Ay'da İlk İnsan (Hiç gitmediler ki zaten ilki de filmdi! Ehehe aynen karşim...), Anons (Bu bir kalkışma parodisi filmidir. Halkımızı salonlara davet...)
Bu hafta filmleri izlerken tarih bilgilerimizi de güncelleyecek, şu soruların cevaplarını arayacağız: Ay'a çıkan ilk insan Neil Armstrong nasıl bir adamdı? Harbiden çıktı mı ki o Ay'a? Kubrick stüdyoda çekti diyorlardı, "Valla çaktırmayacağım Ay'a gitmediğinizi, söylersem Allah belamı versin" diye yemin ettirmişlerdi sanki buna? Peki bu Anons filmindeki darbe kalkışmasını bilen var mı aranızda? Talat Aydemir dedikleri kim, youtuber mı o? Bir de A Star is Born filmiyle Sezen Aksu'nun bir alakası var mı?
İşte filmleri okurken tüm bunlara verecek cevabınız olacak. Teker teker gidelim, sonra kafanız aşağıdaki gibi karışmasın:
Ay'da İlk İnsan (First Man) - Abi bi defa o bayrağın açısı öyle olamaz...
Damien Chazelle'yi bilmeyenimiz yok artık; kendisi Whiplash ve Aşıklar Şehri filmlerinin yetenekli yönetmeni, geleceğin Şipilbörg'üdür (Spielberg)... Şu görmüş olduğunuz dördüncü uzun metraj filmini ise bu sefer kendi yazmadı, James R. Hansen kitabından uyarlanan senaryoya Spotlight, The Post filmlerinden bildiğimiz Josh Singer imza attı. Başrolde Neil Armstrong karakteriyle, uzun suratına astronot başlığını da yakıştırmayı bilen Ryan Gosling yer aldı, onun eşi rolünde de Claire Foy...
Olay 1960 ile 1969 yılları arasında geçiyor. Yer çekimsiz ortamların aranan ismi Neil Armstrong aslında bir test pilotu ama aşama aşama yükselerek Apollo 11 görevinin başına kadar geliyor. Tabii film, bu başarı öyküsünden ibaret değil. Şey değil yani; Armstrong görevinde çok başarılıdır, bir anda yükselir, baya Ay'a kadar yükselir, en sonunda da Ay'a bayrağı diker. Böyle bir şey yok -ki bayrak diktiği de gösterilmiyor zaten... Ne mi gösteriliyor? Armstrong'un ailevi bir sorundan dolayı içine kapanması, görevin zorluğundan dolayı gerilmesi ve bu gergin durumu perçinleyen karanlık uzay...
- Umarım dışarıdan yakışıklı görünüyorumdur ya...
Ne ayak bu? Onun için küçük, bizim için büyük bir ayak?
Filmden anlıyoruz ki Armstrong, mizacından ve yaşadıklarından dolayı soğuk bir adam... Azıcık şakalaşayım, iki gram muhabbet edeyim yok bunda. Varsa yoksa iş, varsa yoksa arkadaş azarlama… Ayrıca basın toplantılarında da soru cevaplayabilen biri olduğu söylenemez. Düz adam gibi... E bu adam bu kadar düzse “Benim için küçük, insanlık için büyük bir adım” gibi bir aforizma nasıl çıkabiliyor bundan? Nasıl? Kubrick mi yazmış onu? Olabilir... Zaten dümdüz biri de değil canım. Çalışkan, dayanıklı ve cesur; bastığı yerde iz bırakmasını bilen de biri.
Dua mı okuyor o?
İçimizi kararttı be...
Film Amerikan propagandası yapmıyor. Armstrong'un özel yaşamındaki gerilime odaklanıyor. Olay örgüsüne egemen oluyor bu gerilim. Yönetmen sallantılı bir el kamerası tercih ediyor; roket sahnelerinde de ev sahnelerinde de seyircinin başını döndürüyor. Bu tercih amatör bir ruh katıyor, sık sık aile üyeleri gösterildiği için hatıra için çekilen 'aile videoları' izler gibi oluyoruz. Ayrıca sık sık karşımıza çıkan Dünya'daki karanlık gece çekimleri, karanlık uzayla bir ilişki kuruyor.
