Karanlık Zihinler (X-Men'in az efektli ve bol ergenli hâli), Sıfırın Altında (The Revenant’ın heyecansız ve ayısız hâli)
Valla ne yalan söyleyeyim bu hafta pek bir şey yok. Ama nasıl yok? Ya da var da bana mı öyle geliyor? Varsa kime göre var, neye göre var? Bu gibi soruların cevabını yazımızda bulabilirsiniz.
Dur dur, böyle çok sallama oldu. Bence bu hafta iki film öne çıkıyor: Biri, öpüşmeye meyilli çeşitli ergenlerin süper güçlere sahip olduğu 'Karanlık Zihinler'. Bir diğeri ise eski bir buz hokeyi oyuncusunun dağda mahsur kalıp çetin şartlarda hayatta kalmaya çalıştığı 'Sıfırın Altında: Dağdaki Mucize'...
O zaman "Ulen siz karanlık zihin duymamışsınız, çetin şart görmemişsiniz" diye konuyu alttaki videoya bağlayayım, sonra da yazımıza geçelim. (Tam bağlayamadım sanki ama...)
Allahtan o günler geride kaldı da sansür dava yemeden, gönlünce filmi çekiyor herkes
Karanlık Zihinler (The Darkest Minds) - Napıyonuz gençler, süper güç mü kullanıyonuz?
Dandirik kapaklı roman yazarı Alexandra Bracken'ın gençlik romanı uyarlamasıymış bu... Açlık Oyunları serisinde Genç Rue olarak ünlenen, yani stajını o ergen distopyasında yapan Amandla Stenberg bu ergen distopyasının başrolünde oynuyor. Dizilerden tanıdık iki oyuncu da yardımcı rollerde gözümüze çarpıyor: This is Us'ın cefakar annesi olarak bildiğimiz Mandy Moore ve de Game of Thrones'un Brienne’i olarak tanıdığımız koca yürekli kadın Gwendoline Christie... Yönetmen mi? Boş ver yönetmeni ya, n'apıcan yönetmeni?
Biz turuncular mıyız?
Film, dediğim gibi küçük yaştaki çocuklardan ve ilk gençlik çağındaki ergenlerden oluşan bir distopya... Nasıl oluyorsa oluyor, bir anda dünyadaki çocuklar hızla ölüyor, ölmeyen küçük bir azınlık ise özel güçler kazanıyor. Tabii devlet durur mu, bu özel güç kazanan çocukların hepsini alıyor, bir kampa topluyor; "Siz" diyor, "özel gücünüzü tescilettiniz mi bakiyim?" diyor, "Özel güç verginizi veriyonuz mu lan?" diye de ekliyor. Böylece kaçak X-Men'leri yıllar boyunca baskı altında tutuyor.
Bu çocukların özel güçleri de renklere ayrılıyor bu kampta. Yeşiller sadece zeki olanlar, "Bu yaptığınız insan haklarına aykırı" deyip kafadan 3 raklamlı sayı filan çarpıyorlar işte. Maviler, telekinezi ile cisimleri hareket ettirebiliyorlar. Sarılar ise elektriği kontrol ediyorlar, elektirik sayacını durdurabildikleri için devlet için büyük bir tehlikeler. Kırmızılar ateşi kontrol ediyorlar, turuncular ise zihin mihin okuyorlar. Böylece dedikodu-gıybet güçleriyle düşmanları zor duruma düşürebiliyorlar.
- X-Men'i iki puanla kaçırdım, burada telekinezi ameleliği yapıyorum mk...
Uzatmayalım.. Ya da ne bileyim uzatalım...
Turuncu güçlerine sahip olduğu için tehlike addedilen kızımız kamptan kaçıyor, yolda birer tane mavi-yeşil-sarı çocuktan oluşan bir gruba denk geliyor ve macera başlıyor. Bu arada grubun mavi oğlanından hoşlanıyor, "Mavi Koç burcu erkekleri sevgilisine sadıktır" deyip maviyle yakınlaşıyor (İleride çocukları olursa mavi-turuncu karışımı bir kahverengi mi olur acaba?). Ödül avcılarından, takipçilerden kaçmaca durumu çok da heyecanlı olmayan bir şekilde devam ederken ergen maceralarında çokça gördüğümüz "Siyahi gözlüklüsüyle, çekik gözlüsüyle, uzun yakışıklısıyla biz bir aileyiz" mesajı geliyor.
Yetişkinlere gelecek olursak; This is Us'taki anne, filmde de oldukça anaç, anacıl, anacan duruyor. Game of Thrones'taki şövalye abla da, yine tüm vahşiliğiyle tek başına takılıp insan avlama peşinde...
