Zaytung.Com Zaytung.Com
Zaytung
Uzun uzun yaz
SİNEMA

Bu Sene de İyi Uzay Yaptı: Constellation

-> Yerel halkı enflasyonun düşeceğine ikna etmek üzere Hazine ve Maliye Bakanlığı bünyesinde 5000 büyücü istihdam edilecek...
-> İsmail Kartal,Avrupa'dan elenme nedenlerini açıkladı: ''3 günde bir penaltı atıyoruz...''
-> Fenerbahçe, Avrupa'da deplasman golü kuralı geri gelene kadar maçlara U-19'la çıkma kararı aldı...
-> Üç günde bir maç yorumlamaktan sürmenaj olduğunu dile getiren Ömer Üründül, Fenerbahçe - Olympiakos maçının ertelenmesi için UEFA'ya resmi başvuruda bulundu...
-> AKP'den devraldığı borcun yazılı olduğu afişi belediye binasına sığdıramayan CHP'li başkan, belediye binasına 3 kat daha çıkma kararı aldı...
FOTOHABER

Metro İstanbul: ''Lütfen dikkat! Çeyrek final bu yöndeki son durağımızdır. Süper Lig'e devam edecek yolcuların...''

Mehmet Şimşek'in dış kaynak arayışları ilk meyvesini verdi...

BLOG

Sevgililer Günü’nü Minimum Maddi Hasarla Atlatma Rehberi…

VİDEOHABER

Adalet Bakanlığı, Dubai'de yaşanan sel felaketini herhangi bir CHP'li belediyeye bağlayabilen savcılara 1 maaş ikramiye verileceğini açıkladı...

ASTROLOJİ

KOÇ (21 Mart - 20 Nisan)

Süleyman Soylu'nun oh çektiği videolara telif atmasının ardından zam haberlerine üzülmek zorunda kalacağınız bir döneme giriyorsunuz... devam...

Belediyenin Almanya’ya eğitime gönderdiği 45 kişiden 43'ü geri dönmedi...

"Aslında dönecekler ama orada kurulu düzenleri var. Yoksa vatanımız cennet..."

Hay Allah, Canınız mı Çekti? İşte Size Birbirinden Keyifli Öykü Platformları...

FIFA, Futbolun Marka Değerini Düşüren Türkiye'yi Başka Bir Spor Dalıyla İlgilenmesi İçin İkna Etmeye Çalışıyor: ''Güreş vardı ya sizin, ata sporu...''

Adı sürekli şiddet, skandallar, siyasi baskılar, şaibeler ve maddi krizlerle anılan Türk futbolunun, kendi marka değeri bir kenara artık komple futbolun marka değerine zarar verdiğini fark eden FIFA yönetimi, Türkiye'nin kendisine başka bir spor dalı bulması için ikna girişimlerine başladı. devamı...

N'olmuş n'olmuş?

Zaytung Zone

''Amaaan şimdi eve gidip kim yemek yapacak?'' şeklinde düşünen takipçilerimizi diğerlerinden bi tık daha fazla seviyoruz, dürüst olalım...

Popmundo: Maceralar

AKP'de Seçim Sonuçları İlk Kurbanını Aldı: Tepkilerin Odağındaki İstakoz, Görevden Affını İstedi...

Seçimin ardından AK Parti cephesinde başlatılması beklenen temizlik harekatında ilk kurban belli oldu. Bir süredir yoğun kamuoyu tepkisine maruz kalan istakoz, bu akşam yaptığı yazılı açıklamayla görevden affını istedi... devamı...

9 Günlük Tatilin Ardından İlk İş Gününde 818 Milyar TL Zarar Açıklayan Merkez Bankası Başkanı Fatih Karahan, Pazartesi Sendromunda Çıtayı Zirveye Taşıyan İsim Oldu...

9 günlük bayram tatilinin ardından ilk pazartesi günü işe adapte olma mücadelesi sürerken, "beterin de beteri var" dedirten haber Merkez Bankası'ndan geldi...devamı...

Altan

Çocuk kulağını kapıya dayadı ve dinlemeye başladı:


''Anlamadığım şeyler dönüyor Altan. Anlamadığım şeyler beni tehdit ediyor. 'Umudunu öldürürüm' diyorlar. 'Umudunu öldürürüm eğer benim olmazsan.' Anladığım şeyler çok az Altan. Tornavida vidayı mı çevirir yoksa çiviyi mi sokar duvara bilemiyorum. Gerçi çivinin ne işi var duvarda. Çiviler dünyaya arabaların lastiklerini patlatmak üzere gelmiş cisimlerdir. Bir de paranoyak insanlar için paslısı makbul bir korku sebebi. Vidalar gibi dönüyor anlamadığım şeyler etrafımda. Bir tornavidadan daha işlevsizim inan. Ne birini çevirebiliyorum yolundan, ne de herhangi bir şeyi sokabiliyorum hayatıma. Hayat bazen çok terlik Altan.

