Çiçero (Ayla'nın yapımcısı, 'Nazi filmi çekersem belki Oscar alırım' kafasıyla Spielberg'e özeniyor), Glass (Bir grup deli, X-Men'e özeniyor), Arakçılar (Japonlar, Shameless'a özeniyor)
Bu hafta, Ayla ve Müslüm'ün yapımcısının iyice kendisini Spielberg sanıp "yerli Nazi filmi" çektirdiği Çiçero filmi var. Sonra ,Altıncı His filminin yönetmeninin "Ya bu Avengers, X-Men filan almış yürümüş" düşünceleriyle çektiği, halkın içinden çıkmış süper kahramanlarından oluşan Glass var. Bir de Altın Palmiyeli Japon yönetmen Koreeda'nın, sanki çok Shameless izlemiş de ona özenmiş gibi duran bir Arakçılar filmi var. Baya özgün şeyler var yani bu hafta. Ama karnelerini alan çocuklar hep "Oğuzhan abiii gelmiş, Oğuzhan abiii" diye Borç Harç filmine gidecek, onu da bilelim...
Hazır her şey birbirine girmişken haftanın Çiçero'su Erdal Beşikçioğlu'nun olduğu bir 'dizi misafirliği' paylaşalım, "Vay be 5-6 sene önceki dizilere bak" diyelim ve yazımıza geçelim:
Çiçero - Ayla ve Müslüm'ün yapımcısından yerli ve milli Nazi
Mustafa Uslu... Kendisini Ayla'nın neden Oscar alamadığına dair komplolarından biliyoruz. Kafası o kadar karışık ki "Aslında bize Oscar vereceklerdi ama kartlar karışınca yanlışlıkla Moonlight'a gitti" dese kimse de garipsemez ve Allah'tan filmlerin senaryosunu bu adama yazdırmıyorlar. Uslu yapımcılığındaki son film Çiçero'nun senaryosunu Gürkan Tanyas yazıyor, uzun zamandır perdede görmediğimiz Serdar Akar da yönetiyor.
Oyuncu kadrosu ise yine zengin: Erdal Beşikçioğlu başta olmak üzere, Burcu Biricik, Ertan Saban, Murat Garipağaoğlu, Tamer Levent gibi isimler uzadıkça uzuyor. "Uzadıkça uzuyor" deyip cümleye almadığımız filmler lüfen darılmasın...
Yüz mü yılın ajanı?
İlyas Bazna... Aslında perdede ilk salınışı değil bu adamın. Joseph L. Mankiewicz, '5 Fingers' ismiyle filme çekmiş, Ankara Casusu demişiz biz de filme (Henüz o sıralar Türkiye'e TV gelmediği için İlyas B - Bir Ankara Casusu diye bir dizi çekememişiz). İlyas B, Arnavut kökenli, serseri ve kanunsuz bir tip. Yurt dışındaki elçiliklerde çalışmış ve İngiliz Büyükelçiliği'nde uşaklık ederken Nazilere bilgi sızdırıyor. Derdi tabii ki çok para kazanmak ama filme göre bunun kahramanca bir yanı var.
"Nasıl yaa?" diye soracak oluyorsun, tam o sırada karşımıza aşk sahneler çıkıyor, "Sktret bak öpüşüyorlar" diye salıyorlar önümüze Burcu Biricik'i... Erdal'la dudakları da birleşmiyor, TV'de gösterilirken filan kimseyle kesmeyle uğraşmasın diye düşünülmüş, incelikli bir hareket...
- Benim salyam mı akmış oraya?
Naziler filan nasıl, iyi mi?
Duygusal bir süs gibi dursa da Nazilerin engelli politikasına değinmek şık bir hareket olmuş. Ortam iyi kurulmuş, sanat yönetmenliği iyi yaratılmış ve şuna emin olduk artık: "Yüzyılın en büyük casusluk hikayesi" iddiasının altından kalkamasak da, Hollywood'un ortalama bir dönem filmini yapabiliyoruz galiba! Aferin lan bize, ne kadar süper! Dövüşen ajanlar filan var, harika! Duvardan zıplayıp takla atan bir dublör de tutulmuş. Astounding!