"Dünyayı kurtaramasak da albüm kapağı gibi poz vermeyi biliriz" anlamında...
Bize göre politik bi şeyler yok mu ya?
Sonuçta distopya izliyoruz diye senaryoda politik bir bağlam arıyorsun ama bulamıyorsun. Daha çok "Bu kız beni geçen niye öpmedi ya?" gibisinden ergen sorunları etrafında şekilleniyor senaryo. Zaten tahmin edersin ki, filmin hedef kitlesi, politik gündemle ilgilenen bir kesim değildir. Ana babaları oturma odasında meyve yiyip ana haber izlerken odalarında cips atıştırıp Youtube izleyen bir kitledir bu. Onlar için çekilmez olan dünya, tüm videoların 240p izlenmek zorunda olduğu, çözünürlüğü düşük kimselerin yönetimi ele geçirdiği bir dünyadır.
Film, bir yere kadar akıcı olsa da heyecanı yükseltemiyor. En başta kötü adamının üzerine çok düşünülmemiş. Üç farklı güç birbirleriyle savaş halinde gibi ama bu güçlerin amacı, kime çalıştığı, nasıl çalıştığı anlaşılmıyor ve öykü ciddiyetini kaybediyor. Birkaç küçük CGI'la beraber küçük aksiyonlar yaratılıyor fakat kitlesel sahneler çekilmeyince olay birkaç kişi arasındaymış gibi duruyor (bkz. 'sen-ben-bizim oğlan distopyası')...
Saçlarım aynı Van Hoojidonk'a mı benziyor? Nasıl iltifat bu ya?..
Özet olarak: Şimdiden belli ki Açlık Oyunları'na erişemeyen bir seri olacak bu. Çok kötü olunca devamı çekilmeyen 5. Dalga filminden de iyi ama... Ama favorimi sorarsan; özellikle 'çocuk kampı' olayıyla bu filmi andıran zombili distopya Tüm Sırların Sahibi Kız der, o filme sevk edebilirim seni.
Puan: Küçük 65 Büyük 55
Sıfırın Altında: Dağdaki Mucize (6 Below: Miracle on the Mountain) - O değil de bu dolar 6'yı bulur mu ya?
Olimpik eski sporcu Eric LeMarque, bir dağda mahsur kalması hakkında kitap yazmış, bu kitap kapış kapış satınca Hollywood esnafı elini avuşturmuş, "Ooo hem çok satan hem mahsur kalma öyküsü" demiş ve filmi çekilmiş. Esaretin Bedeli gibi bir filmin yıllardır IMDB Top 250 başı olmasından da biliriz ki izleyici bayılır bu tip şeylere. Biri mahsur kaldığı yerden kurtulmaya çalışırken "Umuut" diye inleyip orgazm olur o... İşte bu tip bir "oslo vozgoçmo" yapımı olan filmin başrolünde, Osmanlı Subayı'nda gördüğümüz Josh Hartnett oynuyor.
Revenant bunun neresinde?
Nasıl ki The Revenant filminde DiCaprio karla soğukla boğuşa boğuşa, düşe kalka ölüme direnmişti, hava durumuna ve meteorolojiye kafa tutmuştu, bunda da eski buz hokeycisi LeMarque kaybolduğu dağ başında yaşamda kalmaya çalışıyor. Olay 2004 Şubat'ında Sierra Nevada dağlarında cereyan ediyor. Bizimki yarın yokmuşçasına snowboard yaparken aklı başına geliyor da "Neredeyim ben? Du Google Maps'ten bakayım... Hasittir, bakamam ki, 2004'teyiz mk" diyor. Uyuşturucu sorunu olduğu için herifin kafa yavaş çalışıyor biraz... Böyle tiplere neden snowboard ehliyeti verirler ki?
Böylece filmden çıkardığımız temel düşünce, sığır gibi iş yapıp dağ başında kaybolmamamız gerektiği oluyor.
Oscar'la uzaktan yakından alakası olmayan...
Oscarlık performans sergileyen...
Babayı karıştırma...
Bariz bir duygu-heyecan eksikliği var. Karakterle beraber boşluğu, çaresizliği yaşayıp gerim gerim gerildiğimiz 127 Hours'u Gravity'i The Revenant'ı izlememiş olsak neyse de... Gece geriliminin bari hakkını verselerdi? Yok! Doğru dürüst bir tane gece gösteriliyor, sonraki gecelerde ne yaşandığını bilemiyoruz. E madem, gün ışığından, gece ıssızlığından sinematografik numaralar yapılsaydı? I-ııh... Ya en azından oyunculuk performansı olsaydı be? Ne gezer gülüm, aynı sıfatla kıvranıp duruyor adam...
