''TC simülasyonu kastı, biraz da Kore'nin vasat distopyasına bakayım'' Diyenlere: Black Knight
Dune ile yükselişe geçen çöl, toz, toprak trendinden nasibini alan Black Knight, sıradan olay örgüsü ve alışıldık karakterlerine rağmen izleniyor. Kasvetli evreni, Mad Max Fury Road esintili anlatısı ile eleştirilerin odağında yer alan eser Güney Kore menşeili. Netflix’in dev bütçeli yapımı vakit geçirmelik bir alternatif sunsa da distopya sevenler için sıradan olmaktan öteye geçemiyor.
Distopik hikayemiz bizlere bu kez kuyruklu bir yıldızın çarpmasıyla mahvolan dünyadan sesleniyor. Kore yarımadasının zehirli bir hava bulutu içinde kaldığı bu distopik dünyada, halk hava kirliliği ile boğuşuyor. Öyle ki oksijen kuryeler tarafından evlerimize getiriliyor. Dönemin en prestijli işi kuryelik… Ama bu kuryeler bildiğiniz gibi değil… Kamyon kullanıyor, silah taşıyor, dövüş sporlarında her önlerine geleni yere seriyorlar. Bizim mor/pembe montlu motokuryelerin aynı zamanda komando olduğunu falan hayal edin. İşte bu kuryeler öyle… Sürekli yağma tehdidi altındaki kuryeler, halkı hayatta tutan oksijeni evlere getirdikleri için birer halk kahramanı olarak gösteriliyor. En meşhurları ise ana kahramanımız 5-8.
Evde yoksunuz? O zaman ben komşuya bırakıyorum oksijeni
Dizinin evreninde katı sınıfsal ayrım da var. Kimileri Matrix dünyasını anımsatan teknoloji çağını yaşarken kimileri kirli havada yaşam savaşı veriyor. İnsanların ellerindeki QR kod ile ayrıştırıldığı sistemde, mülteciler sınıfların en altını oluşturuyor. Robin Hood’umuz kurye 5-8 ise mesai saatleri içinde oksijen taşırken geceleri mültecilere yardım etmeyi ihmal etmiyor. Ayrıca çalıştığı şirketin patronunun oğlunun kötü emellerine mani olmak için var gücüyle ortalarda salınıyor. “Yer değiştirme planı” adı verilen bu kötü emeller tahmin edebileceğiniz üzere mültecilerin ortadan kaldırılması ve mükemmel toplumun oluştulması amacını taşıyor.
14 Mayıs gecesi %50
Webtoon’dan uyarlanan Black Knight, ilk bölümü ile heyecan verse de bölümler ilerledikçe kendi yolundan sapıyor ve hikaye izleyiciyi “Ben aslında film olmalıydım” diye dürtüklüyor. Dizinin gereksiz yere doldurulmuş aksiyon sahnelerine ev sahipliği yapan kurye seçimi, son bölümlerinin ana konusu haline gelen aşı paranoyası, ninja kamplumbağalar gibi bir arada yaşayan “salak ve avanak” arkadaşları, “fazlalık”. Bunca fazlalığın yanı sıra eksikleri de yok değil… Dizinin cinsel gerilimi yok… Aşk duygusu eksik… Ölümün ve ölmüş karakterlerin hatıralarının kol gezdiği senaryoda izleyici için motivasyon oluşturabilecek olumlu tek bir duygu dahi esirgenmiş. Vatanperverliğin, sınıf çatışmasının, aşı paronayasının, virüs endişesinin hatta mutant insan düşünün cömertçe kullanılması diziyi izlerken demode bir karabasanda hissetmenize neden oluyor. Tüm tuşlara basılmış dersem anlayacaksınız.
Devletin kötülüğe araç olduğu ama tam olarak da kötülenmediği hikayede patron da bir anlamda aklanıyor. “Kendi eski bir günahkar olsa da”, günümüzde oğlu (Ryu Seok) kadar kötü gösterilmeyen patronumuz, dizinin belirsiz hedeflerinden biri. Anlayacağınız kaçak dövüşülen birçok dizide olduğu gibi Black Knight’ta da ne devlet ne de sermaye tam olarak tü kaka denmiyor. Patronun oğluyla vücut bulan kötülük bu denli yüceltilen kahraman için adeta çıtır çerez. Dizinin karanlık yanının korkakça kaleme alınması onu günümüz dünyasına dair mesaj taşımaktan da aciz kılıyor. Dizinin korkaklığı hikayeyi kuyruklu yıldız felaketine bağlamasından da belli aslında. Bu kadar oksijen eksikliği diye bağıran dizinin iklim krizine eklemlenebilecek bir alt metninin olmaması oldukça tuhaf. Sadece eleştirdiğinin kast sistemi olması, onu da lutfedercesine resmetmesi distopyayı çocuk masalı gibi yapmış.
Beyler ben biraz odayı havalandırıyorum...
İyi yanı yok mu? Var. Sweet Home, Squid Game ve All of Us Are Dead gibi dikkat çeken projelerin anavatanı Kore'nin en iyi görsel efekt stüdyosu VFX Studio Westworld dizinin efektlerine imza atıyor. Doğrusu dizinin görsel yanı büyük oranda tatmin edici. Sınıflar arasındaki ayrım da görsel çeşitlilik ile oldukça iyi veriliyor. Görsel demişken adeta podyumdan fırlamış gibi duran başrol kuryemizin de görsel estetiğe katkısı mevcut. (Gerçi zaten Kim Woo-bin eski manken) Ancak bu estetik karton bir dekor gibi… Diziyi izlerken yapımcının pinti olmadığından emin oluyorsunuz. Ancak “Para vardı çektiler herhalde” dedirtecek kadar basitçe tasarlanmış çok sayıda parçaya sahip.
Bana bu koltuğu tasarlayan adamın kellesini getirin...
Hiçbir karakterin ideolojik bir yol haritası yok. Tek yönlü olan karakterler arasında diğer ana karakter kurye olmaya gönüllü genç mülteci Sa-wol (Kang You-seok) da var. Karakterlerin motivasyonları net ancak bu motivasyonların önündeki engellerin hepsi fiziksel. Yani karakterler her zaman önündeki engellerle savaşıyor, atlıyor, zıplıyor, öldürüyor… Ancak duygusal olarak kapana kısıldıkları, seçime zorlandıkları ve heyecan verdikleri bir sahne yok. Diğer bir deyişle karakterler oyunda level atlar gibi ilerliyor. Evet, aksiyon koreografileri iyi, görsel efektler olmuş ama karakterin ruhunda fırtınalar kopartacak bir gerilimden yoksun dizi.
Usta Splinter… Röptaşambırından tanıdım…
Dizi kaçırdığı politik ve sosyal mesaj fırsatları, seksi ama aseksüel olarak hatırlayacağımız 5-8 kuryesi ve iyi çekilmiş aksiyon sahneleri ile hafızalarımıza pek de kazınmayacak ama bu sancılı günlerde atlamalı zıplamalı bir dizi izlemek, kafa yormadan vakit geçirmek isterseniz Black Knight iyi bir fırsat. Ancak izlediğiniz şeyin nöronlarınızda bir hareketlenmeye neden olması gibi bir beklentiniz varsa, Bridgerton bile bundan daha fazla sosyal mesaja sahip öyle diyeyim ben size. İyi seyirler…
(gizemkaboglu Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et