Mission: Impossible - Yansımalar ("Tom Cruise’un hala helikopterden atlayabildiğini bütün dünya görmeli" serisinin 6. filmi)
Ne zamandır söylemek istiyordum, artık zamanı geldi: IMDB puanı nedir ya?! Neden bu kadar önem veriyorsunuz kuzum bu Ayemdibi denen Hollywood emperyalizminin aracına? Evet, emperyalizm... Lütfen kurtarın kendinizi başkalarının ortalamalarından, kendi puanlama gücünüzün farkına varın ve kimsenin keşif yapmanızı engellemesine izin vermeyin! Anlaştık mı? Ben de bu hafta IMDB puanı 7'nin altında olan iki filmi oldukça beğendim, mis gibi de etkilendim. Hangileri olduğunu aşağıda belirteceğim.
Bir de tabii ki IMDB puanı oldukça uçuk olan Mission Impossible serisinin yeni filmini de bol bol irdeleyeceğim. Tom Cruise da konuşacağız yani merak etme. Önce filme dair şu videoyu izle de:
Valla bu adamı da taşeron işçi gibi çalıştırıyorlar...
Mission: Impossible - Yansımalar (Mission: Impossible - Fallout) - Yaşlanmamak için sürekli adrenalinli film çekmek zorunda olan Tom Cruise'un dramı...
1996'dan itibaren 'sabit Tom Cruise + farklı bir yönetmen' formülüyle çekilen filmlerle seriye dönüşen, Görevimiz Tehlike diye bildiğimiz ve M:I diye kısalttığımız bir ajan fenomeninin altıncı filmi geldi. Yine Cruise'un tehlikeli sahnelerde dublör kullanmadığı, "valla öleyazdığı" ve her şeyin oldukça CGI'sız olduğu vurgulandı, helikoptere tutunmuş Cruise ve bıyıklı Henry Cavill fotoğraflarıyla tanıtıldı film... Filmi, zamanında, hey gidi hey, Olağan Şüpheliler'in senaryosunu yazan, bu aralar ise "Tom Cruise zıplar ben çekerim" şiarıyla işler yapan, 5. film'in de yönetmeni Christopher McQuarrie yönetti...
Görevimiz Tehlike serisi klişeleşeli ('klişeleşeli' demek zevkliymiş bu arada) çok oldu. Formül belli: Tom Cruise'a, yani Ethan Hunt'a kendini yok eden bir mesaj gelir, "Hoşuna giderse senin için bir görevimiz var" denir, en geç yarım saat içinde Ethan çok yüksek bir yere çıkar, birkaç kez düşecek gibi olur, filmin her perdesinde izleyici döt etmeye yönelik sürprizler yapılır. Ayrıca bizim Ethan bildiğinden şaşmaz, doğaçlama takılır ve sık sık "Üzerinde çalışıyorum", "Hallederiz" "Şşş, o iş bende" gibi laflar eder.
Bu filmde de yine CIA IMF’ye (Impossible Missions Force) burun kıvırıyor, dünyayı havaya uçurmak isteyen bir grup, kablo kesilerek imha edilebilen bir bomba yapıyor, hiçbir şeye hayır diyemediği için istihbaratının verdiği tüm görevleri kabul eden Ethan “CIA'yi ciktir et ben tek başıma dalarım” diyor. Yancıları dur la biz de gelek diye takılıyor peşine, maskeler takılıyor, macera başlıyor.
- Bu park etme olayını da oldum olası beceremem...
Hiperaktifliğiniz kime?
Her ajan-kahramanın kendine kötü bir huyu, bir eksikliği vardır. Jason Bourne mesela unutkandır, isim hafızası fena değildir ama yüzleri hatırlamaz. James Bond fazla kasıntı ve dötü kalkık bir ajandır, kalkık dötünü takım elbiseyle kapatmaya çalışır. Gelelim Ethan Hunt’a… Bu da hiperaktif! Düşün, partiye giderken bile paraşüt kullanıyor, ayağı sekerken bile dört nala koşmak istiyor, millet direksiyon kurslarında bile elini ayağını karıştırırken bu LAP diye helikopter kullanmayı çözüveriyor.