Senaryoda derin bir politik entrika yok. Belli ki karakterin kendisinde de yokmuş. Godaman Almanları, İngilizleri oynayan tipler de fazla Türk duruyor bazen ve onlara İngilizce Almanca dublaj yapılınca tam ağza oturmuyor. Keşke oyuncular zamanında yabancı dil öğrenseymiş! (Tam da buraya bir İngilizce uygulaması reklamı alsak süper olurmuş. Şimdi koysak da parasını sonra istesek verirler mi?)
Yüzyılın en büyük taklası?
Oscar'a gidecek mi? Yoksa hiç sokmayalım mı kafasına?
Filmde bazı küçük kısa sahneler var ki, sadece orada bir repliği dillendirmek için, o replikle halkımızı galeyana getirelim diye çekilmiş gibi duruyor. Bence sinema bu değil! Ayrıca estetik olsun diye çekilmiş ama daha çok bir reklama ya da klibe benzemiş yerler de var. Hele ki reklam kurgusuyla çekilmiş küçük bir sekans, sanki erotik göndermeli bir dondurma reklamıymış etkisi yarattı bende. Kadın da o sıra "Keşke şu anı dondurmamız mümkün olsa" dedi, aha dedim dondurma ürün yerleştirmesi geliyor, "Magnum'la hayatı dondur" diye slogan gelecek şimdi. (Lan yalnız buraya da çok pis reklam alırdık!)
- Ooo, sıcak ve mutlu aile... Çok pis reklam yüzü olur bunlardan...
Kısa kısa, artısı eksisiyle:
+ Bir dönem kendi bağımsız filmlerini çeken Serdar Akar'dan bir film izlemek güzel. Her ne kadar bu yapımdaki işlevi çok yaratıcılık gerektirmeyen bir memur yönetmenlik olsa da dönem filmini çekmenin altından kalkmış adam. Ayrıca "memur yönetmenim" diye de oyuncuları bir evrak almak için 40 yere yönlendirmemiş, tam sahne çekilecekken "Sistem gitti" diye sorun da çıkarmamış. Olumlu!
- Müziğin bu tip filmlerde bol bol, yarın yokmuş gibi çılgınca kullanılmasına alıştık ama keşke bir anda tüm soundtrack albümünü boca etmeseler üzerimize. Müzikler arası geçişler bile çok hızlı, yani 2 dakikada 3-4 farklı müzik duyabiliyoruz. Bu kadar kısa süre içinde o kadar çok duygu yaşayamıyoruz henüz Mustafa Uslu, insanlar henüz senin istediğin seviyede değil! Lütfen söyle, sakin olsunlar!
+ Churchill benzemiş.
- Hitler fazla uzun olmuş.
+ Filmde paragöz bir adamdan zorlama bir kahraman yaratılsa da abartılı bir hamaset olmadığını söyleyebiliriz. Özenilmiş bir film olduğunu da söyleyebiliriz. Artık bu tip filmlerde bir çıta var, o çıta yakalanmış. O çıta ise tabii ki "Ayla ve Müslüm'ün yapımcısından" çıtası.
- Evet bu adam kendisi üzerinden filmlerin pr'ını, filmler üzerinden kendi pr'ını yapma işini abarttı. "Ayla ve Müslüm'ün yapımcısından" imzası da fazla batar oldu. Her yerde film öyle tanıtılıyor ve çoğumuzun aklında şöyle bir soru var: Çiçero'dan sonra da bu imza uzayacak mı? Uzarsa şayet, nereye kadar uzayacak?
Buna benzer bir afişi olur mu gelecekte?
Puan: Ayla ve Müslüm'ün yapımcısından 60'ı...