Kocaman sarı bir tuvalet terliği düşün. Hayat bazen kokan bir kadın ayağı gibi. Uzaktan fevkalade güzellikte ama yakınına sokulunca leş. Hayatı anlamaya çalışmıyorum Altan. Hatta çoğu zaman yaşadığımdan bile şüpheliyim. Sanki kimi zaman ölüyüz, kimi zaman da dirilip başlıyoruz nefes almaya ve ”kumandayı 
nereye koymuş lan bu” diyerek yaşam emareleri gösteriyoruz kalp atışlarımızın devam ettiğini ispatlar nitelikte. Mesela tuvaletteyken sifona bastığım zaman çıkan sesle başlayıp, suyun yeniden dolup sessizliğin çöktüğü ana kadar geçen süre o kadar anlamsız geliyor ki bana. Sanki o an hayatımın artık parçaları gibi. 
Yaşamıyoruz aslında o arayı. Hiç bir şey mühim değil o zaman zarfında. Oysa elimizi yıkayıp banyodan çıktığımız anda yeniden kafamıza üşüşen ne kadar çok olayımız var hayatla alakalı. Altan ben sürekli yemek yemek istiyorum. Ki bu sayede boşaltım sistemimde istikrarlı ve kısa aralıklarla devam eden bir döngü yaşansın. 
Çünkü sanırım o artık parça anı bana paha biçilemez güzellikte bir boşluk ve rahatlık hissi veriyor. 
Sana da hiç böyle oluyor mu bilmiyorum ama büyük ihtimalle senin böyle huyların yoktur. Zaten senle ben çok farklıyız dostum.

Almanya’dan tatil için Türkiye’ye gelen ve bize -sağ olsunlar- türlü çikolatalar getiren akrabalarımız var ya. Hah işte onlar, çok ucuza alıyorlarmış altlarındaki son model arabaları. Oysa biz öyle bir araba almak için yirmi yıl çalışmalıyız. Sanırım dünyanın en iyi arabaları orada üretildiği için ucuza alabiliyorlar. 
Yani bugün şunu anladım ki; bir şey nerede çoksa o kadar ucuz oluyor ve o kadar ulaşılabilir. Mesela Arabistan’da petrolün hiçbir kıymeti yok suyun yanında. Herifler bizim bahçeyi sulamak için çatır çatır suyu harcadığımızı görseler, düşüp bayılırlar. Anlıyorum ki Dünya herkes için farklı bir yöne doğru dönüyor. Mesela beni Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğüne kimse inandıramaz. Eğer Dünya Güneş’in etrafında dönseydi böyle inatçı bir şekilde, Güneş bir yerden sonra naz yapmayı bırakır ve Dünya’nın çıkma teklifini kabul ederdi. Böylece Güneş ile el ele tutuşacak olan, hatta öpüşecek olan dünyamız yanar kül olurdu. Sevişmeleri halini düşünemiyorum bile. 
Belki de yıllar önce ayrılmış bir çift güneş ile dünya. Ay da onların anne-babası ayrılmış sorunlu ergen çocukları. Kim bilir? Ne çok konuşuyorum değil mi Altan? Kusura bakma senin de kafanı şişirdim.

Anlıyoruz yani bizde bir şeylerden işte Altan. Bugün anlayışlı günümdeyim hem fazladan. Gerçi biraz hevesim kaçık. Sanki bir hevesle aldığım kitabı bizimkilere gösterip takdir beklerken, “Kaça aldın?” sorusunu duymuş gibi kaçkın hevesim. Oysa Daltonlar kadar azimli olmak isterdim. Her defasında Redkit 
yüzünden içeri atılmama rağmen, tekrar bir hırsla hapisten kaçıp ne kadar kötülük varsa yapmak isterdim. Tom nasıl ”başlarım Jerry’sine de faresine de” demeyip her defasında şamar oğlanına dönmesine rağmen koşuyorsa pis şeyin peşinden, öyle olmak istiyorum. Çakal Willy talihsizliğine rağmen korumak istiyorum umudumu. 
Dağlara karşı ”Bu sefer yakalayacağım sen Road runner'' diye bağırmak istiyorum. Halbuki ben o kadar eringenim ki, taşımaktan üşenmediğim tek şey sidik torbamdaki ürik asit birikintisi. Bir şeyler taşıyan ve sorumlulukları altında ezilmiş olan insanlara iyi davran. Ben öyle yapıyorum. Ayrıca ”heveskıran” hastalığına yakalanmış 
tüm insanlar için şifa diliyorum Altan. Başta sen olmak üzere.

Hayat sana ne öğretti sorusunu duydum bu akşam izlediğim bir videoda. Hayatın insana kazık katan bir arkadaş, eğitim öğretim sevdalısı bir öğretmen ya da bu dünyaya gelmende hayli çabaları olan anan baban olduğunu sanıyor sanırım soruyu soran kişi. 'Hayat sana ne öğretti?' diye soruyor sanki hayat sana birşey öğretebilirmiş gibi veya hayatın böyle  bir vazifesi varmış gibi. O an şunu düşünüdm Altan. Hayatla senin aranda ne çok ortak nokta var. İkinizde bana zerre faydası olmayan, elinizden gelse ümüğümü sıkacak kadar bana kin dolu ve bütün 
bunlara rağmen vazgeçemediklerimsiniz. Galiba ben karşılıklı aşka pek inanmıyorum.


