Upgrade (Black Mirror özleyenlere yapay zekalı mapay zekalı film), Şafaktan Önce (Van Damme özleyenlere Tayland bokslu film)
Bayramdır seyrandır derken geçen hafta da vizyon yazmadım ve gördüm ki, zaten yazmasam da kimsenin ilgilendiği yok. Yav allaaşkına insan bi merak eder, bir şey mi oldu bu çocuğa der, öldü mü kaldı mı diye bir sorar ya. Valla gücendim size biraz. Neyse tamam, sonra şey ederiz... Bu hafta iki güzel film anlatacağım size. Bir tanesi, yapay zekalarla insanların çatışmasını gösteren Upgrade, bir diğeri ise çekik gözlü mapus - Avrupalı mapus çatışmasından oluşan Şafaktan Önce...
Şimdi önce yapay zekaların oyunculuk gündemiyle ilgili şu eğitici videoya bakalım, sonra da filmlerimize bakalım, işimize bakalım:
Upgrade - Hormonlu zeka ile organik zeka kapışıyor!
Leigh Whannell ikinci filmini yazıp yönetiyor. Kim bu adam dersen, aslında aktör olan abim aynı zamanda ilk üç Testere'nin ve Ruhlar Bölgesi filmlerinin senaristlerinden... Zaten bu film de dikkatli gözler için Testere göndermeleri içeriyor. Başrollerde ise Logan Marshall-Green ve Melanie Vallejo oynuyor. Daha çok da "Tom Hardy değil mi la bu?" diye suratına bakıp durduğumuz Marshall-Green oynuyor.
Yine GDO'lu zeka mı yapıyorlar?
Black Mirror'ın son sezonu bittiğinden beridir, yapay zekaların insanlara eziyet ettiği ya da insanların bilgisayar kullanarak kendisine eziyet ettiği bir öykü çıksa da izlesek diyoruz. Algoritmalarla yürüyen finans piyasasının ekmeğimizle oynadığı, Youtube algoritmasının "Eski Türkçe pop seversin sen, al Davut Güloğlu dinle" diye bizimle taşşak geçtiği bir çağda, daha çok yapay zeka anlatsınlar istiyoruz tabii. Yapay zekaya karşı biraz kışkırmak ama çok da abartmadan "Ne seninle ne sensiz" deyip tatlıya bağlamak istiyoruz. İşbu film, fazla derinlemesine konuya girmese de bu ihtiyacımıza yanıt veriyor:
Marshall-Green'in oynadığı Grey Trace, eşiyle beraber istenmeyen bir olay yaşıyor. Şöyle ki; Grey'in eşi Asha yapay zekalarla çok ilgileniyor, Grey ise gayet sığ bir tamirci olduğu için çok yüz vermiyor bunlara. Sonra artık sürücüsüz araba Grey'e alınıyor mu ne, "Sürücüm yok diye hor görüyorlar beni" diye düşünüyor mu ne, çiftimizi bir çetenin eline veriyor. Çete Grey'i felç ediyor, sonra Grey STEM isimli gelişmiş bir yazılımla yürüyor, çeşitli özellikler kazanıyor ve gizemli çetenin peşine düşüyor.
- Tam şuraya bi reset düğmesi koyalım diyorum...
B filmi güzeli mi?
Film az bütçeli olmasına karşın –ki az bütçe dediğimiz 12.5 milyon dolar, TL’ye çevirince aşırı para yapıyor, olsa da yesek- bilimkurgu tadını hissettiriyor. Kötü yaz vizyonunun iyi yabancılarından biri... Güçlü yapay zeka - vicdanlı insan arasındaki çatışma bilindik olsa da senaryosundaki numaralar güzel. Fakat ileride bu filmi izleyecek yapay zekalara fikir verme potansiyeli olduğu için biraz ürkütücü. Yapay zeka bu, ne görse özenir, "Ben de böyle artistik adam dövcem" der, uğraş dur sonra...
Filmin sinematografisinde ise canlı renkler göze çarpıyor. Biraz Şahsiyet dizisini biraz Neon Demon filmini hatırlatırcasına, bizim yapay destekli kahramanın pavyon ışıkları renklerinde adam dövmesini izliyoruz. Sanki şu an pavyona girmiş de olay çıkarıyormuş gibi hissediyoruz… Rakıyı fazla kaçırmış ve pavyonda çalışan âşık olduğu kadına yapay zekalar asılmış gibi… Gibi gibi…
3. dubleden sonra...
Daha iyi nasıl olurdu?
