165 Milyon Dolarlık Bütçeyle Ekrana Düşen Çizgi Roman Efsanesi: THE SANDMAN
Çizgi roman uyarlamalarının son ve belki de en iyi halkası The Sandman, Netflix’te izleyicilerle buluştu. Melankolik, yer yer tükenmiş ve vampir benizli kahramanımız, yaratılışından 30 yıl sonra ilk kez dizisiyle beyazcama “merhaba” dedi. Üstelik yapım kadrosuna, The Sandman’in yaratıcısı Neil Gaiman’i de katarak. Anlayacağınız yıllardır bir türlü uyarlanamayan hikaye bu kez şeytanın bacağını kırdı, beklenenden geç olsa da Netflix kataloğunda yerini aldı. Peki The Sandman’i bu kadar “beklenir” kılan neydi?
Elbette seriyi pek bilmeyenler için ilk cazibe noktası dizinin devasa bütçesi oldu. Tam 165 milyon dolara mal olan dizi Netflix’in rekor yatırımı… Ayrıca 1988 ile 1996 yılları arasında yazılan çizgi roman, 1991 yılında Kısa Kurgu Dalında Dünya Fantastik Edebiyat Ödülü almıştı. Yani edebiyat camiasında çizgi romanların namını yürütmüştü. Bunun yanında The Sandman, sıradan bir süper kahraman hikayesi değil. Mükemmel ve süper güçleri olan bir kahramandan değil, defoları bulunan, “bu benim aklıma gelmemişti” diyebilen, melankoliyle yaşayan bir ana karaktere sahip.
Ona; Düş, Dream, Morpheus, Düş Kahini veya Kabuslar Kralı gibi isimler veriliyor. Buradan da anlayacağınız üzere hikayesinin temelinde dinlerden, mitolojiden, edebiyattan izler bulunuyor. Üstelik korku ve fantastik ögeler taşısa da asıl kimliğini gotik atmosfer üzerine oluşturuyor. Fantastik deyince öyle sanmayın, The Witcher veya Zaman Çarkı gibi bir proje değil, aksiyondan ziyade düşünsel rekabetler söz konusu. Bu yüzden The Sandman olsa olsa hikaye motivasyonları açısından Good Omens ile kıyaslanabilir zaten.
Maske, mesafe, 3.'sü neydi ya?
The Sandman’e Giriş
The Sandman fantastik evreni, ölümsüz olan ve üstün güçleri bulunan ailenin bir üyesini merkeze alıyor. Ölümsüz kardeşler olan Kader, Ölüm, Düş, Yıkım, İhtiras, Umutsuzluk ve Hezeyan, kendi dünyalarını kontrol ediyor. Bizim kahramanımız Düş yani rüyalardan sorumlu. Adını Yunan mitolojisindeki rüyalar tanrısından alan Morpheus yani Sandman. İnsanların uykuya dalması için gözlerine kum serptiği (çapak böyle oluşuyormuş) rivayeti düşler kralına bu ismi de veriyor.
Paraya kıydık boşa gitmesin, bas efekti koçum!
Dizi, düşler diyarının efendisinin yarattığı kabuslardan biri olan ve düşler diyarını terk eden Korintli’yi yakalamaya çalışırken açılıyor. Uyanıkların dünyasında (bildiğimiz dünya işte) olan ve kurbanlarının gözlerini oyarak insanlara acı veren bu kabusun peşinden koşan Morpheus, bir yabancının eline düşüyor. Ölen oğlunu geri getirebilmek için Ölüm’ü yakalamaya çalışan ve ayin düzenleyen bir aristokrata (Roderick Burgess) yakalanan Morpheus, esir ediliyor. Gücüyle oluşturduğu ve gücünü taşıyan yakutu, kumu ve miğferi çalınıyor.
Düşler efendisi gücü elinden alınıp camdan bir küre içinde hapsedilince düşler alemi de tarumar oluyor. Onun tutsak olduğu zamanda, insanlar da uyku hastalığını pençesine düşüyor. Uyku hastalığına bir parantez açmak gerek, çünkü hikayedeki bu öge 1916 ile 1927 yılları arasında meydana gelen bir salgına refere ediyor. Dünyada 5-10 milyon kişinin etkilendiği düşünülen hastalık, insanların uykularından uyanmaması ile başlamıştı. Farklı bakteri veya virüslere dayandırılsa da nedeni tam olarak ispatlanamayan ve 1927’de aniden sona eren salgın, diziyle fantastik bir nedenselliğe kavuşuyor: “Düş kahini tutsak edildi ve insanlar hastalandı…”
Üstelik hikayenin gerçek hayata göndermeleri bununla da sınırlı değil. Düşler efendisinin hapsedildiği zaman savaşların kapıda olduğuna dair diyaloglar dünya savaşlarına atfediliyor.
Teoman feat. İlk Feci Cinayet - Gündüz Düşleri
Düşleri kontrol ederken bir yandan da insanların hikayelerini alan ve dev bir kütüphanesi bulunan gotik efendi Morpheus, serüvenini yaşarken ara ara bilindik göndermeler de gözümüze çarpıyor. Örneğin Shaxberd (Shakespeare), Kit (Dr Faustus’un yazarı Christopher Marlowe), Barbie ile Ken ve Habil - Kabil karakterleri karşımıza çıkıyor. Epik bir anlatımın benimsendiği The Sandman, bu göndermelerle parmak uçlarının hala bildiğimiz dünyaya bastığını vurguluyor.
Benzersiz bir tıraş deneyimi...