Glass - Marvel olmak istiyormuş, ama çekiniyormuş gibi bir seri...
M. Night Shyamalan... Kendisi 1999 yapımı Altıncı His filmiyle bilinen Hint yönetmendir, Hollywood'un dahi çocuklarındandır. Bu ağabey, "contemporary supernatural plot"ları ile ünlüdür. Yani doğaüstü olaylara getirdiği çağdaş yorumlarla bilinir. Tam da İstanbul Modern'de sergilenesi bir abidir. Sergileyip altındaki açıklamaya "Doğa üstü ile doğanın birleştiği yerde, kimliklerin üst üste geldiği ve çıkışsızlığın fışkırdığı bir yönetmen" yazılsa baya ilgi toplar gibi.
Neyse, 2000 yapımı Bruce Willis'li Unbreakable ve 2016 yapımı Split ile beraber üçlemenin tamamlandığı film bu. Hatta belki devamı da çekilerek X-Men'e bağlanması işten bile olmayan bir film bu... Neyse, o konuşulur da; Split'teki farklı rolleriyle yıldızlaşan James McAvoy'un bu filmde yine yıldızlaştığını söyleyelim, ayrıca Samuel L Jackson'ın da Mr. Glass alarak yer aldığını ekleyelim.
- Ya X-Men'i çekmeyi de ilk ben düşündüm aslında. Ama mavi boyamız yetmedi...
Arkadaşım ben hiç izlemedim, tane tane anlatır mısın?
Unbreakable'dan bildiğimiz, kırılmaz kemikli güvenlik görevlisi David Dunn, birinin izini sürer. İzini sürdüğü kişi Split filminde 24 farklı kişilikle gördüğümüz Kevin Wendell Crumb'dır. Kevin yine kendisine kaçırılacak kızlar bulmuştur ve çoklu kişilik bozukluğunu fırsat bilerek kaçırdığı kızlar önünde Ata Demirer'in Şahan'ın zamanında yaptığı skeçler gibi farklı tiplemelere bürünür. Kızlar "Bu ne yaa, ooo amcam modası geçti bunların" diye tepki verince de alınır ve rehin alır onları. Kızlar tabii bi gerilir.
Neyse, fazla uzatmayalım David Dunn bu psikopatı bir şekilde enseleyip kahraman olabileceğini düşünürken, vücudundaki tüm kemikleri kolayca kırılabilen Mr. Glass'la beraber üçü de bir akıl hastanesine kapatılır. Onları süper kahraman olmadıklarına inandırma görevi de bir psikiyatr ablama kalmıştır.
Nasıl süper kahraman değilim? Asgari ücretle hayatta kalmayı başarıyorum ya... (Olacaaak olacaaak olacak o kadaaar)
Süper kahramanlar mı şimdi, değiller mi?
Unbreakable filmi Altıncı His'ten hemen sonra gelen, atmosferi hoş, kamera açıları ve yeşil ağırlıklı renk paleti ilgi çekici, ama abartılmaması da gereken bir filmdi. Sanki o sıra bu öykü hiç de üçleme olmayacak gibiydi. Ya da hiç de üçleme olacak gibi değildi. Ama oyuncu performansının doruğa çıktığı, psikolojik-fantastik Split'in sonunda aralarında bir bağ kurulmuştu. Bu son film de uzun bir süre psikolojik gerilim biçimiyle izleyeni içine alıyor ama düşük bütçesi süper kahramanlık numaralarını karşılamaya yetmiyor.
Yani aslında psikolojik ile fantastik arasında bir belirsizlik yaratılması güzel ama sanki yönetmen de tam ne istediğini bilmiyor. Filmin büyük bir bölümünde ses efektleri de gerilim durumunu yaratırken sonradan düz müziğe bağlıyor, film de düzleşiyor. Ayrıca çok iyi oyunculuklar var ama yan karakterler dümdüz. Nokta.
