Köpek Adası (101 Dalmaçyalı’nın diktatörlü versiyonu), İlişki Durumu: Açık İlişki (Gavatlığın karşılıklı versiyonu)
Sezon bitmek üzereyken sinemaların tatsız olduğu, yokluktan Aile Arasında'nın yeniden vizyona girdiği zamanlardayız. Vizyonun yine fakir olduğu bu hafta iki film göze çarpıyor, onlar da çok salon bulamıyor: Wes Anderson'ın ısrarla önerilesi yeni filmi, stop-motion animasyon Köpek Adası ve 'İlişki Durumu: Açık İlişki' diye bir romantik film... Tatlı köpüşlerin diktatöre karşı politik direniş yaptığı, romantik bir öyküde çiftlerin anlaşmalı olarak birbirlerini gavatladığı yenilikçi filmler bunlar...
O zaman büyük oyuncuların bağımsız yönetmeni Anderson'dan Natalie Portman'lı bir kısa film paylaşalım, yönetmenin tarzını içselleştirip 'Wes Anderson sarısı'nı iyice belleyerek yazımıza geçelim:
Köpek Adası (Isle of Dogs) - Onlarca insanın bir araya gelip mukavva mekanlar ve oyuncak köpekler yapması...
Rengarenk ve simetrik kadrajların, habire pan yapan, tilt yapan oynak kamera hareketlerinin, tonla ayrıntıya sahip set tasarımlarının ve soğuk mizahın adamı, Amerikan bağımsız sinemasının baş tacı o; Wes Anderson... Dokuzuncu uzun metraj filmiyle karşımıza çıkıyor ve Yaman Tilki'den sonraki ikinci stop-motion filmine imza atıyor. "Fotoğraf çekip hızlı hızlı oynatıvermişler işte" deme, bu süreçte 27 animasyoncu 10 asistanla çalışılmış, bunun yanında ses ekibi, set tasarımı ekibi derken, hepsine günde 2 tabldot yemek verilsee... Düşün, ne kadar para harcanmış. 3 çeşit yemekten hesapla...
- Ebemiz .ikildi çekerken...
Saçlarını ortadan ikiye ayıran kumral bir dış güç olarak Wes Anderson, Türklere laf sokuyor! Anderson, İttihat ve Terakki'yi, Osmanlı'yı filan biliyor mudur bilinmez ama kısa animasyon olup Cannes'da ödül bile aldı bu köpek katliamı, bence duymuştur. 1910'da Hayırsız Ada'da (Sivriada) yaklaşık 80 bin köpek aç ve susuz bırakılarak katledilmişti, filmin öyküsü de buna benziyor. Anderson köpek sevgisi aşılıyor, zaten filmin İngilizce ismi Isle of Dogs "I love dogs" ile aynı şekilde okunuyor.
Filmdeki öykü, yakın gelecekte ve karanlık bir ortamda millete kök söktüren Vali Kobayashi'nin, bu karaktersiz diktatörün, bu hileci manipülatörün, bu ukala cahilin, ohhh, işte bu adamın Negasaki şehrindeki köpekleri köpek gribi bahanesiyle sürmesi, kısa zamanda çöp adaya dönüşecek bir yerde karantinaya alması... Sonra bunun evlatlığı Atari'nin kendi köpeğini ve diğerlerini kurtarma çabası...
Soldan 3. köpeği Bill Murray, 4. köpeği Edward Norton seslendirdi. Ünlüleri havlatıyor adam...
Ne söylersek sinefil sanırlar?
Mültecilik, iklim değişikliği gibi birçok güncel soruna parmak basılan filmde, eski filmlere, meşhur sahnelere de göndermeler var. En başta 101 Dalmaçyalı'dan esinlenilmiş. Sonra Diktatör Kobayashi bazı yerlerde, Yurttaş Kane filmindeki Kane'i andırıyor. Ayrıca Japon kültürünün birçok öğesini kullanan filmin müziklerine dikkat ederseniz Yedi Samuray müziğini de duymanız mümkün oluyor. Bir de birçok yazıda dendiği gibi, Miyazaki'nin ilk dönem animelerine benziyor. Aslında ben fark etmedim bunu ya, fark etmiş gibi yapayım dedim, özür... Ama okuyunca "Aa harbiden benziyor ha" dedim, o da bir şey...
Bu başkanın danışmanı kime benziyor ya? Hidayet sen misin?
Yaman Tilki mi bu mu?
Wes Anderson, Küs Kardeşler Limited Şirketi filminde bazı Hint öğelerini otantik unsur olarak kullanmıştı; sevişilecek esmer kadın, rengarenk giysiler, eski binalar... İzlemesi güzeldi, belki Hintliler de şikayetçi değildi ama azıcık iticiydi ve 'oryantalizm' demesi çok havalıydı. Neyse bu sefer Japonlar ve Japon kültürü başkarakter oluyor. Ayrıca, Japonca ve İngilizce aynı anda kullanılıyor, hatta Amerikan seyircisinin altyazı okumama tavrıyla taşak geçercesine, filmin içinde tercüman bir karakter kullanılıyor. Bir de Japon savaş davullarının susmaması, savaş tamtamları gaza getiriyor. Farkında olmadan uluyoruz.
