Haftanın Kitapları: Alper Canıgüz'den Kan ve Gül, George Orwell'den Papazın Kızı (Yandırdııı biziii)
Merhabalar sevgili Zaytung Kitap okurları. Bu haftada birbirinden güzel kitaplar derledik sizler için. Alper Canıgüz, yıllar sonra beşinci romanı Kan ve Gül'le bizlerle. Drama meraklısı okurlarımız için Ayrılık Vakti uygun bir seçim olabilir. Felsefe meraklıları için Korkunun Felsefesi var, harika bir kitap, gözden kaçmasın. Sonrasında, şey var Papazın Kızı. Orwell yine müthiş yazmış. Kitabı bu yaza damgasını vuracak, tüm sahiller Serdar Ortaç ve George Orwell’i birlikte karşılayıp sıkı bir şok yaşayacaklar.
1. Kan ve Gül – Alper Canıgüz – April
https://store.zaytung.com/kan-ve-gul-26788
Evet sevgili kitap dostları, Alper Canıgüz uzuuun bir aradan sonra bizlerle birlikte. Kan ve Gül kendisinin beşinci romanı. Soranlar oluyor hemen belirtelim: Alper Kamu yok bu kitapta. Bu apayrı bir kitap. Zaten Alper Kamu’ya benziyor mu kapaktaki kocaman adam? Allah aşkına azıcık mantıklı düşünün yahu.
Kitap kısaca şöyle: Aziz adlı karakterimiz severek evlenmiştir fakat kader ağlarını örmüş (kitap kapağında tam da kaderi ağlarını örerken görüyoruz) ve eşinden ayrılmıştır. Aziz çeşitli olaylar neticesinde bir zaman yolculuğu gerçekleştirir ve kendisini üniversite zamanlarına geri dönmüş halde bulur. Belki de kafasına bir DARBE alır ama bilindiği gibi her darbe ülkemizi birkaç on yıl geriye götürmektedir. Neyse, Aziz geriye gider, artık üniversitelidir, oooh hayat ona güzeldir. Ama şöyle ki, çözmesi gereken bir cinayet vardır Aziz’in. Fakat cinayet henüz işlenmemiştir. Bilmem, anlatabiliyor muyum? Seviyoooorum seviyoooor musuuuun…
Aziz cinayetle ilgili bilgi almaya çalışırken hepimizin aklına gelen “Abi İddaa oynasın nasılsa maçları biliyor” ya da “Sayısal Loto oynasın zengin olsun eheheh” tarzı şeyleri de deniyor (İddaa oynamıyor tabii de yani başka şeyler yapıyor) ama o geçmiş tabii öyle işlemiyor. Yani karakterimiz geçmişe dönünce, geçmiş değişiyor bir yanıyla. Şu geçmiş gelecek olayları falan da ne kadar karmaşık di mi? Halbuki değişmese, İddaa’yı oyna, parayı bul, kendi halinde takıl yani boş ver cinayet falan.
“Geçmişe gittim iki kupon yapmadan dönmiyim.”
Peki Canıgüz’ün romanı hangi kitabına daha çok benziyor? Aslında hiçbirine benzemiyor. Farklı. Gizli Ajans’tan da Tatlı Rüyalar’dan da çok farklı ama illa birine benzet, bizi dertten kurtar, birisi sorarsa ne cevap veririz derseniz, cevabım Gizli Ajans olurdu. Ama yine de çok farklı. Okuyunca anlayacaksınız zaten. He, kitapta İskender Doğan da var bu arada. Kan ve Gül adı ona referans zaten. Neyse çok fazla tadını kaçırmayayım. Ama şöyle bir şey söyleyeyim: İskender Doğan’ın kuru temizlemecisi var ve adı… Evet, Kan ve Gül Kuru Temizleme.
Netice itibariyle, Alper Canıgüz dört kitaptan yıllar sonra, polisiye bir kitabı zaman yolculuğuyla birleştirdi. Ya da belki de şöyle demeliydim: dört kitaptan yıllar önce. Ha ha ha. Kitaba referans yaptım arkadaşlar. Okumayan bilmez. Belki de bilebilir çünkü dili hep aynı; kahkahalarla ağlatıp hıçkırıklarla güldürmeye devam ediyor Canıgüz. Tam gözleriniz dolacakken bir anda gülümsüyorsunuz. Canıgüz hayranları ortalıkta halay çekedursun, biz size ne olur ne olmaz bir Instagram alıntısı verelim, kahveyi de siz alın artık.
