Pablo Escobar'ı Sevmek (Uyuşturucu baronu ve psikopat ama yüreği temiz...)
Geçen hafta “Bu filmler ne la, kalem oynatmam bunlara” anlayışıyla yazmadıydık, bu hafta ise gayet zengin bir vizyonla karşılaştık... Öne çıkan film, Narcos'un verdiği gazla çoğunun hayran olduğu psikopat uyuşturucu taciri Escobar’ın ekmeğini yiyen bir yapım; Loving Pablo… Bir diğeri, "Keanu Reeves kirli sakalının ekmeğini daha ne kadar yeriz?" sosyal deneyinin ürünü olan Sibirya filmi… Bir başkası, bol bacak, göğüs ve poponun ekmeğini yemeye çalışan 'Kısmet, Sevgilim: İlk Şarkı'. Son olarak, Purge serisinin ekmeği yenmemiş taraflarından oluşan, İlk Arınma Gecesi...
"Herkes ekmeğinin peşinde yani" diyerek zamanının efsane dizisi Ekmek Teknesi’nden bir video koyayım bari şuraya… Eheh, nasıl bağladım ama?
Pablo Escobar'ı Sevmek (Loving Pablo) – Bardem'in takma göbeğini Cruz'un abartılı makyajını da mı sevmek?
Filmi, en çok Güneşli Pazartesiler filmini bildiğimiz, son olarak Mükemmel Bir Gün’ü çeken İspanyol yönetmen Fernando León de Aranoa yönetti. Ayrıca, İspanya deyince 'boğa', 'Barcelona' ve 'flamenko dansı'ndan sonra akla gelen Javier Bardem ve Penelope Cruz başrollerde oynadı. Kolombiya’nın milli değeri, 80’lerin dünya kokain tekeli, Netflix döneminin yeni nesil gençlere de tanıtmayı bir borç bildiği Pablo Escobar, biyografik bir filmle vizyonumuza geldi.
Neler oluyor?
Escobar’ın hızlı yükselişini, zirvesini ve düşüşünü önemli pozisyonlarıyla izliyoruz. Metresi olarak tanımlayabileceğimiz gazeteci-televizyoncu Virginia Vallejo'nun anılarından uyarlanan filmde, olanları onun gözünden görüyoruz. Pablo dolar milyarderi olmasına rağmen daha güçlü olmak istiyor, saygı istiyor, ABD'ye teslim olmamak istiyor. ABD ise "Ulan bizim bütün Miami'nin kokain paraları buna gidiyor, Miami kokain esnafı kepenk kapatmak üzere" anlayışıyla Pablo'nun peşini bırakmıyor. Bu arada Medellin bölgesinin yoksulları da "Yol yaptı, ev yaptı" anlayışıyla bu Pablo psikopatının kıçından ayrılmıyor, özellikle gençler gönüllü fedai oluyor, sicario oluyor.
Eline tesbih, önüne nargile koysan sırıtmayası bir poz...
Nasıl oluyor da oluyor?
Escobar'ın kişiliğine tüm yönleriyle eğilinmiş gibi. Şefkatli halleri de eğlenceli yanları da aile babası özellikleri de suikast-katliam seven vahşi tarafları da gösteriliyor. Gösteriliyor ama çok derinine inilmiyor. Oğlunun anlattıklarından yola çıkılsaymış da sadece aile babası tarafına odaklanılsaymış daha iyi olabilirmiş mesela... Gerçi oğlu da söyleşilerinde babasının kötü yanlarını inkar edip duruyor, neredeyse "Ne kokaini ya emlakçıydı benim babam" diyecek, ondan yola çıkmak da sağlıklı olmayabilirmiş.
Gazeteci abla ise biraz karikatür kalıyor gibi. Yer yer Escobar da karikatürize oluyor. İki oyuncu da yeteneklerini sergiliyor, olabildiğince ete kemiğe büründürüyor karakterlerini ama bazen de çok şov yapıyorlar gibi... Gözlerimiz Narcos'un Brezilyalı yeteneği Wagner Moura'yı arıyor.
Özleniyorsun Narcos Reis...
Deniz Seki?