- Oğuzhan Uğur neden bu kadar popüler laaan
Puan: 70... İlki de 70'ti... ikinci belki 75'ti
Arakçılar (Manbiki Kazoku) - Altın Palmiyeli olsa da kimsenin tanımadığı yönetmenin 13. sinema filmi...
21 sene sonra Japonya'ya Altın Palmiye'yi getiren, bizim Ahlat Ağacı'na yönelik "O kadar alkışladılarsa bi palmiye verirler artık" şeklindeki umutlarımızı yok eden film bu. Yönetmen Hirokazu Koreeda Cannes'a yedinci katılışında Altın Palmiye ödülüne ulaştı ve onun bu ödülü alması bizim sinefil camiasında "Koreeda kimdi laa? Çaktırmayalım da hemen izleyelim bari" şeklinde karşılandı.
1) Aile nedir? 2) Japonya'dan Shameless çıkar mı?
Film, "Aile nedir" üzerine düşündürüyor. Yönetmen zaten son 10 yıldır "Bir aileyi aile yapan nedir ha?" diye düşünüyormuş ve evet, yönetmen olunca böyle şeyler üzerine düşünme lüksün oluyor. Biz de düşünüyoruz: Aile nedir, ne işe yarar, illa birilerinin ailemiz olması için anamız babamız mı olması lazım?" şeklinde... Geniş bir aile izliyoruz: Yolda buldukları bir kız çocuğunu da aralarına alınca büyüyen ve kan bağını önemsemeyenç Shameless dizisindeki gibi herkesin sürekli hareket halinde olduğu, seksin ahlak dışı algılanmadığı (dizideki ortam yok, heyecan yapma), yoksulluğun kol gezdiği...
Cevap veriyorum: Bir aileyi aile yapan termostur...
Kamera aile ortamına uygun mu?
Yönetmen kamerayı, tüm karakterleri kapsayacak ve kimseyi kimseden üstün tutmayacak şekilde kullanıyor. Ayrıca meşhur Japon yönetmen Yasujiro Ozu'nun sık sık tercih ettiği gibi, yere yakın oturan karakterleri biz de çoğu zaman yerden bir bakış açısıyla görüyoruz ve mütevazı bir mekanda olduğumuzu anlıyoruz. Ayrıca dış mekan da iyi kullanılıyor, karakterlerimizin dış dünyada ne kadar yalnız olduğunu göstermeye yönelik konumlanıyor kamera... Vay hınzır kamera. Vay fitneci kamera...
Sinema anlayışıyla beraber bu Japon Shameless'ının alternatif ailesine tav oluyoruz. Filme adını veren 'arakçılık' öyküye bir macera unsuru katarken karakterlerin arayışı da merakı canlı tutuyor. Genç kadının sevgi arayışı, orta yaşlı kadının çocuk sevgisi, ergen çocuğun doğruyu arayışı... Büyükannenin gözlüklerini arayışı ama gözlüğün meğerse alnında olması? Yo yo, bu yok.
Poşetsiz alışveriş coşkusu...
Puan: Japon harfleriyle yazılmış bir 80 (80 diye yazılıyor yine)
İmgeler ve Sözcükler (Le livre d'image) - Ve bizim anlamadıımız kim bilir neler neler...
Jean-Luc Godard... Daha önce burada 50 kere anlattık, Yeni Dalgacıdır, sinema tarihinin, özellikle de Avrupa sinemasının en önemli yönetmenlerindendir. Kolaj şeklinde yaptığı bu çalışma da son Cannes Film Festivali'nden Özel Altın Palmiye diye uydurma bir ödül aldı. Muhtemelen belgesel ve haber görüntülerinden kesilen parçalardan oluşan filmdeki tonla imgeyi ve sözcüğü anlamayan jüri, "Buna şimdi özel bir şey vermek lazım. Nee verseeek, ne verseeek" diye düşündü ve ortaya bu ödül çıktı.
Ne bu ya?