Instagram’da paylaşmalık güzel alıntı: "Gelecek, bazıları için, hakikaten de uzak bir hatıradan ibarettir. Böyleleri açısından varoluş, hayatın meşum bir noktasında, şimdiki zamandan ileriye doğru uzanan bir yol olmaktan çıkıp, onları geçmişle gelecek arasına sıkıştıran bir hapishaneye dönüşmüştür. Bu, trajik bir hal midir? Herhalde öyledir. Fakat burada bize düşen, kimseyi yargılamak değil; bir köle, ama muhakkak ki pek isyankâr bir köle saymak gereken insanın hazin kaderine dair bir hikâye anlatmak. O yüzden, gelin, az önce sözünü ettiğim iflah olmaz türün bir mensubu sıfatıyla, size her şeyi ta en ortasından başlayarak anlatayım."
Bunu sevenler bunu da sevdi: Alper Canıgüz’ün diğer kitapları, H. G. Wells’in Zaman Makinesi ve Tom Kuruz’un oynadığı cinayeti önceden çözmeli film
2. Papazın Kızı – George Orwell – Can
https://store.zaytung.com/papazin-kizi-26789
George Orwell durdu durdu ve harika bir kitapla geri döndü. Uzun bir aradan sonra suskunluğunu bozan yazar evinin kapılarını Zaytung’a açtı! Tam “George Orwell bitti artık daha da kitabı çıkmaz” derken bir tane daha çıkıyor. Bu yüzden Can Yayınları’na külliyatı tamamlama konusunda gösterdikleri gayretten ötürü teşekkürler ediyoruz ve Papazın Kızı adlı tartışılası, okunası, gözlenesi kitabımıza geçiyoruz.
Papazın Kızı öncelikle tahmin edebileceğiniz gibi bir papazın kızı (Vaov!). Bir papazın kızı olmak zor tabii. Yaşıtları evde oturup “İşte Benim Vaftizim” ya da “Kilisem Şahane” izlerken o tüm bunlardan mahrum kalıyor, tüm gün çalışıyor. Kilisesi için, babası için canını dişine takıyor. Derken günlerden bir gün olan oluyor ve bu hanım kızımız… Hafızasını kaybediyor. Bir de uyanıyor ki sokaklarda kalakalmış.
Muhafazakar da bir yer olduğundan kızımızın arkasından kasabada dedikodular çıkmış, kasabaya da dönemiyor tabii. Öylece kalıyor ortalıkta. Şerbetçiotu tarlalarında çalışıyor, sokaklarda yatıyor. (Kapakta da şerbetçiotu var bu arada göremeyen sanattan uzak arkadaşlar için.) Buralarda kızımız için üzülüyoruz, sonu ne olacak bu kızın ahey ahey deyip bi köşeye çömüp şöyle kalıyoruz:
Asıl önemli nokta şu: Papazın kızı parasız pulsuz kaldıkça, dinden de uzaklaşıyor. Burada sorgulamalara girişiyor, tüm hayatını sorguluyor. 1930’lar İngiltere’sini görüyoruz; sınıflar arası uçurumlar, inanç ve para arasında, ahlaksız ve ahlaklı arasındaki farklar. Kitap zıtlıkların çatışması, bir nevi diyalektik materyalizm (oha evet). Neyse, sonuçta bu kız dinini sorguluyor ve MÜSLÜMAN OLMAYA KARAR VERİYOR:
HAYIR TABİİ Kİ. Kadın tüm kiliseyi, inanç sistemini, sınıflar arasındaki çatışmayı… Yani kendi küçük dünyasından çıktıkça büyük dünyayı, büyük resmi, ÜST AKLI, İngiliz derin devletini sorguluyor. Orwell de bu zıtlıklar üzerinden, 1930’lardaki İngiltere’yi aktarıyor bizlere. George Orwell’in Papazın Kızı romanı, tam da o günleri anlatan, eşsiz bir eser olmuş.
Instagram’da paylaşmalık güzel alıntı: “Esrarengiz bir şeydir inanç kaybı – inancın kendisi kadar esrarengiz. İnanç gibi, kaybı da temelde mantığa dayanmaz; daha ziyade zihinde yaşanan bir algı değişikliğidir.” #papazınkızı #vsco #vscocam #orwellharikayazmış #tamdabugünlerianlatıyor
Bunu sevenler bunu da sevdi: Çalıkuşu (Valla benziyor), Külkedisi (Neden olmasın?), Polanski’nin Tess filmi (Bunu pek az kişi bilir)
3. Korkunun Felsefesi – Lars Fr. H. Svendsen – Redingot
https://store.zaytung.com/korkunun-felsefesi-26790
Redingot Kitap aramıza hoş geldi. İki yeni kitap çıkardılar. Ben birini okudum. Korkunun Felsefesi. Geçtiğimiz günler de Yürümenin Felsefesi’ni yazmıştım. Yani, bir şeyleri felsefesiz yapamıyorum açıkçası. Felsefe benim için yürüyüşümden korkularıma kadar hayatın her alanında mevcut.
