Beterin Beteri Var Demenin Tam Sırası: The Handmaid’s Tale Geri Döndü!
Ekranların en sinir bozucu dizisi The Handmaid’s Tale, 4. sezonuyla geri döndü. Türkiye’de Blu TV üzerinden yayınlanan dizi, June’un bir uçak dolusu çocuğu Kanada’ya kaçırması sonrası, soluk kesen macerasıyla başladı. 86 tane çocuk, Z kuşağımızın %85’inin hayalini yaşamak için Kanada topraklarına pasaportsuz, vizesiz iniş yaptı. “Meleklerin uçuşu” adını verdikleri sefer ile yavrular, adeta özgürlüğe kanat açtılar.
Takarak aşk kanadını yakında geleceğim...
4. sezon 3. bölümde dikkatli izleyicilerin yakaladığı detay büyük yankı uyandırdı. Dizinin hem başrolü, hem executive producer’ı olan Elisabeth Moss, 4. sezonda bir de yönetmen koltuğunu aldı. Adeta başkanlık sistemine geçen The Handmaid’s Tale’in 4. sezonunun (toplam 10 bölüm) üç bölümünde (3,8 ve 9) Moss’un yönetmenlik imzası olacağı müjdelendi. Kendi işkence sahnelerine de yönetmenlik yapan oyuncunun, sezonlardır gözünün yönetmen koltuğunda kaldığı, hatta senaryoları da olduğu verdiği demeçlerle ortaya çıktı. Eline sağlık Lizzy, dizinin her şeyi ol, Gilead’ı üstüne yap diyen iç sesimizi içimizde zor tutuyoruz.
Amedspor taraftar grubu gizli totem ayini
Yeni Başlayanlar İçin The Handmaid’s Tale-101:
Dizi, Margaret Atwood’un aynı adlı romanından uyarlanıyor. Yazarının üstopya (ütopya+distopya) adıyla sınıflandırdığı eser, kimilerince feminist distopya olarak da kategorize ediliyor. Dizinin özeti için aslında şu cümle yetiyor: “Amerika’da laiklik elden gidiyeah” kardeşlerim...
Çocuk doğumlarının düştüğü, doğurgan kadınların köleleştirildiği, erkek egemen, din merkezli ve totaliter bir rejimle yönetilen Gilead adlı ülke, Amerika’nın son versiyonu olarak tahayyül ediliyor. Ama ne versiyon… Trump’ı mumla arıyorsunuz. Kemalettin Tuğcu, Gülseren Budayıcıoğlu halt etmiş, öyle bir dram. Margaret Atwood’un kaleminin gücü, distopik anlatıyı gerçeğe bu denli yakın ve duygusal bir zeminle tamamlayabilmesinden geliyor zaten.
Kapanmada depreşen mutfak aşkı ve akıllardaki tek soru: Kim yiyecek?
Hikayede, kadınlar tecavüze uğruyor, aşağılanıyor, köleleştiriliyor, kimliksizleştiriliyor. Baş karakterimiz, damızlık kadınlardan biri olan June Osborne. Açılan isyan bayrağını taşıyan kişilerden biri oluyor. 4. sezon, yaşanan mücadelenin ardından kahramanlaşan ve lider konumuna gelen June’un, özgürlüğün tadına vardığı yeni bir sayfayı sunuyor. June Gilead’da, elinden alınan kayıp kızını ararken, kendini “ben bu oyunu bozarım” diyen Tatar Ramazan naraları atarken buluyor.
'I want to play a game'
80’lerde kaleme alınan kitap, bugün dizi olarak dünyadaki kadın mücadelesinin popüler kültüre yansıyan bir parçasını oluşturuyor. Margaret Atwood, kendisine sık sık “Bu hikaye Orta Doğu ile mi ilgili” diye sorduğunu söylüyor ve verdiği cevap duymak istemediğimiz gerçeği yüzümüze vuruyor. “Bunlar dünyanın her yerinden örneklerin toplamı. Tek yapmamız gereken tarihte 100 yıl geriye gitmek.” Hatta ne yazık ki, bazı coğrafyalarda 100 yıl geri gitmek bile gerekmiyor. Bugün dünyada popülist rejimlerin elinde oyunca etmeye çalıştığı kadınlar, haklarını korumak için direnirken, mücadelelerini damızlık kadınların hikayesiyle benzeştiriyor, protestolarda dizinin ikonik kıyafetlerini giyen kadınlar meydanlarda boy gösteriyor.
Blu TV de bu sezon The Handmaid’s Tale’ı tanıtırken, sürpriz yaptı:
"Ama bazen konuşmamak da aynı derecede tehlikelidir."#MargaretAtwood #TheHandmaidsTale pic.twitter.com/TfWrVWnHG2
— BluTV (@BluTV) April 28, 2021
The Handmaid’s Tale’da izleyici, katarsisi bu gerçekçilik sayesinde doruklarında yaşıyor. Kendi gibi kentte yaşayan, sıradan bir işi ve ailesi olan, sıradan bir kadının adım adım bir savaşçıya dönüşümünü izliyor. “Gilead nerede” diye soranlara “içimizde” yanıtını veren dizide, Gilead’a karşı savaşan Mayday’ın de orada yaşayanların ta kendisi olduğu vurgulanıyor. İzleyici bir yandan içine hapsolduğu suskunluk sarmalının birileri tarafından kırılmasını beklerken, bir yandan da “işkence odasının kapısında kanaviçe işleyen Lydia Teyze” misali ikiyüzlülüğü ile karşı karşıya kalıyor. Dizi sadece bu suçluluk duygusunu değil, bir kişinin neleri değiştirebileceğini, kaybedilmeyen umudu ve her şeye rağmen aşkı sunuyor.
Baba Oldum Sanan Tecavüzcü Coşkun / Öz Hakiki Damızlık Şöfer
Aşk demişken, orada da Aşk-ı Memnu’ya pabucunu ters giydirecek bir olay var. Çekirdekleri çıkarın anlatıyorum.
SPOİLER ALERT!
June’un kocası Kanada’da. Hapsedildiği evin şoförüne (o da aslında Beşir görünümlü Polat Alemdar) aşık oluyor, bebekleri oluyor. Evin tecavüzcü beyi, önceleri bebeği kendinden sanıyor. June bebeği kaçırıp, kocasına kargoluyor. Üstüne de “aşkımın meyvesi” notu düşüyor. Hooppp Kanada’daki koca, bebeğe bakıcı oluyor. Şoför deyip hafife aldığımız sevgili, Gilead’a komutan olurken, June Gilead’ın en azılı düşmanı olarak mimleniyor. Diğer bir deyişle, imkansız aşkın böylesi görülmedi.
Anlayacağınız politik mesajı, gazı, dramı, entrikası, macerası, aşkı, her bir şeyi olan bir dizi The Handmaid’s Tale, her şeye rağmen beterin beteri var diyerek halimize şükretmemizi de sağlıyor. Siz de bu pandemi döneminde, geleceğin belirsizliği içinde “en kötü ne olabilir ki” diyorsanız bu diziyi izleyebilirsiniz. Tüm bölümleri Blu TV’de, yeni bölümleri ise her perşembe yayında. Unutmadan The Handmaid’s Tale, 5. sezon onayını da aldı sayın izleyen, hayırlı uğurlu olsun, meyveniz kutsansın.
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et