Dötünün üstüne oturmuyor! Oturduğunda da dizini yukarı aşağıya sallamaya başlıyor, "Bari böyle oturuyoruz beni sandalyeyle uçağa çıkarıp 25 bin feet'ten atsanıza" diyor. Tabii içte ve dışta çok düşmanı var, rahat durmasının imkanı yok, sürekli dövüşüyor ve bu noktada Ethan’ın diğer meşhur ajanlardan başka bir farkını görüyoruz: Çok güzel dayak yiyor. Sempatik yumruklanıyor. Albenili tekmeleniyor.
- Kayalara geldik yine...
Konu çok dağıldı galiba yine... Şöyle yapayım, filmi madde madde çözeyim, beğendiğim yerleri sıralayayım:
* Aslında kimin hangi kuruma nasıl çalıştığı çok belli olmuyor, sürpriz hamlelerden sonra ise ortalık iyice karışıyor, senaryo zorlama durabiliyor. Ama filmin birincil amacı da bu değil. Filme gittiğim arkadaşla, bunun farkına vararak gösterim öncesi anlaştık. Dedik ki: "Bu bir ajan filmi, çok sorgulamayacağız, dogmatik düşüneceğiz, skolastik bakacağız." Bunlar, dedik M:I'ın kutsal buyrukları ve bir ibadet biçimi olarak hop oturup hop kalkacağız dedik. Allah kabul etsin...
'Uçan Tom Cruise'a inanıyoruz biz...
* Mesaj güzel... Ethan’ın düşmanlarla savaşırken kimseyi feda etmemesi, bir kişinin ölümünü bile göze almaması güzel, takdir edilesi... Böylece 'devlet görevi için harcanması gereken insan' algısının dışına çıkılabiliyor. "Elalemin enayisi sen misin ya, o kadar meraklıysa devlet gitsin kendi ölsün" algısı oluşabiliyor.
* Bu filmle aynı zamanda çekildiği için M:I için bıraktığı bıyıkları Justice League'de CGI ile silinen, CGI'ın yapay durması yüzünden, acemi berber tarafından bıyıkları yamuk kesilmiş gibi duran Henry Cavill, 'sert CIA ajanı' rolüne uyuyor. Fakat bazı yerlerde çok poz duruyor, iki adam yumruklayıp bir kameraya bakıyor gibi...
- Ooo, paltonun altından bile görülebilen Superman dötü...
* Müziği yerinde kullanmışlar, bu da aksiyonun etkisini artırmış. Karanlık atmosfer sağlanmış, aksiyon sekanslarında güzel bir ritim tutturulmuş. Paris'teki kaçma-kovalamaca sahneleri kıvrak bir şekilde çekilmiş. Bildiğin rüzgarı duyuyoruz yani. Hatta yer yer hissediliyor da... Bu salonun kliması nereden kısılıyor ya?
* Tom Cruise filmdeki helikopter kullanma sahnesi için özel ders almış, 2000 saat helikopterle uçmuş. Zaten filmdeki yüksek irtifa atlayışını kendisi yaparak 25 bin feet’ten atlamış, çatılardan zıplarken de ayağını kırıvermiş. İşte tüm bu çabalar hep bize kaliteli aksiyon yaşatmak için (tabii biraz para kazanıyor da olabilirler)... Bunları düşünüp izleyince filmin gözünüzdeki değeri de artıyor.
Sen o kadar ders al, hala insan gibi ineme helkopterden...
Puan: 75-80 (Tom Cruise yükseğe çıktıkça yükseliyor)
Sıkı Dostlar (Last Flag Flying) - 50 küsur yaşına gelmiş ve hâlâ askerlik anısı anlatan birtakım adamlar
Filmlerinde karakterlerin sürekli çeşitli konular hakkında vidi vidi yaptığı, en çok da Before serisinden ve 2015 Oscar töreninde Birdman'le kapışan Boyhood filminden tanıdığımız Richard Linklater yönetiyor. Film, 1973 yapımı The Last Detail filminin öyküsünün devamı ve yine Darryl Ponicsan'ın romanından uyarlama. Hal Ashby'nin yönettiği eski filmde Jack Nicholson'ın serseri gençliği vardı, bu yapımda da yine yok yok: Bryan Cranston (Breaking Bad Abi), Laurence Fishburne (Matrix Usta) ve Steve Carell...