Ver mehteri...
Bir mesajı musajı yok mu bu filmin?
Oyuncaklı film deyip geçemiyoruz, medya ve siyaset kurumuna güzelce bir eleştiri getiriliyor, eleştiriye doyuyoruz. Sonra köpekler için mücadele eden Erasmus öğrencisine Kobayashi, "Dış mihrak bu" dediğinde sesli bir şekilde, Türkçe gülüyoruz. Filme afili bir yorum getirmek gerekirse; kişisel bir büyüme sancısı, toplumdaki değişme-değişememe sancısıyla beraber ele alınıyor. Bu pis yöneticiler olmasa kardeş kardeş yaşarız, kah konuşur, kah havlarız deniliyor. Afili olmayan bir söz söylemek gerekirse de, komik la... Baya komik. Nasıl çöp öğütme şeyine düşüyor ama köpekler, eheheh....
Bunda eleştirel bir bakış açısı yoktu ama bu da komikti, eheheh...
Puan: 2018'in En İyi Filmleri listesine stop-motion bir şekilde göz kırpan bir 90
İlişki Durumu: Açık İlişki (Permission) - Senin benim yapabileceğimiz şeyler değil sanki...
Sondan başlayalım: Filmin IMDB puanı 5.2... Belli ki filmi IMDB’de çoğunlukla çiftler oylamış ve oldukça düşük bir puan vermişler. Filmin tek eşli bir romantik komedi olmamasını kınayıp “Haydi hayatım şu poligamisine tükürdüğüm filme 1 verelim" diyerek ortak Facebook hesaplarından IMDB'ye girmişler. Bence... Neyse, filmi Brian Crano diye biri yönetiyor. Aynı zamanda filmin yapımcılarından olan Rebecca Hall ve de Dan Stevens'ın oynadığı çift, öykünün merkezinde yer alıyor.
Filmin türü romantik komedi-dram gibi görünse de çok alakası yok... Aslında romantik başladığını söyleyebiliriz. Bir adet eşcinsel çift ve bir adet heteroseksüel çift bir masada oturuyor, o arada Dan Stevens, Rebeca Hall'a evlenme teklifi hazırlığında. Fakat o sırada sarhoş olan, Morgan Spector'ın oynadığı arkadaşları “Yav 30 yaşınıza gelmişsiniz, başka kimseyle sevişmemişsiniz, 10 senedir aynı adam-aynı kadın, üff püff” diyor ve anlıyoruz ki bunların beynine girmeyi başarıyor. Bunun üzerine çiftimiz bir anlaşma yapıyor; “E madem modern bir Batı toplumuyuz, biraz da başkalarıyla takılak”...
Sonra öykü bu şekilde dallanıp budaklanıyor, çiftin birbirlerini ve kendilerini sorgulamaları derken, romantik film bahanesine azıcık yiyişiriz diye sinemaya gelen çiftler, çok eşliliğe hazır olmadıkları bir giriş yapıp azıcık utanıyor.
Herifin bu tarzını çok sevdim yalnız, ben de deneyeceğim evde...
Çok eşlilik biraz çok değil mi?
Filmi izlediğim salon, tamamen çiftlerden oluşuyordu, filmin ismindeki Açık İlişki kısmına dikkat etmeden gelmiş, sıkılmış çiftlerden... Arkamda bitmek bilmeyen bir çift uğultusu vardı. Keşke güzel güzel yiyişselerdi, o sesleri duysaydım ama maalesef ne olduğunu anlamadığım kesintisiz bir fısıldaşma duydum. Galiba sürekli kendi kendilerine konuşarak filmin önerdiği açık ilişki olgusu kafalarına girmesin diye kendilerini kasıyorlardı; “Banane banane, öyle değil öyle değil” diye tekrarlayıp duruyor olabilirlerdi. Veya nefes almadan, aralıksız bir şekilde birbirlerini telkin etmeleri de olasıydı; “Hayıraşkımböylebirşeyyokhayırbenceçoksaçmatövbe” diyerek...
Galiba sert aşklara, ömürlük sevdalara, "Ya benimsin ya kara toprağın" gibi sözlere, psikopat aşıklara, ihanet dolu entrikalara alışkın izleyiciler için, bu kadar anlayışlı bir çift ağır geldi.
- Senin skor kaç oldu şimdi? Doğru söyle bak...
Milletten bize ne, sen ne anladın?
Senaryoyu sevdim ben. İlişki alışkanlıklarının hem kolay değişebileceğini hem de değişmesinin zor olduğunu güzelce bildirdi. Filmi yazıp yöneten Brian Crano da ikinci uzun metrajı olduğunu belli etti, olayı çok derinleştiremedi ama ortaya güzel bir soru attı, "Ben söyleyeceğimi söyledim" diyerek gitti. Genelde iç mekanlardan oluşan çekimleri temiz ama daha cesur hamleler yapılabilirmiş. Öyle olsa, en azından bolca sevişme sahnesi izleriz diye gelenler boynu bükük ayrılmazmış. Barselona Barselona filminde bile çok soyunmamayı başaran Rebeca Hall, burada da oldukça direnmiş.