Yani Chazelle'in bu çekim tarzı neye yarıyor? Uzayın tekinsizliğini yeryüzüne taşımayaaa... Aferin la kıvırcık? Rahatlıkla yeni Şpilbörg diyebiliriz artık sana! Belki Şpi bile deriz...
Adamın sakalı çıkmıyor, hangi kameraya bakacağını bile bilmiyor ama işte iyi yönetmen...
Geçen Ay'a diktiğimiz bi bayrak vardı, nerde o?
"Amerikan bayrağını Ay'a dikilirken görmedik" diye birçok Amerikan yerdi filmi. ABD'lilerin bol yıldızlı bayraklarını Ay'da görmek istemeleri, "Bayrağı bayrak yapan altındaki Ay'dır" demeleri normal tabii. Fakat bir yandan da koskoca Amerikansınız be; dünyadaki diğer uzay ajanslarının bütçelerinin toplamı NASA kadar etmiyor, azıcık cool olsanıza?! Sürekli bayrak sallayan bir astronot mu istediğiniz?* Bak bizim bayrakta kocaman Ay olmasına rağmen Ay'a 'bayraklı insan' gönderemedik diye üzülüyor muyuz biz?.. Böyle deyince biraz üzücü oluyor, evet!
* Arşivden...
Bayraklarını gözümüze gözümüze sokmamaları hoşuma gitse de Ay'a inme sekansını beğenemedim ben. Filmin asıl olayı Ay'a inmekken bu kısımda yeterince duygu yaratılamadı. Görsel açıdan zengin planlardı bunlar, IMAX kamerayla çekilen Ay sahnelerindeki ışığa karanlığa bayıldım ama yeterince yükselemedim. Tam da Ay'a inerken epik bir ortam yaratılsın istedim ama, arada yüksek sesli müzik dayama dışında sıradan bir Ay'a inme oldu bu. Yani Ay'a kadar inmişiz, insan bi yükselmek istiyor...
Bu kadar yükselebildim...
Puan: 69'dan 70. Karneye 4 düşer... Takdir teşekkür alabilir ama Oscar alamayabilir...
Anons - Radyoyu ele geçirince darbe yaptık denilebilen nostaljik zamanlar...
Adana'da Türkiye prömiyerini yaptı film; Ulusal Yarışma'da üç ödül, Uluslararası Yarışma'da bir ödül aldı, biz de izlenim yazımızda bahsettik birazcık. Ondan önce de Venedik'te iki minnak ödül alıp beklentileri baya yükseltmişti Mahmut Fazıl Coşkun'un bu üçüncü uzun metraj filmi... Bu arada şu ana kadar duyup hâlâ şaşırmadıysan şunu da ekleyelim, Mahmut F. Coşkun, Ahmet Hakan'ın kardeşi oluyor. Evet. Hatta konuyu da A. Hakan önermiş, senaryo Ercan Kesal'la beraber yazılmış.
Aki Kaurismäki demesi neden bu kadar zevkli?
Filmin daha fragmanını görüp "E Kuzey Avrupa tarzı film olmuş bu. Aki Kaurismäki filmi gibi soğuk renkli sinematografi olmuş, herifler de Roy Andersson'ın beyaz suratlı adamlarına benzemiş" dedik sinefillerce. İlk önce diyen de en çok o biliyormuş, sanki Kuzey Avrupa sineması uzmanıymış gibi oldu. Ben maalesef ikinciye diyebildim... İşte öyle de minimalist, öyle de kara mizah bir film bu...
1963 Mayıs'ında eski asker Talat Aydemir tayfasının Ankara radyosuna yaptıkları baskından ilham alınıyor; burada da dört asker o gece Ankara'da başlayacak darbenin İstanbul kanadını oluşturuyor. Görevleri İstanbul radyosunda darbe anonsunu geçmek. Ama önce anons makinesini çalıştıracak görevliyi bulmaları gerekiyor ve soğuk bir mizah içimizi buz ediyor.
Kuzey Avrupa mizahı: Hazırolda komiklik yapan karakterler...
Anons makinesi nedir ya?