Kelimeler albayım, bazı anlamlara geliyor mu?
Zamanında Vietnam'da savaşmış, çeşitli travmalara maruz kalmış üç arkadaş yıllar sonra buluşuyor. 2003'te geçiyor öykümüz ve bu sefer Irak'ta oğluşunu kaybeden Doc (Steve Carell), bir bar işleten serseri tipli Sal (Bryan Cranston) ile eski serseriliklerini bırakıp bir kiliseye bakarak rahip, papaz gibi bir şey olan Richard'ı (Laurence Fishburne) buluyor. Oğlunun cenazesinde eski dostlarının da yanında bulunmasını istiyor Doc... Derken, cenazeye giderken gelirken bir yol arkadaşlığı başlıyor.
Bu yolculuk sırasında terörizm korkusunu da, devlet terörünü de az buçuk görme şansımız oluyor, üç eski dost birbirlerini yeniden tanıyor. 'Yolda didişip didişip dostluk pekiştiren kafadarlar' türünde datlı bir Linklater filmi izliyoruz.
10 dakikadır gözlerimi şu gif'ten ayıramıyorum. Biri gelip kurtarsın beni...
Yolculuk nasıldı, rahat geldiler mi?
Arada müziğin kestiği diyaloglarla ilerleyen filmde Breaking Bad Abi, Matrix Usta rollerinin hakkını veriyor ama özellikle Steve Carell müthiş oynuyor. Bizimkiler araç değiştirip duruyor ve her molalarında zamanın hem değiştiğini hem değişmediğini anlıyoruz. Anlıyoruz ki; insanlar değişir ama devlet aynı kalır. Politik mevzular ve eskiye dair boş goygoylar aynı anda dönüyor. Bazen cep telefonlarından bahsediliyor, bazen Bush'a giydiriliyor. Zaten Bush'u bir günlüğüne, Linklater abimle belgeselci Michael Moore'a versen, üzerine oturup sabaha kadar tokatlar bunlar.
İşbu filmde, niye savaştığımız, kim uğruna öldüğümüz, askerliğin ve dinin anlamı-anlamsızlığı, didaktik bir seviyeye varmadan güzelce sorgulanıyor. Ama hâlâ bedellideki şu 3 hafta temel eğitim mevzusunu anlamıyoruz. Ayrıca yanımızda telefon getirebiliyor muyuz ya?
3 ay zorunlu yapıyormuşsun, sonraki 6 ayın parasını peşin verince gerisi bedelli oluyormuş...
Puan: IMDB Puanı 6.9'a tokat atarcasına 80
Dev Avcısı (I Kill Giants) - 12 yaşında temiz delirmiş bir kızın öyküsü...
Film, Danimarkalı yönetmen Anders Walter'ın ilk uzun metrajı imiş. Tür olarak 'devli fantastik dram' diyebiliyoruz ve bir çizgi roman serisinin uyarlaması olduğunu biliyoruz. Filmin başrollerinde ise şunlar var: Galaksinin Koruyucuları'nın Gamorra'sı olarak bildiğimiz ve suratı yeşil olmayınca tanıyamadığımız Zoe Saldana ile büyüme çağındaki 16'lık oyuncumuz Madison Wolfe...
Dev de bize mi dev?
12 yaşında bir kızımız var, ismi Barbara, kendisi gerçeklikten kaça kaça gerçeklikten kopmuş artık iyice, afedersin deli gibi bir şey olmuş. Öyle ki izlerken çoğu yerde baya güldüm ben, şunun tipe bak ahahah diye eğlenirken okulda onu köşeye kıstıran kötü kız gibi oldum. Ama ben şirinliğine güldüm daha çok tabii; olmayan sinekleri kovalamaya çalışan bizim evdeki şirin kediymiş gibi... Neyse işte, bu Barbara kızımız devlere inanıyor ve kasabasına yaklaşan devlerle savaşıp kasabayı kurtaracağını düşünüyor. Bakalım kurtarabilecek mi? Belki o değil de biz yanılıyoruzdur. Olamaz mı? Olabilir.
- Yavuz Bingöl röportajlarını okudukça insan kendi hâline şükrediyor...
Devlet devsizlere dev versin...