Aksiyon ile gerilim arasında bir denge tutturulmuş gibi... Özelikle Pablo'nun kaçak olduğu yerler güzel çekilmiş. Fakat, filme bir Latin Amerika sıcaklığı verelim diye, bazı yerler gereksiz eğlenceli bir şekilde gösterilmiş, politik-gerilim kısmı gölgede kalmış. Hayır yani, Escobar'la ilişkili bir film olan Barry Seal'de zaten eğlenceli bir teknikle göstermişlerdi bu kirli işleri, siz keşke politik gerilim kısmına odaklanaydınız... 'Yoksul ama eğlenceli memleket' anlamına gelen eğlenceli müzik de ayıp oluyor biraz yani... Biri senin yoksulluğunun üzerine saksafon çalsa hoşuna gider mi?
Bir de keşke Pablo'nun, kızı ısınsın diye para yaktığı meşhur olay da gösterilseymiş. Madem İngilizce konuşan seyirci böyle istiyor diye İspanyolca aksan katarak İngilizce çektiniz güzelim Kolombiya öyküsünü, o zaman millet bunu da istiyor, para da yakacaksınız kardeşim! Çatır çatır yakacaksınız!
- Şuraya da millet coffe shop'u açacağız. Kokain bedava olacak...
Özetle: Narcos dizisinin de The Two Escobars belgeselinin de Barry Seal filminin de gerisinde...
Puan: "Narcos'un ortalama bir bölümü ayarında ya işte" anlamında bir 60
Sibirya (Siberia) - Yaz sıcağında buz gibi bir ülkeyle serinleyesi...
Kendisini belki Frank & Lola filminden hatırlayacağınız Matthew Ross yönetiyor. Filmin asıl numarası ise yöneten değil, yönetilen bir isim; başroldeki Keanu Reeves... Fragmanı izleyince John Wick'teki gibi kirli sakallı ve takım elbiseli bir Keanu Reeves herkesi dövecek beklentisi oluşuyor:
Bütün Rusya'yı dövüyor mu?
Dövmüyor. Sanıyoruz ki Keanu abey paltosunu kirletmeden birilerini yumruklar, birilerine sıkar biz de gaza gelip "Çukuuur" deriz. Nasıl enteresan tiplersek artık biz de... Ama aslında gayet naif ve zayıf bir adamı, Lucas'ı oynuyor. Bu adam bir elmas taciri, Rusya'da bir takım tiplere, sert ve sulu elmas satmaya çalışıyor. Elmasların çoğu Rus ortağında ama herif ortada yok, ortada olmadığı gibi sonrasında çıkıp "Siyasetçiler neredesiniz" diye tweet atıyor. Bizimki ise bir barda tanıştığı bir Rusla fingirdiyor, dövüş izleyeceğiz derken seviş izliyoruz. Bir sahnede göğüs, bir sahnede bacak görerek kafamızda beden tamamlıyor, başka bir sahnede Keanu ağabeyin basen bölgesine tanık oluyoruz.
- Yok abi sağ ol, ben bıraktım...
"E ne oluyor peki?" diye soracak olursak...
Filmde kayda değer hiçbir şey olmuyor. Ve bir şey olmaması olayını çok sevdim lan! 1 saat 45 dakika izledim, ana haber bültenine malzeme olacak kadar bile olay çıkmadı filmden. Süper... Ben normalde de durum öyküsü severim, Rus bozkırında kendi kendine takılan Niyuta severim, Volodya severim, Olimpiada Yegorovna Hılikina severim. İyi geldi. Zaten büyütülecek bir şey yoktu, sattığı elmaslar küçücük şeylerdi, bu minnak şeylerin bu kadar değerli olması ne saçmaydı. Oysa Sibirya öyle miydi? O çok büyüktü, insana küçüklüğünü hissettirirdi. Peki çare neydi? Çare aşktı, Rus soğuğunda ısıtacak, asıl mutluluğun maddiyatta olmadığını anlatacak...
- Doğalgazlı bir eve çıkabilecek miyiz hayatım?
Ne bileyim biraz da bu şekilde anlamlar çıkarmaya çalıştım ama sanki çok çıkmadı ya. Çok kastım di mi, Çehov öyküsü mü ulan bu?! Belki mekan çekimleriyle kasaba ortamını, bozkır ıssızlığını hissettirselermiş, şöyle bol drone çekimiyle orman alsalarmış, ne bileyim ayı gösterselermiş... O zaman daha iyi bir şey olurdu. Bir ayı bile göremeyeceksek Rusya'da ne işimiz var ki ya?! Anlatabiliyorum di mi? Gitmişler, onun yerine ayı gibi bir Rus mafyası göstermişler, o da klişe kalmış. Bir de Keanu yine gereğinden fazla gizemli olmuş. Bu adam da öyle öyle klişeleşti...