Yapay zeka ve etik konusuna daha bi eğilseydi, daha bi cyberpunk havası yaşatsaydı, günümüzle daha bi bağlantılar kursaydı, şöyle en azından bir kere 'algoritma' deseydi, ne bileyim bir 'ses' olarak Grey'e yardımcı olan yapay zeka STEM, adama âşık olsaydı, aha deseydik Her gibi ama onun eşcinsellisi, anaa deseydik "tam Venedik Film Festivali'ne vermelik film", zaten bu sene tüm filmleri beğendiler orada, 'eşcinsel yapay zekalı film' görseler dötleri düşerdi, yere göğe koyamazlardı yani, işte, ne diyorduk, heh, daha iyi bir film olurdu. Bu hâliyle de sınıfı geçiyor tabii ama üzerine koyamıyor.
Fazla Tom Hardy'e benzetilmekten dolayı kendini kesecek kıvama gelen adamımız...
Puan: Yaz vizyonunda çok iyi film olmaya yeten bir 75
Şafaktan Önce (A Prayer Before Dawn) - Tayland'da boks yapıp ot içerken kendini dövmeli manyaklar arasında bulmak...
Jean-Stéphane Sauvaire isminde bir Fransız yönetiyor ve bu filmden anlıyoruz ki kendisi oldukça yetenekli ve umut vadediyor. Yalnız 50 yaşındaki adama da umut vadediyor dedik, görmese bari... Başrolde ise kim oynuyor bil bakalım? Black Mirror'ın son sezonunun en güzel bölümü olan Hang the DJ'den (4) tanıdığımız Joe Cole... Peaky Blinders'dan daha tanınıyormuş aslında, oradaki John Shelby imiş ama onu ben bilmem...
Kader kurbanı?
Film, otobiyografik bir kitaba dayanıyor, gerçek bir öyküyü işliyor. Babasıyla ilişkisi sorunlu olan ve Tayland'da bir yandan boks edip bir yandan ot çekerken uyuşturucuyla polise yakalanan Billy Moore kimsenin kimseye insan gibi davranmadığı bir mapusa düşüyor. Kendisi bağımlı, sert ve utangaç bir arkadaş... Mapushanenin kaotik yaşamında, porselen demliklerde çay içtiği ülkesindeki gibi olmadığını görüyor ortamın... Bu ortamda neler yaşanmıyor ki? Tecavüz, vicdansızlık, her türlü haysiyetsizlik... Billy'nin geçmişini bilmiyoruz ama zaten bu filmde önemli olan şey, şimdiki zaman!
Billy, mapusta dil bilmez yol yordam bilmez, "Bu çocuğu ezmesinler" diye telaşlanıyoruz. Görevlilerin ve hapistekilerin çoğu Tayca konuşması çevrilmiyor, biz de kendimizi Billy gibi hissedelim, ortama yabancılaşalım isteniyor. Billy de "Ne bilelim anamıza bacımıza küfretmediğinizi İngilizce konuşsanıza" diyecek oluyor ama karşısındakiler kalabalık olduğu için susmayı tercih ediyor. Bizimki de yumruklarını konuşturmaya karar veriyor sonra, daha iyi ortamlara girmek için boks yeteneğini bir turnuvada kullanmak istiyor ve olaylar gelişiyor...
Arkaya Athena şarkısı koyup gif'i izleyince punk klibi gibi oldu...
Anladık, filmi izledin...
Haydaa her şeyi anlattık, paragraf pragraf filmi anlatıp son paragrafta da "kaçırmayın derim" diyen sinema yazarı gibi olduk. Aslında bu filmde ne anlatıldığından daha çok nasıl anlatıldığı öne çıkıyor. Billy'nin mapusta öğrendiği Muay Thai denilen Tayland boksu nasıl sertse, ortam da tüm sertliğiyle, kaosuyla gösteriliyor. Kamera çoğu yerde sanki hareketleri yakalayamıyor gibi kullanılıyor ve bu da kaotik ortamı perçinliyor. Zaten mekan olarak gerçek hapishanenin seçilmesi ve gerçek mahkumların kullanılması da olayın gerçekçiliğini artırıyor. Ben zaten bu tip gerçekçi filmlere bayılırım, sevdim. Sanki belgeselmiş gibi böyle kamerayı mekanda bir buçuk saat gezdirsinler yeter bana, aha derim "dur dur başyapıt geliyor". Öyle yani...
Ayrıca ses tasarımı da çok acayip bak... Hem etnik müzikleriyle hem de gerilim veren sesleriyle iyice içine alıyor izleyeni, öyle bir ritim yaratılıyor ki sorma...
Askerde banyo sırası (temsili)
Neler öğrendik filmden?