Açıkçası felsefe kitaplarını gece yatağa girdiğimde uykum gelsin de uyuyayım diye okuyorum. Alıyorum elime Heidegger’i, hoop, on sayfa gelmeden uyumuş oluyorum. Korkunun Felsefesi kitabına da öyle başladım. Dedim bu Kant falan der ben onuncu sayfada uyurum. Fakat öyle olmadı. Gece uykusuz kaldım. Bir de baktım yüzüncü sayfaya gelmişim. Ertesi gün ofise esne esne bir hal oldum. Çünkü kitap aşırı iyi konulara değiniyor, korkunun felsefesi yahu. Dahası var mı?
Korkunun Felsefesi kitabında Svendsen, korkularımızı masaya yatırıyor. Bence aşırı eğlenceli, herkesin anlayacağı dilde (böyle deyince boşşş kitap izlenimi olmasın kitap felsefi olarak çok dolu ama yani konu çook ama çok ilginç) aktarmış. Geçtiğimiz günlerde şöyle bir haber okudum: Antidepresan kullanımı son 5 yılda yüzde %70 artmış. NEDEN? Çünkü korkuyoruz sevgili okur. Her şeyden korkmaya başladık. Aman terör olur mu, şurayı patlatırlar mı, Trump seçildi lanet olsun böyle işe… Bakın ama hayat her şeye rağmen devam ediyor. O kadar da korkulacak bir şey yok. Biz küçükken, bu kadar korku yoktu. Yani tek bir şeyden korkuyorduk aslında:
Korkunun Felsefesi kitabı korkuya dair çeşitli felsefecilerin görüşlerine cevap veriyor, bunun dışında tabii önce korkuyu tanımlıyor. Nelerden korkarız, bilmediğimiz mi bizi korkutur, korku olayları kavrayışımızla ne kadar ilgili? Bence kitap harika olmuş. Tavsiye ederim, su gibi akıyor ve ayrıca, çok güzel bilgiler var içinde. Altını çize çize bir hal oldum. Ortamlarda anlatırım valla. Teşekkürler Redingot Kitap, bu güzel kitabı yayımladığın için.
Instagram’da paylaşmalık güzel alıntı: “Çocukken örümceklerin tehlikeli olduğuna inanır onlardan feci halde korkardım, özellikle de bir tanesi erkek kardeşimi çok kötü ısırdıktan sonra korkum iyice arttı. Sonraları, çoğu örümceğin tamamen zararsız olduğunu öğrendim, en azından dünyanın benim yaşadığım bölümündekilerin ama yine de duygumda bir değişiklik olmadı, onlardan korkmaya devam ettim. Evet, yaşım ilerledikçe korkum azaldı ama araknofobimden bir gün tümden kurtulabileceğimi hiç sanmıyorum. Bir insan, uçmanın seyahat etmenin en güvenli yolu olduğuna kanaat getirse de uçmaktan korkabilir. Bu durum, kavrayışın duyguların oluşumunda temel rolü oynadığı yönündeki teoriyi yalanlıyor gibi görünmektedir çünkü nesneye dair kavrayış ile kişinin nesneye ilişkin duygusu ters yönlere çekiştirebilir. Annem fare gördüğünde, pek çok çizgi filmde olduğu gibi, hep yemek masasının üstüne çıkarak tepki vermiştir. Halbuki farenin ona herhangi bir zarar verebileceğine inanıyor değildir. Esasında böyle bir şeye aslan inanmamıştır. Buna rağmen, farenin ona zarar vermeyeceğine kani olduğu için korku da duymadığı gibi bir iddiada bulunmak makul değildir.” #korkununfelsefesi #felsefevesanat #fuko #kant #heidegger #dölöz
Bunu sevenler bunu da sevdi: Yürümenin Felsefesi – Frederic Gros, Sıkıntının Felsefesi (Bu aynı yazarın), La La Land (Bunu neden bu kadar övdüler ya korkunç bir film)
4. Ayrılık Vakti – Jodi Picoult – April
https://store.zaytung.com/ayrilik-vakti-26791
İsmi itibariyle bir Ahmet Kaya şarkısı ya da en olmadı bir Hakan Altun bestesi gibi dursa da, Ayrılık Vakti bir anne kız romanı. Aliye dizisini biliyorsunuz, heh onu Hayalet adlı filmle karıştırın, oooh harika oldu, şimdi üstüne biraz X-Files ekleyin, arka plana da şöyle bir uzun hava yerleştirin. İşte öyle bir roman Jodi Picoult’nun romanı. Doğu Perinçek gibi yani. Ama iyi anlamda. Allahım duramıyorum. Benzetmeler denizinde daha fazla boğulmadan kitaba geçelim.