“Allahım kör et beni” diye diye izlediğimiz, The Resident Evil gibi onca kötü uyarlamanın ardından, The Sandman henüz gelmeden bünyelerde endişe yaratmıştı. DC Comics imzasıyla bugüne dek toplam 3000 sayfalık bir anlatısı olan The Sandman’in dizi yapılmasının zor olduğu aşikardı. Ancak ortaya çıkan eser, bu zorluğun altından başarıyla kalkıldığını gösteriyor. Üstelik seriye hiç aşina olmayanların bile hikayeye kolaylıkla adaptasyon sağlaması mümkün.
Ancak The Sandman’de, Dune gibi örneklerde gördüğümüz uzuuunnnn dış sesler ve evren anlatımı yok. Onun yerine derli toparlı fakat biraz ağır iki bölümle evrene ısınmamız bekleniyor. 3. bölüm itibarıyla karakterlerin özünü anlamamız için uzun bloklar, neredeyse hiç paralel kesmeden verilen akışlar bizi karşılıyor. Bu ilk iki bölüm ile dizinin geri kalanı arasında iklim farklılıkları yaratsa da “suya girince alışıyorsun.” Özellikle dizinin 5. bölümü adeta başlı başına bir film. Neredeyse tamamı tek mekanda geçen bu bölümde, dizi izleyiciyi “gerçek ikliminin” içine ışınlıyor. 6. bölümde Düş ve Ölüm arasında geçen diyaloglar, “bu ikisini rakıya oturtmak lazım” diye düşündürürken 7. bölüm itibarıyla bu kez yeni bir çatışma, dizinin omurgasına eklemleniyor. Anlayacağınız sürükleyici 10 bölümün tadı damakta kalıyor ve “daha karpuz kesecektik” dedirterek bitiveriyor.
Edward, sen misin?
The Sandman'in Çizgi Romanı, Diziyle Aynı mı?
İki proje %100 aynı olmasa da olaylar büyük ölçüde aynı şekilde işlenmiş. Ancak özellikle karakter değişimleri dikkat çekici. En başta rüyalar aleminin efendisi çizgi romanda esrarengiz gözleriyle işaret ediliyor. Dizideki kahramanımızın gözlerinin bildiğin anam babam usulü göz olduğu aşikar. Diğer yandan hikayede yer alan Lucienne ve Luciate uyarlamada kadın görünümünde karşımızda. Johanna Constantine, John’un yerine günümüz hikayesine gelmiş. Ayrıca Rose Walker çizgi romandaki görünümünden bir hayli farklı…
Daha önce siyahi olmayan karakterlerin dizide siyahi görünmesi, kadın karakter sayısının artışı ve dizideki LGBT temsili, kuşkusuz politik ve sosyal mesajlar içeriyor. Tam da bu nedenle bir grup izleyici arasında forced diversity tartışması yürüyor. Yani çizgi romanda olmayan bu çeşitliliğin, fantastik alemin sihrini bozduğuna dair görüşler var. Fantastik hikayenin itici güçleri arasına politik gündemi eklemenin atmosferi zedelediği tartışılıyor.
Diversity tamam da heteroluktan kaldık...
Kişisel görüşüm ise çizgi romandaki tektipliğin asıl politik bir ürün olduğu yönünde. Zira siyahi kahramanlar, kadın sonsuzlar veya LGBT karakterler olabilecekken günümüzden 30 yıl önce bu temalara popüler kültür ürünlerinde yer verilmemiş -belki de verilememiş- olması sorun. Bunu zorlama bir çeşitlilik çabası veya politik bir hamle olarak değil de, olması gerekenin geç kalınmış bir telafisi olarak görmemizin daha işlevsel olacağı kanaatindeyim. Yoksa var olanın, olduğu gibi muhafaza edilme beklentisinin “kültürel muhafazakarlık” olarak adlandırıldığını hatırlatmak mecburiyet. Yeniliklere, zamanın getirdiklerine açık olmak ise asıl hayal dünyalarını besleyen şey öyle değil mi?
İzleyelim mi?
Kesinlikle izleyin…. Çizgi roman dünyasına aşina olanların, özellikle 4. bölüm sonrası aradığı etkiyi bulacağını söyleyebiliriz. Ancak Sandman ile yeni tanışacak olanlar da evreni anlamayacağına dair endişe taşımasın. Zira tutarlı ilk bölümler, konuyu hızla çözmenizi sağlıyor. Dizi birçok yönden vaatleri de karşılıyor. Tek mekandan, bölünmeyen akslardan, uzun diyaloglardan korkmayan Neil Gaiman sayesinde, gerçekten dolu dolu ve sürükleyici bir maceraya tanık oluyoruz. Devasa bütçesi sayesinde her sahneye basılan efektler bazen saçmalasa da, dizi izleyiciyi fantastik evrene yeterince inandırıyor.
Çizgi romanda daha mı yakışıklıyım ne?
Üstelik The Sandman’in bir sezonla kalmayacağı belli. Hiç acele etmeden derdini anlatan dizide henüz Morpheus’un kardeşlerinin bile tamamını görmedik. Yıkım, Kader ve Delirium dizide bir karede bile yer almadı. Yahu bir kere kahramanımızın aşk hikayelerine bile girmedik henüz. Nada hikayesini çok kısa gördük ama doğru düzgün işlenmedi. Ayrıca tüm kardeşlerin bir araya geldiği aile toplantıları ve bu engin galaksinin diğer parçaları henüz izleyici ile tanıştırılmadı. Kısaca reyting kurbanı olmazsa bu dizinin bir 4-5 sezonu rahat var. Uzun sürecek bir serüvene adım atmak, oradan oraya uçan kaçan değil de daha melankolik ve sıradan bir kahraman izlemek isterseniz düş dünyasına davetlisiniz. The Sandman, ilk sezonunun 10 bölümüyle Netflix’te. İyi seyirler.
(gizemkaboglu Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et