- Elmas diye nazar boncuğu kakalamışlar lan!
Puan: Abdurrahman Çelebi anlamına gelen bir 70
Kısmet, Sevgilim: İlk Şarkı (Mektoub, My Love: Canto Uno) - 170 dakikalık bir tatil story'si...
Abdellatif Kechiche diyeyim. Çoğunuzun kafasında çok bir şey canlanmadı gibi... O zaman şöyle diyelim; Mavi En Sıcak Renktir... Şimdi sevişen mavi saçlı lezbiyeni hatırladın ve bir şeyler canlandı di mi? "Aaa bizim Abdurrahman Keçiş" dedin di mi? Tamamsan devam ediyorum... Kechiche iki film olarak tasarlamış bu öyküyü, bir kitaptan uyarlayıp birinci filmi 175 dakika şeklinde çekmiş.
Amatör mü eğlendiriyor?
Filmde çoğunlukla amatör oyuncularla, en azından amatör bir ruhla çalışıldığı hissediliyor. Bol bol plaj görüyoruz, yaz akşamı eğlencesi görüyoruz, herkes amatör doğallıklarını konuşturuyor. Amin isminde, Paris'te senaryo yazan, fotoğrafçılık yapan bir arkadaş var, yaz geldiğinde bir yaz beldesi olan memleketi Sete'ye geliyor, akrabaları da burada restoran işletiyor. Yalnız tüm akrabalar eğlenmesini, sevişmesini bilen insanlarken bizimki tam ayak uyduramıyor. 175 dk boyunca Amin'in utangaç gülümsemesini ve karşısındaki bikinili arkadaşları izliyor, bol dedikodu gıybet dinliyor ve dakika 110-120 civarlarında patlıyoruz: "Bunlardan bize ne laan?!"
Sürekli kız kanka derdi dinleyip gülümseyen bir Meriç: Amin...
Değer mi?
Değerlendirmeye, en alakasız yerinden başlayayım; kadınlardan biri Vildan Atasever'e benziyor. Evet, devam edelim: Filmin büyük bölümü akıcı bir şekilde izleniyor, eğer başkalarının tatilini kıskanan bir tip değilseniz eğlenceli oluyor. Aslında gerçekçi sinema olarak düşünüldüğünde başarılı bir yapım; diyaloglar çok doğal duruyor ve sanki her şey o anda konuşuluyormuş gibi hissediliyor. Hiçbir replik batmıyor yani... Bir de bir koyunun doğum sahnesi var ki baya etkileyici... Bazıları izleyince "Konuyla alakası yok, sevmedim" dedi ama ben "Konuyla alakası yok zaten koyunla alakası var" diyerek onları ikna etmeye çalıştım. Bence fena bir argüman değildi...
"Biz de koyun koyuna uzansak ya şöyle, hihihi" gülümsemesi...
What is twerk? How to twerk?
Film uzadıkça uzuyor, esnedikçe esniyor, özellikle gece eğlencesi sekansında, kameraya karşı popo sallayan kadınlar, twerk yapan bacılar bayıyor. Tamam cinsel özgürlük üzerine düşündürüyor sayılabilir ama 20 dakika boyunca popo sallama görünce popo dahil her şeye yabancılaşıyoruz. Bazıları, bu tip sahnelerin 'bedenin metalaşması' üzerine olduğunu söylese de yönetmen daha çok "...sonra herkes bahçivana" fantezisi çekmiş gibi duruyor.
Filmin kısa bir özeti...
Aslında herkesin libido coşkusu içinde hâlinden memnun olduğu bir fantezi diyarı sunuluyor. Fakat biraz daha karmaşık entrikalar, izleyeni sorgulatacak düşünsel parçalar gerekiyor. Bu şekilde en fazla konulu pornonun ‘konulu’ kısmı gibi duruyor ve "Eee asıl muhabbete ne zaman geçilecek" diye sorgulatıyor. Amin’in Paris'teki sanat yaşamından dolayı sanat üzerine biraz düşündürecek gibi oluyor ama aslında tam olmuyor. Yo yo hiç olmuyor.
