Succession’ın Yaratıcılarından Kate Winslet’lı Bir Diktatör Hikayesi: The Regime
“Succession’ın yaratıcılarından” duyurusu ile henüz yayına girmeden ufak çaplı kalp krizlerine neden olan yeni HBO dizisi The Regime, başrolündeki Kate Winslet ile oyunculuk anlamında bekleneni veriyor.
6 bölümlük The Regime, The Menu ve Succession ile başarısını tescilleyen Will Tracy tarafından yazıldı. Yönetmen koltuğunda ise Yeni Zelandalı Jessica Hobbs (The Crown) ve Stephen Frears (The Queen, Philomena, Victoria and Abdul) oturdu… Evet çok iddialı. Peki beklenen etki beyaz cama yansıyor mu? Hayır… The Regime ilk iki bölümdeki durağan senaryosu, akılda bıraktığı boşlukları ve alışılmadık soğuk mizahı ile biraz hayal kırıklığı yaratırken Kate Winslet faktörü umudumuzu korumamıza imkan tanıyor. Muhtemelen dizi ilerledikçe, rejimin çöküşü belirginleştikçe ve kamera sokağa indikçe dizinin potansiyelini daha net göreceğiz…
The Regime’in konusu: Sokağa tamamen yabancılaşmış, kendi dünyası içinde dışarıya körleşmiş ve ölüme dair paranoyalarla dolmuş şansölye Elena Vernham, hayali ülkenin yöneticisi. Babasının hayatını kaybettiği akciğer hastalığının kendisini de bulmasından korkarak kendini karantina altına alan Şansölye, çevresindeki görünmez tehlikeleri küf paranoyasıyla dile getiriyor. Onu yüksek nemden koruması için, çalışma şartlarını protesto eden maden işçilerini öldürerek Kasap lakabını alan Onbaşı Herbert Zubak’ı (Matthias Schoenaerts) ödüllendirerek yanına hizmetli olarak alıyor.
Zubak, popülist görüşleri ile Şansölye’nin kaygılarını hafifletirken onun dünyasını adeta işgal ediyor. Modern tıbba inanmayan, diplomasi yerine tehdit ve kabadayılıkla iş bitiren, çocukluk anıları ve kendini cezalandırma yöntemleri ile psikolojik sorunlarını açık eden bu asker, bir anda ülkenin gizli yöneticisi haline geliyor. Tüm bu süreçte Elena sinir bozan emredici ses tonu ile izleyiciye sürekli nazik bir zihin edinmesini telkin edip, nezaketle “aşkım” diye sesleniyor.
6 bölümde hacamata kadar gelir
Modern Avrupa’da kök salmış 7 yıllık bir otoriter yönetimi göz önüne seren dizinin alışılmadık anlatım dili onu diğer distopyalardan ayırıyor. Merceği tamamen yönetime çeviren The Regime’in oyuncu kadrosu oldukça dar ve halka, sokaklara dair herhangi bir görüntü sunmayarak yöneticinin körlüğünü izleyiciye de bahşediyor. Bu tercih izleyiciyi için hikayeye inanmayı ve akışa kapılmayı zorlaştırsa da hayal gücünü harekete geçirerek tahminler yürütmemize imkan tanıyor.
One Minute!
İzlerken kuşkusuz Zubak’ın dünyada yükselen popülizmin bir temsilcisi olduğunu fark ediyorsunuz. Kendi kalelerine hapsolmuş, demokrasi anlayışları bürokrasinin cenderelerinde sıkışıp kalmış, kraldan çok kralcı dalkavuklarla çepeçevre sarılmış yöneticilerin, Elena ile göz önüne serildiği bariz. İstikrarlı bir politikası olmayan, anlık kararlarla, ani çıkışlarla köy kahvesindeymişçesine karşısındaki ülke temsilcilerini azarlayan Elena’ya karşı NATO üyeliğinin bir “havuç” olarak kullanılması da günümüz NATO üyeliği pazarlıklarına açık bir gönderme.
Yanında çalışanları tokatlayan, herkesi tehdit olarak gören, ölüm ihtimalinden bile ölesiye korkanların hikayesi The Regime’de, hastalık da anlayacağınız üzere koltuk kaygısının sembolü… Popülist Zubak ile yakınlaştıkça Elena’nın hastalıklarının onun gözünde görünmez olması ayrıca ironik… Dizinin henüz başında gördüğümüz cam tabutta çürüyen ceset ise yönetimdeki çürümüşlüğün işareti olarak izleyiciye düzenin çökmekte olduğunu müjdeliyor. Karşımızdaki dizi, Amerika’nın küçük devletleri kukla gibi kullandığına ve yükselen popülizme dair kara komik bir eleştiri. Kara komedi böyle bir şey tabii ama birçok yerde gülmek bile içimizden gelmedi doğrusu. Distopyanın gerçekçiliğini fark etmek pek de eğlenceli gelmiyor…
Hani solcu bıyığı?
The Regime’in İlk İki Bölümdeki Cevapsız Soruları
-Dizide Elena’nın hakimiyetinin 7 yıldır sürdüğünü ve en büyük rakibini beklenmedik bir şekilde devirdiğini öğreniyoruz. Ancak bu devirme demokratik bir seçimle mi oldu, yoksa bir darbe mi söz konusuydu detay bilmiyoruz. İlerleyen bölümlerde devirdiği solcu liderin Hugh Grant tarafından canlandırılarak seçimle iktidar olduğunun gösterileceği rivayetler arasında. (Teaser da doğruluyor gibi ne dersiniz?)
-Elena’nın halkı ne halde bir fikrimiz yok. İşçilerin ayaklandığına dair söylentiler saray koridorlarında yankılansa da dizi, sarayın dışından herhangi bir görüşü ekrana getirmiyor. İlk iki bölümdeki bu kısıtlılık gelecek sürprizler için merakı artırıyor.