Bu salak asker eskileri anons yaptırma işiyle uğraşırken ortaya kara mizaha yaklaşan bir 'poker surat komedisi' çıkıyor. Filmin soğuk yeşil tonları, asker üniformasıyla da uyuşuyor; filmin mesafeli ve soğuk dili de askerlik kurumunun mesafeli-soğuk tavrıyla uyuşmuş oluyor. Tabii sözüm koğuştan dışarı, askeriyenin soğukluğu filan derken 'halkı askerlikten soğutma suçu' işlemiş olmayayım, aman. Ben başka bir soğukluktan bahsediyorum. Mesela su ısıtması olmadığı için acemiliğini yapmaya gittiği yerde soğuk duş almak zorunda kalan erlerden... Bu da olmadı di mi? Yine soğuk duş etkisi yarattık.
Arkadaşlarla bu şekilde bedelliye hazırlanıyoruz akşamları...
Biçim ve içerik uyumu var filmde, görüntü yönetmenliği cillop, minimal oyunculuklar da yerinde. Lakin çoğu yerde yönetmen kendisini fazla sınırlıyor. Yani hem mekan kullanımında hem politik içerik olarak elini korkak alıştırıyor. Büyük bir kısmı arabada ve radyo binasında geçiyor filmin, bir de yakın planlardan olayı mekan derinliği oluşmuyor. Bu da bütçeyle ilgili gibi duruyor. Çünkü, İstanbul'un sokaklarını kapsayan bir dönem filmi çekmek, affedersin çok büyük DÖT ister. Ne ona müsait bir İstanbul'umuz var ne de öyle stüdyolarımız. Anca arabanın arka koltuğunda minimal takılmacalar...
Mesela yarım saat şöyle bir kadraj izleterek sabrımızı sınayabiliyor yönetmen... Sabır kadrajı...
Puan: Sınırlandırılmış bir 75
Anaokulu Öğretmeni (The Kindergarten Teacher) - El kadar bebe ne anlıyormuş bakayım şiirden?
Sundance'te prömiyeri yapıldı bunun, sonra da Netflix aldı. Galiba Türkiye'deki dağıtımcı elini çabuk tutup Netflix Türkiye'den önce aldı filmi, sonra hopp Filmekimi'ne pasladı, Netflix ortada sıçan gibi filme bakarken, hop, şimdi de vizyona girdi. Jake Gyllenhaal'la kardeş olan, sinemacı fabrikası Gyllenhaal ailesinin üyesi yetenekli ablamız Maggie Gyllenhaal başrolde, Sara Colangelo'nun da ikinci uzun metraj filmi...
Sundance'den gelen her film güzel midir?
Maggie Gyllenhaal'un oynadığı Lisa isimli anaokulu öğretmeni 5 buçuk yaşındaki öğrencisinin dahi olduğunu ve normal çocuklar gibi davranılmayı hak etmediğini düşünüyor. Kendisi de bir şiir kursuna giden öğretmen bakıyor ki bu çocuk sözlü bir şekilde şiir üretebiliyor, üstüne gidiyor onun. Hemen çocuğa Atilla İlhan pardesüsü ve şapkası ayarlıyor, eline bir de sigara tutuşturup yağmurlu bir havada salıyor sahil kenarına...
Bu şekilde olmasa da çocuğa bir şekilde destek olmaya çalışan öğretmen aslında onun yeteneğini kıskanıyor ve kendi çocuklarıyla, kendi yaşamıyla kıyaslıyor gibi. Bunun gibi birçok psikolojik anlama gebe film... Çocuk da çok şey katıyor filme, en başta doğallık katıyor, saflık anlamı katıyor. Ben zaten bir filmde çocuk görmeyeyim, bayılıyorum. The Florida Project'e aklıma geldikçe bayılırım hâlâ.
- Eskisi kadar romantik değilimn diye trip yapmaya başladı. Ne ara o seviyeye geldik biz?..
Başka ne anlamlar çıkıyor?
Mis gibi Kore filmi 2010 yapımı Şiir (Shi) filminde olduğu gibi şiir yazma sürecine, yaratma sürecine dair anlamlar çıkabiliyor filmden. Şiir nasıl bir ortamda, nasıl bir ruh haliyle çıkar diye sorguluyoruz. Sonra bir de tektipleştirici toplum kurumunun yetenek üzerindeki olumsuz etkisine tanık oluyoruz. Sade bir sinematografi, sade oyunculuklar eşliğinde mis gibi film izlerken psikoloji, toplum ve sanat üzerine düşünüyoruz. Önümüze bir kanepe geliyor (yiyecek olan), papyonlu garsonun tepsisine boş kadehimizi bırakıyoruz.