Karakterin bozuk psikolojisine girelim diye araya flashbackler sıkıştırıp aile anısı dayamışlar ama kurgu ilgi çekici değil. Ayrıca babası zamanında ona baskıcı davrandı diye iyice salması mı gerekiyordu bu herifin?! Babası mı dedi ona git dağ başında kaybol diye!! Ben baba olsam öyle derdim kesin... Eşşek sıpası diye de eklerdim.
- Aha babamın sevdiği şarkı çıktı... Karlı kaayın ormaanındaaa...
Puan: "Yaz vizyonunda bile gitmiyor" anlamında bir 50
Christopher Robin - 50 yaşına gelmişsin, hâlâ peluş ayı...
Yetişkinlere de çocuklara da aynı anda hitap etmeye çalışan filmimiz, Winnie the Pooh'taki Christopher Robin'in yetişkinliğini gösteriyor ve Christopher ağabeyi Ewan McGregor oynuyor.
Bunun çocukluğunu biliriz...
Goodbye Christopher Robin filmini izleyenler hatırlar. Bir çocuk kitabı olan Winnie the Pooh aslında İlk İki İsmi Kısaltınca Karizmatik Olan Yazarlar Sendikası'ndan A. A. Milne tarafından yaratılmış olsa da kitabın esin kaynağı yazarın çocuğuydu ve bizim çizgi filmden bildiğimiz Christopher Robin, bunun ta kendisiydi. Çocuk her oyuncağına ayrı ayrı isim vermişti ve öykü de onun verdiği isimlerle (Winnie the Pooh, Piglet, Tigger, Eeyore) çizgili bir şekilde basılmıştı. Derken millet çocuk kitabına aç olacak ki kitap memlekette ve cihanda büyük yankı uyandırmış, çocuk da ilgi manyağı yapılmıştı.
Bu filmde de bizim Christopher büyüyor işte. Oyuncaklarına veda edip aile babası oluyor, yoğun bir çalışma hayatına giriyor. Derken bir gün Winnie geliyor. Böyle hobidik hobidik... Sonra ne oluyor biliyor musun? Şey... Ya aslında ben izlemedim bunu... N'apayım altyazılısı yokmuş, güzel sesli dublaj sanatçıları alınmasınlar ama çocuk filmi de olsa o şekil izlenmiyor. Çizgi filmi olsa izlerdim, o ayrı... Bülent Kayabaş'ın hem Tigger'ı hem Winnie'yi seslendirdiği o güzel dublaj unutulur mu? Unutulmaz. O zaman bir küçük koyalım şuraya:
Diğer:
Canavar Gibi: Türk İşi Frankeştayn: Ölmeli dirilmeli korku filmleriyle bildiğimiz Özgür Bakar bu sefer de ölmeli dirilmeli bir komedi çekmiş, Şevket Çoruh'u da Frankenstein eylemiş (Ben yazılışıyla yazdım evet, kalitemi düşüremem arkadaşım ben).
Şeytan Kapısı: Clay Staub'un yönettiği filmde aynı anda korku-gerilim-ajan filmi-bilimkurgu ögeleri görülebiliyor. Ekonomik bir film yani... N'oldu, indirim kampanya görmüş gibi açıldı senin gözler?
Eva: Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı için yarışıp hiçbir ödül alamadığı için yaz vizyonunda gösterilen filmin başrolünde Isabelle Huppert yer alıyor ve çoğu festival filmi gibi takıntılı bir ilişkiyi konu ediniyor.
Genç Titanlar Filmi: Haftanın bu animasyon filminde, DC'nin yan kahramanlarından oluşan Robin önderliğinde bir tayfa "Biz de süper kahraman filmi yıldızı olmak istiyoruz" diyor. Konu güzel, yer yer süper kahramanlarla güzelce dalga geçiyor. Koca koca süperler, izleyen veletlere madara ediliyor ve film bu küçük yaş grubuna uygun esprilerle Lego Batman tadında güzel bir seyir vadediyor sanki...
SONUÇ - Vizyonun tadını yine çocuklar çıkardı...
Benim bu haftanın filmlerinden anladığım, haftanın yetişkin gazlayan filminin de, ergen heyecanlandıran filminin de vasat olduğu... Siz iyisi mi yanınıza birer ikişer çocuk alın, çocuk filmlerini izleyin. Christopher Robin filminde, Winnie the Pooh yad edin, Genç Titanlar filmiyle küçük çocuğu şimdiden Deadpool izlemeye hazır edin. Bir de Kelebekler az bir salonda ikinci kez vizyona girmiş bu hafta, şehrinizde bulabilirseniz izlemeyen arkadaşları örgütleyip götürün derim... Der ve kaçarım.
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Ağustos vizyonu pek bozuk. Film listesi yapak mı?)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et