Tüm alışverişler sigarayla yapılıyor bu yerde. Demek ki diyoruz sigaran varsa kralsın, 1-2 dal sigarayla bahis yaparsın, birkaç paket sigarayla boks antremanlarına katılırsın, biraz daha varsa yaba alırsın (cigara gibi bi şey), iyi be... Aslında biz sigaracılar da gündelik hayatta parayı sigarayla ölçeriz. Yevmiyemizi almayagörelim, "Sigara paramız çıktı" demez miyiz, prim alınca "Şu kadar paket sigara parası, eyi eyi" demez miyiz? Deriz... Dolayısıyla; sigara ölçüsü evrenseldir diyebiliriz. Dedim gitti...
Ayrıca bu filmden anlıyoruz ki Tayland mapuslarında sürekli yarı cıbıldak gezilir. Oralar sıcaktır tabii, bir de çıplak olunca bir şey saklamaları engellenebilir. Bir de bu manyaklar, dövmelerini sergileyebilir böylece. N'apsınlar plaja gidebildikleri mi var, orada birbirlerine gösteriyorlar işte...
Gurbet ellerde dövmesiz...
Puan: Nereden baksan 85
Çatışma (Reprisal) - Eli silah tutan Bruce Willis'in hâlâ iş yapması...
Bu yaz Bruce Willis'in kötü bir filmi gelmediğinden telaşlanmıştık biz de, "Nerede kaldı kötü Bruce Willis filmi" diye etrafımıza bakar olmuştuk ki sonunda geldi... Eski polis James'i oynuyor abimiz. Çünkü arkadaşı bir soygun vakasına denk geliyor, suç ona kalacak gibi oluyor, o da adını temize çıkarmak için suçluların peşine düşüyor. Bruce Willis'in de arada kameraya çıkıp kelini göstermesi gerekiyor. Bir de o sırada eline uzun namlulu bir silah alıp poz verirse hiç fena olmaz gibi duruyor.
Yalnız filmin kötü olduğu her hâlinden belli ama fragmanı izleyince bildiğin keyif aldım ben ya. Maalesef... Nasıl oldu anlamadım. Şu yaz aylarında bünyem her filmi beğenmeye müsait galiba...
Diğer:
Dışarıda: Haftanın 'düşük bütçeli korku filmi' kategorisindeki yapımın başrolünde Yvonne Strahovski varmış, kimdir bilmem. Yönetmenin ismine de 2 saniye önce baktım ama unuttum, kopyala yapıştır yapmaya da üşendim.
Gürbüz: Hadi Allah'a Emanet: Orhan Erkal'ın yönettiği haftanın yerli komedisinde, kötü bir yerli komedide olabilecek tüm unsurların bir araya getirildiği fragmanın 20-30 saniyesinden belli oluyor (bu işin kötü yanı da bu işte, kötü yerli komediyi tespit edip müdahale edememek)...
Şu dört adamı bir arada gördüğünüz bir filmin iyi olma ihtimali var mı, siz söyleyin...
Kıskanç: Haftanın soft filmlerinden olan yapım, orta yaşlı kadınlara hitap ediyor, kız kıza, menopoz menopoza gidilesi bir komedi gibi duruyor, David Foenkinos ve Stéphane Foenkinos yazıp yönetiyor. Orta yaş krizine giren Nathalie'nin çevresindekileri, hatta kızını bile kıskanması gösteriliyor.
İtalyan Usulü Aşk: Donald Petrie yönetiyor, Kanada'da Little İtalya denilen bir yörede kavgalı iki aile ve kavgalı ailelerde olup birbirine aşık olan bir çift anlatılıyor. Her şey o kadar klişe ki fragmanı izlerken "İnsan niye her şeyin baştan sona nasıl gelişeceğini bildiği filmlere gider?" diye düşündürüyor. Sinemaya dair ontolojik sorgulamalar yaptırıyor. Durduk yere 'ontolojik' de dedik, harika oldu.
SONUÇ - Üstteki ikisine gidilecek, anladık...
Bu hafta iki tane güzel film bulduk, öpüp başımıza koymamız, kaçırmamamız gerekiyor. Yalnız Şafaktan Önce'nin rahatsız edici bir film olduğunu unutmayalım, çok kan görmesek de ağır şiddet sahnelerine sahip, "Bana fazla gelir" diyen gitmesin. Upgrade'e de gidip çıkınca yakın geleceğimiz ve yapay zekalar hakkında düşünelim, "Yakın gelecekte böyle teknolojik şeyler olacaksa hâlâ nasıl otomatik vites araba kullanmak istemeyen vites-debriyaj tutkunları olabilir?" diye sorgulayalım.
Haydi o zaman, haftaya inşallah güzel bir aşk filmleri listesiyle görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Venedik'te ne güzel şeyler izliyorlardır kim bilir şimdi)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et