Finalde, filmde görünen kişilerin tamamı el ele tutuşarak çıplak bir şekilde, tiyatrodaki gibi seyirciye selam verse de güzel olurmuş (Yuh be, nasıl fanteziler var benim kafamda?!)...
Yalnız kadrajı erkeğin meme ucuna göre ayarlamaları da gözümden kaçmadı...
Puan: Eş başına 10 (Toplamda 70 filan)
Cici Babam - BKM, yine analı babalı bir film çekmiş...
Dedemin Fişi'ni de yöneten Meltem Bozoflu yönetiyor, yine Güldür Güldür ekibi yazarları yazıyor ve Güldür Güldür oyuncuları oynuyor. BKM yine bir aile komedisi çeviriyor, Güldür Güldür oyuncularını rahat bırakmıyor, sanki mevsimlik işçilermiş gibi tatilde de filmde oynatıp 3 mevsim sonra vizyona sokuyor. Şiveli birtakım kardeşler, marjnal tipli bir Mahir İpek'in oynadığı cici babaya karşı mücadele ediyor, annelerinin evlenmelerini istemiyor. Bazı yerleri eğlenceli duruyor. Bazı yerleri de durmuyor.
Diğer:
Bütün Saadetler Mümkündür: Selman Kılıçaslan yönetiyor, birkaç festival gezdikten sonra gecikmeli olarak vizyona giriyor. Fragmanda tren filan geçiyor, yağmur filan yağıyor, yaşlı adam filan var. Filan...
Horoz Bayram: Mustafa Diyar Demirsoy yönetiyor bu komedi filmini, fragmanın ilk 10 saniyesinde niteliği anlaşılıyor, ama tam olarak ne anlattığı 2 buçuk dakika izleyince de anlaşılmıyor.
Maşa ile Koca Ayı 2: Bu Rus animasyonunun ikincisinde yine Maşa isimli küçük kız ile sirkten emekli ayı Mişka'nın macerası gösterildi. Filmin tanıtımları ise daha çok seslendirme kadrosu üzerinden döndü, Enes Batur abileri fragmanda çocuklara seslendi. Herkesin sempatik bulduğu ama bence antipatik bir çocuk olan -şimdi küçücük çocuğa kötü duygu beslemiş gibi olmayayım ama- Çitos Efe de bu kadro arasında yerini aldı.
Sonunda animasyon afişine de 10 tane kafa koymayı başardınız ya, helal...
Sandık: Yerli bir zombi filmi olduğu için özgün duruyor. Kötü efektlere sahip olması ise hiç özgün durmuyor, para yok gibi duruyor.
Vallahi Hortladı: Volkan Adıyaman yazıp yönetiyor, fragmanın başında "Aa ne güzel, yaratıcı konu" dedim, sonlara doğru biraz önce konuyu beğenen kendimden özeleştiri istedim. 14 kişinin, ölümsüzlüğe kavuşmak için dünyaya gelen kral Nam-Sis'e karşı gelmeye çalışmalarını anlatıyormuş.
Winchester Gizemli Ev: "Tarihin gördüğü en perili evde" diye bir şey yazıyor fragmanda, vallahi ben bu filmi ciddiye alamayacağım. Winchester Evi'nin gerçek öyküsü ise filmden daha ilginç, aha şurda...
Zamanda Kıvrılma: Bu yılki Cannes jürisine de alınan Ava DuVernay yönetiyor, karakterler itibarıyla ergen kesime hitap ediyor. Bilim insanı babasının kaybolmasının ardından onu arayan ve kendisini kozmik bir macerada bulan Meg'in öyküsü, klasik bir romandan uyarlanıyor. İlginç duruyor, şans verilesi duruyor, çocuklara uzay-zaman öğretip kafalarını karıştırmalık duruyor.
SONUÇ - Özetle, köpekli film mi?
Evet özetlersek az üstteki Zamanda Kıvrılma filmiyle en üstteki Köpek Adası filmi, haftanın her yaşa önerilebilir filmleri oluyor. Eli yüzü düzgün, elmacık kemikleri çıkık, dudakları dolgun bir film olarak da İlişki Durumu: Açık İlişki mevcut... Kalabalık bir şekilde gidip film sonunda polemik yapılası, sandalyeleri havada uçurası, tartışmayı olaylı MHP kongresi boyutuna getiresi... Son olarak, içimden geldi, size en beğendiğim Wes Anderson filmlerini sıralayayım, sonra da bu haftalık veda edeyim:
1) Büyük Budapeşte Oteli 2) Köpek Adası 3) Yaman Tilki 4) Tenenbaum Ailesi 5) Yükselen Ay Krallığı
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya 70 pelerinlinin aynı filmde savaştığı Avengers: Sonsuzluk Savaşı konuşacağız)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et