İsterseniz şuna bakıp "Bizim Vildan'a benziyor sanki ya" diye sorgulayabilirsiniz.
Puan: 55 (İFF yazımda 50 vermiştim, sıcaklılar artınca filmi de 5 puan artırmaya karar verdim)
İlk Arınma Gecesi (The First Purge) - ABD vatandaşında 'ilk gece' korkusu...
Evet bu seri giderek politikleşerek neredeyse senede bir film çıkarır oldu. Hatırlarsanız iki yıl önce tam da bu zamanlar Arınma Gecesi: Seçim Yılı girmişti vizyona, politik dozu önceki iki filme göre de baya artırılmıştı. Bu film ise, senede bir gün milletin birbirine daşlı sopalı daldığı, Yeni Amerika'ın bu vahşi etkinliğinin en başına gidiyor; pilot bir bölgede yapılan ilk Arınma Gecesi'ne odaklanıyoruz. Yine politik kısmının sağlam, gerilim kısmının ise söylemesi ayıp, hafif dandirik olduğunu tahmin edebilirsiniz. Serinin yaratıcısı James DeMonaco yazıyor yine, yönetmen ise Gerard McMurray... Geriltirken düşündürtüyorre...
Diğer:
Eski Köye Yeni Adet: Konusu eğlenceli görünüyor. 90'ların sonunda bir gün köye bir sağlık ekibi geliyor ve bir doğum kontrol yöntemi olarak kadınlara spiral takıyor. Erkekler anlam veremiyor, bunu bir dinleme cihazı sanıyor. Güzel. Peki bu espri 102 dakikayı götürür mü ki? Hmm... Mmm...
Fenomen: Bu yerli yapımda, sosyal medya konulu bir gerilim öyküsü yaratılmış. Sosyal medyada fenomenleşmek için her şeyi yapanlara çakılıyor. Eyvallah ama, sokak müziği dinlerken 30 kişinin aynı anda canlı yayın açmasına çakmazsan eksik kalır o konu...
Kod Adı: Sosisli: Torsten Künstler yönetiyor, Theo ve Luke adlı iki polis memurunun sakar ve şapşal macerası ele alınıyor. Kötü filmlerin unutulmaz yapımcısı Özen Film'den...
Mamma Mia! Yeniden Başlıyoruz: ABBA diye İsveçli bir grup var ya, şirin şirin şarkıları var, şöyle mırıldansam hatırlarsın, onların şarkılardan oluşan bir müzikal yapmışlardı 10 yıl önce. Hani eskiden albüm şeklinde film yapmak modaymış ya -ki en iyi örneği The Wall filmidir- onun gibi, biraz daha hafifi... Şimdi o filmin ikincisi çıktı, bu sefer Meryl Streep yok, onun Donna karakterinin geçmişine dönüyoruz. Donna'nın geçmişini ise en son En Karanlık Saat'te oynayan ve yüzünü pek datlı bulduğum Lily James oynuyor.
SONUÇ - Aslında bir sinema havası var gibi di mi?
Evet bu hafta elle tutulur fazlaca seçeneğimiz var... Ben olsam İlk Arınma Gecesi'ne giderdim mesela. Evet gidemedim ben ona ya, eheh, hafta içi param denkleşirse gideyim. Sonra sessiz sakin, soğuk ve kirli sakallı bir film olan Sibirya'yı da öneririm. Pablo Escobar'ı Sevmek filmini de Escobar'a ve Javier Bardem'e çok meraklıysanız deneyim etmenizi salık veririm. Kısmet, Sevgilim filmi de her ne kadar 'kısmet' diye bir çeviriye maruz kalsa ve 175 dk olsa bile, bir Fransız kasabasında bol seksli tatil fantezisi kurmak için ideal...
Ee müzikal komedi biçiminde eğlenmek için Mamma Mia'ya da gidilir, yerli eğlenmek istiyorum diyenler Eski Köye Yeni Adet'in yolunu da tutabilir. Verdikçe veriyor vizyon, değerini bilin, haftaya kadar kendinize iyi bakın...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Tom Cruise var, görevi yine tehlike)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et