İbrahim Tatlıses'in tarzına da benziyor. Sanki "Şappii!" deyip komiteyi zorla halaya kaldıracak, kalkmayanların topuklarına sıkacak gibi bir hava oluşuyor.
Yoldaş İbo'nun Emperyalist Pezevenkler ve Mücadele Üzerine konuşmasından...
Hayır yani, Stalin herifini sevdiğimden değil de bu filme cool İngiliz mizahı beklentisiyle gelmiştim ben, ona sinirim bozuldu! Bunun yanında sinematografi-mizansen fena durmuyor ama Stalin'in cenazesine gitmek isteyen halkı gösterirken daha kalabalık daha kaotik sahneler çekseymişler keşke... Monty Python beceriyordu bunu; hem komedi yapılıyordu hem yönetmenlik ediliyordu. Belki The Great Dictator gibi sözsüz diktatör mizahı denenebilirdi, ne bileyim Dr. Strangelove'daki gibi kara mizah ve politik gerilim harmanlanabilirdi... Ramazan eğlencesi yapar gibi Karagöz Hacivat oynatır gibi perdede Stalin-Troçki kapıştırsak bile bundan iyi olurdu be! Varsa yoksa kara propaganda, pis pis laf sokma!..
- Beraber yürüdük biz yollardaaa...
Puan: 50 (O kadar gömüp gömüp yine iyi puan verdim sanki yalnız {ne çok bağlaç kullandım bi de})
Tomb Raider "Oyundan film, Alicia Vikander'den Tomb Raider olmaz" demek için...
Angelina Jolie'nin en dudaklı olduğu zamanlarda 2001 ve 2003 yılında iki filmi yapılan, iki filmi de tat vermeyen oyun uyarlaması serinin yeni filmi... Kahramanımız Lara Croft 21 yaşında çıtı pıtı bir kadınken babasının ölümü üzerine, çok gizemli bir adaya ulaşmak zorunda oluyor ve adaya ulaşırken adım adım kahramanlaşıyor. Başrolde Ex Machina'nın bol estetikli yapay zekası Alicia Vikander var, yönetmenliği de korku filmlerinden bildiğimiz Roar Uthaug üstleniyor, dayıyor karanlığı... Alişya ise kısacık boyuyla tek adamlı aksiyon filmlerine meydan okuyarak Ihh-huhhh sesleriyle kötü adamlara karşı tek başına savaşıyor; kötü aksiyon filmi ve minyon kadın oyuncu sevenler coşuyor.
.
Diğer:
Entebbe'de 7 Gün: RoboCop gibi filminin yönetmeni José Padilha yönetiyor, 1976 yılında Tel Aviv'den Paris'e giden bir uçak kaçırılıyor, Filistin sorununa dikkat çekiliyor, bu arada paralel kurguyla bir dans gösterisi izletiliyor, hmmm bu film giderek ilgi çekici bir hal alıyor, keşke buna gitseydim ya...
Ne Var: "Türkiye'nin ve dünyanın en genç yönetmeni" diye bir ibare gördüm fragmanda, bir 5 saniye daha baktım komiklik çabalarına, sonra kapattım. En kısa fragman deneyimlerimden biri oldu...
Öldürme Arzusu: Of aman Burus, bizi de yaktın kendini de Burus, kelini görmekten sıkılır oldum oy Brus... Bruce Willis ve aksiyon klişeleri... Kötü adamlar bunun ailesini dağıtıyorlar, o da adalet bulamayınca kendi adaletini kendi sağlamak üzere alıyor tabancayı ve... Yazarken sıkıldım...
Tut Yüreğimden Anne: Yerli dram... Otizmli çocuk var... Hep ağlayalım isteniyor... Sermiyan Midyat, Naz Elmas filan var... Naz Elmas ismini bir yerden durmuştunuz ama nereden di mi? Yalnız fragmanı izlerken dramın dozu arttı birden, kadın da ölüyorum dedi lan! Dramı fazla ağır gibi... Kapattım!
Düğüm Salonu: En son Olanlar Oldu ile karşımıza çıkan, BKM memuru Hakan Algül'ün yönettiği, şu aralar Jet Sosyete'de komik çaycı oynayan Şahin Irmak'ın da senaryosuna imza attığı bir film bu... Öykü yalnız ilgi çekici; iki eski sevgilinin düğünlerini yakın salonlarda yapmasının gerilimi... Sanki geçenlerde vizyona giren Çağan Irmak filmi Benim Adım Feridun'un az kanlı hâli gibi... Yani...
SONUÇ - Ne kaybederiz?
Çabucak geldik buraya, hemencecik de toparlayalım o zaman, herkesi salonuna yollayalım: Yabancı filmlerde en çok Entebbe'de 7 Gün isimli rehine gerilimi dikkati çekiyor, arada Filistinlilere laf sokar gibi olsa da tamam tamam deyip görmezden gelebiliyoruz. Yerlilerde de 7 sene sonra gelen Kaybedenler Kulübü şans verilmeyi bekliyor. Biraz içkisi, kumarı, küfürü var ama efendi ve iyi bir yapıma benziyor. Düğüm Salonu'na da hafta içi gider merak edenlere söylerim "Yani çok da şey değil ama yine de bi şeydir..." gibi bir cümle kurabilirim.
Vizyon menüsü sarmadıysa ev sineması için Netflix'te gösterilen Annihilation'ı ısrarla öneririm, kaybettiğiniz eşyalardan ve beğenmediğiniz filmlerden ötürü mesuliyet kabul etmez, hepinizi öperim.
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Onur Ünlü'nün kredisinin ne kadar kaldığını hesaplayacağız)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et