-Elena’nın Zubak gibi, daha önce de başka kişileri kahramanlaştırarak yanına aldığı ve sonra gözünden düşürdüğüne dair bilgileri ikinci bölümde aldık. Onlar kimler, onlara ne oldu, cezalandırıldılar mı bu konuda da bir fikrimiz yok.
-Elena’nın halkının birçok farklı gruptan oluştuğunu şeker pancarı hasadının kutlandığı sahnede gördük ancak 2. bölümün sonunda halkını birleştiren mitin aynı kandan gelmeye dayandığını anlatması kafa karıştırıcıydı. Elena bir ulusun mu yoksa kanın izini süren etnik bir politikanın mı öncüsü izleyici tam aydınlatılmıyor. Karizmatik bir lider olarak yükselen Şansölye’nin politikalarını bile anlayamadan hikayeye nasıl inanacaksak…
-Narsistik ve her konuda uzman olan liderlerin eline mikrofon alıp şarkı söylemesi meşhur malumunuz. Elena da henüz ilk bölümde şarkı söyleyerek, kendi gerçeğinden uzak bir illüzyona teslim olduğunu gösterdi. Teaserdan gördüğümüz kadarıyla dans şovları da bizleri bekliyor. Üst insan imajı ile bir persona yarattığına emin olduk, halkta bunun bir karşılığı var mı görmek imkansız. Zira dizi bizi adeta bir yankı odasına kapattığı için sadece saray koridorlarındaki gizli fısıldaşmalardan haberdar oluyoruz. İşte bizi heyecanlandırması beklenen de o illüzyonun kırılma anı…
Halkla iç içe, insana dokunan yönetim anlayışı...
Succession’ın yokluğunda boşluğu doldurmaya çalışan dizide, bu sefer koltuk savaşı şirketten saraya taşınıyor. Cephelerde liyakatsız saray soytarıları, muhalif liderler, yıllardır Elena tarafından yönetilen ülkenin sıkışmış halkı, dış mihraklar ve kendine bu kez aşırı sağcı bir oyuncak bulmuş devrilmek üzere bir lider var. The Regime’in hikayesi şüphesiz ağır işliyor, bu nedenle hüküm verip kalemini kırmak haksızlık olur. Ama önümüzdeki 4 bölümün yüklenen bunca umudu taşıyıp taşıyamayacağı büyük bir soru işareti.
Dizi için tek bir ülkenin ilham kaynağı olmadığı, gerçek kişi ve kurumlarla ilgisi bulunmadığı dizinin yaratıcısı Will Tracy tarafından açıklandı. Yozlaşmış bu yönetim hakkında tek bildiğimiz Orta Avrupa’da bulunması, daha detaylı olarak verilmiyor. Viyana'nın Schönbrunn Sarayı'nın da bulunduğu gerçek mekanlarda çekilen dizi, varaklarla dolu tam bir gösteriş budalalığını anlatıyor ama bu da net bir hedef bulmak için yeterli ipucu vermiyor. Yeraltı kaynakları sayesinde Amerika ve Çin ile kavgaya tutuşabilen bu ülkenin, net bir karşılığını bulmak zor. Ama ilham alınan yönetimleri tahmin etmek zor değil…
Prompter yok mu?
NY Times, Elena’nın Eva Peron’u anımsattığını, (Yeri gelmişken Eva Peron’un hikayesini anlatan Santa Evita dizisini Disney Plus’tan izlemenizi hatırlatayım) Fransa’da Emmanuel Macron'un rakibi olan aşırı sağcı Marine Le Pen’den esinlenilmiş olabileceğini not düşüyor. Tüm benzetmelerin ışığında, dizideki liderin gerçekçi bir kadın ikon olarak resmedilmesi fark yaratıyor gibi görünse de kadına dair ezber atıflar aslında tekrarlanıyor. Elena’nın herkese “aşkım” demesi ve konuşması sırasında kendisine gösterilen sadakate dair “aşkımız” ifadesini kullanması, Zubak ile olan yakınlaşmasının adamın erotik rüyalarıyla nihayete erdirilmesi ve menopoz ateşleri ile kadın tipi otoriterlik bildik süslerle romantize ediliyor, kadının diktatörlüğü “makyajlanıyor.”
The Regime her ne kadar sanat ekibi, dekor ve kostümleri ile çok çalışılmış gibi görünse, oyuncu kadrosu ile “seneye Emmy’ler bende” gibi “dayılansa” da hala izleyiciden beklediği alkışı alabilmiş değil. Karakterlerin ve hikayenin hala açılmamış olması, izleyicinin aklında sorular bırakması, kadrajını saray ile kısıtlaması ve diyalogların soğuk iklimi diziye puan kaybettiriyor. Lost’un ardından büyük beklenti ile başlanan Flashforward’ın hayal kırıklığını yaşayanlar bilir, işte The Regime’i izlerken bu travmanız yeniden canlanabilir. Ben tam olarak bu hissi hatırladım…
Küçük Besleme Bilge sen misin?
Dizi ilk iki bölüm itibarıyla bir şey söylemek istiyor ama söyleyemiyor gibi… Adresi belirsiz ülkelerden, alıcısı belirsiz mesajlar iletiyor… Aklı, dili, mizahı ve mesajı karışık… Umarız netleşir… İzlemek isterseniz, ilk iki bölümü Blu TV’de ve Amerika ile hemen hemen eşzamanlı olarak yeni bölümleri haftalık şekilde yüklenmeye devam ediyor.… İzlemeye değer mi, sadece Kate Winslet için bile kesinlikle değer ama bir Succession beklemeyin. İyi seyirler…
(gizemkaboglu Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et