Film 5 bölümden, onlarca tablodan, onlarca film parçasından, müziklerden, resimlerden oluşuyor. Yani mesela şöyle; diyelim ki iki günlüğüne İstanbul'a gelmişsin ve gelmişken olabildiğince çok kültürel etkinlik yapmak istiyorsun. O iki güne bir sürü canlı müzik, sergi ve festival sığdırmaya çalışıyorsun. Bir filmin yarısında çıkıyorsun, hoop iki adım ötedeki müzeye gidiyorsun, oradan koştur koştur mekana derken... Kafa kalır mı insanda? Kalmaz. Filmde de kalmıyor.
Godard usta bu yaştan sonra film çekmeye üşenmiş olsa gerek, bi güzel film kolajı yapmış. Eski Maoistliğinden gelen devrimci düşüncelerini de sıkıştırmış ve belki de "Ulan burada film izleyeceğinize gidin eylem yapın" demiş. "Lan bak hâlâ duruyor, sanki bi bok anlıyor gibi. Git bi yerde basın açıklaması filan yap" demiş...
Filmde şöyle bir görsel var mesela... İster istemez "Ne bu ya" diyorsun...
Puan: 55
Diğer - Geriye hep sömestre filmleri kaldı...
Uçan Halı ve Kayıp Elmas: Danimarka yapımı ama içinde Ahmet olan bir animasyon. Uçan halı da var gördüğüm kadarıyla. Takdir-teşekkür almış 9-12 yaş arası için önerilebilir.
Üç Harfliler: Adak: Alper Mestçi'nin yer yer vizyona sokup "Bu da yerli korku ama azıcık daha kaliteli yerli korku olduğunu düşünüyorum" dediği filmlerden biri. Hâlâ yerli korku izlemekten bıkmayan ve not ortalaması 2.5 ila 3.5 arasında olan liseliler için önerilebilir.
Can Dostlar: BKM'nin Güldüy Güldüy ekibinden bir film bu da. Bu film de, okulunda ne kadar başarısız olsa da ana babaları tarafından şımartılıp duran çocuklara gelsin...
Borç Harç: Youtube'da ne hikmetse her videosu milyon izlenen ve kesik kesik konuşmaları nedeniyle "Normal hayatta da böyle jump cut şeklinde mi konuşuyor bu herif?" diye merak ettiren Oğuzhan Uğur'un başrolünde olduğu bir yerli komedi. Fragmandan nasıl bir şey olduğu anlaşılıyor. Endüstri meslekte okuyan bir kesime hitap edebilir.
SONUÇ - Bir şeyler mi yesek?
Yeni geçen sinema yasasından dolayı hâlâ ilgililerin patlamış mısır meselesi konuştuğu bir ortamda diyebilirim ki, sinemaya aç gelmeyin e mi? Ne mi alaka? Çünkü bu hafta anladım ki açlık dediğin şey her yaştan kişiyi ilk okul kantininde "Abla abla, yarım kaşarlı tost istiyom abla" diye çırpınan bir çocuğa çevirebilir. Bu hafta basın gösteriminde, film öncesi ikramı olan küçük kuru pastalar ve tatlılar getirildiğinde eleştirmenlerin nasıl izdiham oluşturduğunu gördüm çünkü ben... Dedim, eleştirmen dediğin sadece "Ben filmlerle besliyorum kendimi, müzelerle, sergilerle doyuruyorum ruhumu" diye vidi vidi yapan bir insan değilmiş. Çok acıkıyormuş o da...
Herkesin aklında aynı soru: Eklerden bana kalacak mı acaba?
Neyse ben bu hafta izlenebilecek filmleri şöyle kısaca sıralayayım: Arakçılar > Glass > Çiçero > İmgeler ve Sözcükler... Haydi haftaya yine bol bol sinema konuşmak, goygoylaşmak üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya bir Instagram fenomeni bizlerle olacak. Hadi inşallah güldürecek....)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et