Jodi Picoult Türkiye’de hatrı sayılır bir hayran kitlesine sahip. Pek kalabalık değiller ama Picoult için gerekirse Murakamicilerle çatışabilecek, adanmış bir kitle. Popstar Firdevs’in kitlesi gibi. Ya da Survivor Turabi. Yeni kitabı Ayrılık Vakti çıkınca bayram etmiş olmalılar. Fakat bu kitap diğer Picoult kitaplarından biraz farklı. Daha metafizik öğeler içeriyor. (Cinler ya da dabbe değil.)
Kitaptaki ana karakterimiz küçük bir kız çocuğu. Annesi yıllar önce kaybolmuş. Bu kızcağız da annesini bulmaya çalışıyor. Fakat bu çocuğun beynini artık kim nası yıkadı, nerede büyüdü bilinmez, annesini bulmak için bir FALCIYA gidiyor. Evet, bildiğimiz falcı. Falcı da tabii sana iki yol görünüyor, at murattır diyemiyor, mecbur beraber bir anne arama olayına girişiyorlar. Falcı yerine halbuki çok daha kolay çözümler vardı ama Picoult bu kadarını düşünememiş, biraz eksik o noktada açıkçası.
Picoult’nun kitabında Türkiyeli okurlar kendilerinden bir şeyler bulacak.
Kitapta filler önemli bir yer tutuyor. Çünkü kızın aradığı annesi bir fil mühendisi gibi bir şey. O kısmı ben gerçekten anlamadım. Yani anladım tabii de, bu kadın da evine rızık getiren bir birey sonuçta, bu işten nasıl para kazanıyor, yoksa bir FİL YAPIM ŞİRKETİ mi var o kısımlar beni tatmin etmedi. (Ya Avrupa falan işte bu kadın fon mon bulmuştur ama Türkiye’de fil mühendisliğinde para yok özenmeyin). Neticede günlerden bir gün bu kadın çalışırken bir hata oluyor ve anne ortalıktan yok oluyor. Belki de fil mühendisi olmaktan utanıyor bilemiyorum.
- Fil mühendisi olduğumu ortalık yerde söyleme e mi kızım
Fazla spoiler olmasın fakat kitabın öyle bir sonu var ki… Alllaam. Yani şöyle diyeyim: şuraya yazsam bana öyle küfürler edersiniz ama kitabı da gidip alırsınız yani… Ama ben kendime küfür ettirmem. Bu yüzden sadece ipucu vermekle yetiniyorum: Ya siz şeyi izlediniz mi neydi o film Star Wars muydu babasını öldürüyordu neydi neydi??? Siz bi okuyun, sonra tartışalım.
Instagram’da paylaşmalık güzel alıntı: “Doğabilimci George Adamson, 1940’larda Kenya’da parklara dadanan bir fili vurmak zorunda kaldığını yazar. Hayvanın etini köylülere vermiş ve geri kalanını köyün yedi-sekiz yüz metre dışına atmış. O gece filler cesedi keşfetmişler. Kürek kemiğini ve uyluk kemiğini alıp hayvanın vurulduğu yere götürmüşler. Aslında tüm önemli fil araştırmacıları fillerin ölüm ritüellerini gözlemlemiştir: Iain Douglas-Hamilton, Joyce Poole, Karen McComb, Lucy Baker, Cynthia Moss, Anthony Hall-Martin. Ve ben.” #jodipicoult #ayrılıkvakti #filler #fillerveçimen #ölümritüeli #ceset
Bunu sevenler bunu da sevdi: Jodi Picoult’nun diğer kitapları, Jojo Moyes’in kitapları, he bir de, Filler ve Çimen adlı film.
5. Madun Konuşabilir mi? – Gayatri Chakravorty Spivak – Dipnot
https://store.zaytung.com/madun-konusabilir-mi-26792
Kapanışı bu kitapla yapmak istedim. Çünkü çok meşhur kitap, bir klasik. Ama ben okumadım şahsen. Çünkü yazarın tavrını hoş bulmadım. Yani kitabım biraz daha fazla satsın diye böyle sorulu kitap adı koymalar falan hiç hoş değil. Azıcık net olmalı yahu. Madun konuşabilir mi konuşamaz mı bi söyle bunu ben de ona göre alayım kitabı. Madun Konuşamaz, ya da Madun Konuşabilir olsaydı kitabın adı biz yine de alırdık.
Böyle ucuz CLICKBATE’lere gerek yok. Bir dahakine şöyle yap o zaman kitabın adını daha iyi: “MADUN ÖYLE BİR ŞEY DEDİ Kİ!!!” “O MADUN KONUŞTU: EVET BEN DE…” Netlikten zarar gelmez. Kınıyorum Spivak’ı ve bu haftalık Zaytung Kitap’ı noktalıyorum. Haftaya görüşmek üzere, hoşçakalın sevgili okurlar. Spivak’ı da sevin ya siz bana pek bakmayın öyle şaapıyorum ben arada...
(Gürcan Çalı Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et