Yalnız ve kendisini gerçekleştiremeyen çocuklara seslenip de "Boş ver sen milleti, kahramansın koçum sen" diye atıp tutan bir film değil bu... Daha çok bir kızın psikolojisini deştiğimiz, ona "Nen var kuzum" diye sormaya çalıştığımız bir yapım... Ona terapi yapmaya çalışan Mrs. Mollé karakteriyle beraber biz de "Nerede bu devler, nerede bu devlet" diye sorup duruyoruz. Ormanın tekinsizliği, okulun resmiyet kokan soğuk koridorları soğuk tonlarla gösteriliyor, melankoli duygusu oluşturuluyor. Zaten genel olarak kapalı havaları severim ben de, tatile gidemeyişimi meşrulaştırır durduk yere...
Dev derken bunları mı diyor? Bunların da devliği mi kaldı yav?..
Puan: IMDB puanı 6.2'ye burun kıvırırcasına 70
Yaşar Kemal Efsanesi - Yaşar Kemal'e bile ne çektirmişler be...
Daha öne Asasız Musa filmiyle ismini duyduğumuz Aydın Orak yönetiyor ve yönetmen, Yaşar Kemal'le ilgili elindeki bir ton argümanın altından başarıyla kalkmış gibi duruyor. Yaşar Kemal'in daha önce yayınlanmamış arşiv görüntülerini, yüzlerce saatlik ses kayıtlarını ve binlerce sayfalık dokümanı derlemiş, toplamış, kullanmış. Romanlarındaki destansı diliyle, insan-doğa ilişkisine dair ustalıklı bakış açısıyla ve daha neler nelerle (KPSS Türkçe sorularında çok çıkmasıyla) bilinen yazarımızın politik mücadelelerdeki konumu vurgulanıyor.
Diğer:
Kabir Azabı: Bu tip yerli korkulara tonla senaryo yazmış olan Murat Toktamışoğlu yazdı, Arkın Araç da yönetti. Bu sefer de bir avukatın başına musallat olmalarını görüyoruz, niye ona musallat oluyorlar bilmiyoruz, stajlarda süründürülen avukatların ahı mı tutmuş artık n'olmuşsa...
Dipdip: Bir Okyanus Macerası: Çok küçüklere hitap eden bir animason ve 6 ülke ortaklaşa yapmış bunu... Bak senin çocuk için 6 ülke el ele verip animasyon yapmış, götürüver gari...
Madame: Bir hizmetçinin zengin kişilere özel bir yemekte, aristokrat rolüne bürünmesi üzerinden ilerliyor. Amanda Sthers'ın yönettiği romantik komedi, burjuva ikiyüzlülüğünü bir güzel dövüyor.
Dört Köşeli Üçgen: Sâlâh Birsel'in romanından uyarlanıyor, Mehmet Güreli de çekiyor. Romanı okuyanlar muhtemelen beğenmeyecek çünkü bu tip uyarlamalarda ya romanı okuman ya filmi izlemen gerekir yoksa ömür billah huzurun kalmaz. Filmde bir 'gözlemci' anlatılıyor ve aklımıza şu sorular geliyor: Mehmet Güreli şarkıcı değil mi ya? Youtube mix'lerde çıkan? Kimse Bilmez'i söyleyen hani? Sakallı?..
SONUÇ - Çok film beğendik kesin başımıza bi şey gelecek
Bu hafta oldukça fazla seçeneğimiz var işte. Mission Impossible Yansımalar kaliteli aksiyon filmini ve sürekli hareket halinde olduğu için kırışıklıklarını göremediğimiz Tom Cruise'u sevenler için kaçmaz. Muhabbeti bol, kaliteli bağımsız film sevenler için de Sıkı Dostlar kaçmaz. Dev Avcısı belki kaçabilir, o sana kalmış, gitmeyi biraz geciktirip "Aaa kaçtı" diyebilirsin, ama çok hoş film yani, özellikle 12-15 yaş kitlesini götürmek için. Yaşar Kemal Efsanesi ise aydın olmak nedir, nasıl aydınlanılır ve ne şekilde aydınlatılır sorularının cevabını aramak bire bir, mutlaka izleyelim.
E hadi o zaman haftaya görüşürüz, türlü filmler üzerine goygoy çevirmeye çalışırız yine...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya çocukluk ayımız Winnie the Pooh var)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et