Ve filmin sonunda gaza geliyor, filme puanımızı şiir şeklinde vermeye çalışabiliyoruz:
Çocuk tutuyor beni
Çocuk görüp bayılıyorum
ki zaten eleştirmenlik bazen zırt pırt bayılmaktır
Bazen de baymak belki
ve evet, her boku eleştirmeye bayılırsınız siz...
Tutmayın sakın, tutmayın beni, bayılıyorum!
Bayılmadan önce de
Uzanıyorum:
2,
80....
- Kafan çalışıyorken sinüs kosinüs filan ezberle çocuğum, işsiz kalırsın bak...
Diğer:
Karlar Prensesi Elliot: Haftanın animasyonu filmde Elliot ve arkadaşı Hazel'ın karşısına zorlu seçimler çıkıyormuş. Ne çıkıyor olabilir ki lan, doktora yaparken günde 40-50 liraya barda mı çalışıyorlar, düğün için para biriktirirken manitadan mı ayrılıyorlar, ne çıkabilir, ne olabilir yani?..
Sevgili Komşum: Senaryoyu Selcan Özgür ve Onur Ünlü yazıyor, Ünlü'nün senaryodaki katkısına dair bir malumatımız yok ama senaryo onun imzasıyla pazarlanıyor. Hah bu arada A. Taner Elhan yönetiyor. İsmini kısaltınca daha bi yönetmenmiş gibi duruyor. Fragman pek tat vermiyor.
Keşif: Volkan Kocatürk'ün yönettiği bu fantastik filmde, üç çocuk bir dijital oyun oynuyorlar da sonra bir şekilde kendilerini Çanakkale Savaşı'nda buluyorlar. Bunu deyince spoiler olmamıştır inşalla. E fragmanda gördüm ben de zaten canım...
Cehennem Festivali: Gregory Plotkin yönetiyor, birtakım gençler Cadılar Bayramı sırasında düzenlenen korku şenliğinde kurban oluyor. Finsalde 'deus ex machina' olarak Bülent Ersoy gelip "Ablanız size kurban olsun" diyor ve kurban olup bunları kurtarıyor (böyle biten bir korku filmi olmalı)
El Ummar: Bu yerli korkuyu Mustafa Miraç Kaya yazıyor ve Miraç karakteriyle başrolde oynuyor. Belli ki çok kötü yazıyor ve gayet kötü oynuyor. Eleştirmen arkadaşlardan biri gitti filme, bu kadar kötülük üst üste gelince baya psikolojisi bozulmuş, psikolojik destek vermeye çalışıyoruz kendisine.
Bir Yıldız Doğuyor: Sinemaya daha önce birçok kez çekilmiş bir öykü bu; sırf Hollywood 3 kez yapmış. Türkiye'ye de ilk olarak Atıf Yılmaz ağabey Minik Serçe ismiyle uyarlamış, pek şirin hâlleriyle Sezen Aksu'yu oynatıp... Öykü fazlaca basit: Büyük müzisyen olma hayalleri kuran kadına âşık olan ve ona el uzatan müzisyen adam... Bradley Cooper yönetiyor ve oynuyor; Lady Gaga da Ally rolünde görünüyor. Oscar'da şansı var diyorlar... Aslında izleyip uzun yazsak olurmuş. Neyse...
SONUÇ - Sen şu filmleri baştan bi sıralasana hele?
Evet, yukarıda uzun uzun bahsettiğimiz üzre; bu hafta gidip görülebilecek en az dört film mevcut ve bence çekicilik sırası şöyle: 1) Anaokulu Öğretmen 2) Anons 3) Ay'da İlk İnsan 4) Bir Yıldız Doğuyor... Hepsi de hem eğlenceli hem duygusal olabilen filmler ve bence hepsine de sevgiliyle gidilir. Belki Anons'a tek gidilir. Dört filmden ikisini izlemeniz ise yeterlidir. Hepsini bitireceğim diye uğraşmayın yani.
Haydi kolay gelsin, öpüyorum, görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya haftalardan beridir beklediğimiz Müslüm filmi geliyor, hazır olun)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et