Altan sen benim çok samimi bir arkadaşımsın. Yani sana pek güvenmesem de -ki bunu söyleyebilecek kadar yakın görüyorum seni kendime- sana herşeyi 
anlatabilirmişim gibi hissediyorum.
Yani bilirsin bu ikili ilişkilerde şansım pek yaver gitmedi benim. Ya terk edildim ya da reddedildim. Belki de başarısızlığımın, aptallığımın suçunu 
çoğu kişinin yok saydığı şans kavramına
atarak sorumluluktan kaçıyorum yine. Dinle. Sana aşka olan inancımı yitirip şu anki olduğum adama dönüşme sürecimin kırılma noktasını anlatacağım. Sen de merak 
ediyorsun bunu biliyorum. Peki. Duyacaksın aslında ne olduğunu. Hazır mısın?


Onu üniversitedeki ilk senemin ilk gününde kantinde gördüm. Sınıfa çıkmamıştım henüz. Hani bazı anlar vardır ya.  Bir şeyi o kadar çok istersin ki, 
ilahi bir güç sanki zamanı durdurur. Sadece sen ve arzuların kalır diğer her şeyden başka.
Anı yakalar gibi olursun fakat kayar amansız ve de beklenmedik bir şekilde avuçlarından. Büyülü bir parçasıdır hayatının kısacası. Böyle anlar kolay yakalanmıyor 
hayatta. Yakaladığında ise hep mahcup pişmanlıklar bırakıyor arkasında. Onu gördüm ve diledim ki benim sınıfımda olsun. Böylelikle tanışmamız daha kolay vuku bulsun.

Sınıfa çıktım. Elimde alışılmadık biçimde paketi alındığından 2-3 dakika geçmesine rağmen açılmamış bir çikolatayla. Yurttan bir arkadaşla selamlaştık. 
Gözleri hiç hayal kurmamış fakir ruhlu bir insanoğlu tadında sönük ferli ve dayanaksızdı. Göz göze gelmekten çekineceğin tiplerden. Hani öyle çok samimi gibi de 
değilde böyle ara sıra selamlaştığın, ayrılınca aynı yöne gitmekten feci rahatsızlık duyup telefonla konuşma numarası çektiğin ruh emici bir tip.

Neyse ki ondan sıyrılıp sınıfın kapısından içeri bir bakış atabildim. 
En ön sırada genelde çalışkan güzel kızlar oturur. Bu klişe gerçekmiş. Onu ikici görüşümdü bu. 
Dua ya da dilek ne dersen de. Yaratıcıyla kurduğum kısa kontak bana elektrik olarak geri dönmüş, kalbimin direklerinde akım yarışları düzenleyecek kadar 
ulu bir enerji salmıştı her hücremden içeri. O gün klişelerin bazılarını buyur ederken kafamdan içeri, bir tanesiyle vedalaştım. Bir şeyi aniden çok istersin 
ve eğer olursa dersin ki: ''Ulan keşke Başka birşey isteseydim'' hayır ben o gün bunu demedim Altan. Gerçekten istediğim şey olmuştu çünkü. O benim sınıfımdaydı. Yamacımda, yöremdeydi. 
Yaradandan aldığım bu pası gole çevirmek için biraz yetenek gerekiyordu sadece. Golü attığımı sandım. Büyük bir heyecanla taraftarıma koştum. Çılgınca seviniyordum yan hakemin kaldırdığı ofsayt
bayrağını görmeden. 

Terk etti beni güzel günler sonrası. Kısa sürdü Altan. Çok kısa sürdü sevincim.


Bir kaybediş hikayesinden daha can sıkıcı olan nedir biliyor musun? İki kaybediş hikayesi.
Ayrıntılarda boğmak istemedim seni arkadaşım. Kısa kestim hikayemi. Artık kaybetmeye tahammülü olmayan bir adamım ben. Kaybetmek akrepse ben yelkovanım. Kaybetmek
erkekse ben göğüs kanseriyim. Kaybetmek tembel çocuğun hayalleriyse ben tıp fakültesiyim. Çok sık çıkmıyoruz biribirimizn karşısına yani anlayacağın.

Ona kısa birlikteliğimizde okuduğum bir şiiri duymak ister misin? Hem de bana ait bir şiir. Kendim yazdım. Sen hiç bir kıza şiir yazdın mı Altan?
Hiç sanmıyorum. Neyse bozulma hemen. Dinle bak okuyorum.


Yok hükmünde martılar 
Bugün boğazdan bomboş bir gemi geçiyor
Elimde simit altımda kar
Büfeci çayı ikimiz için ısıtıyor

Seni bekleyişim ne güzel ne ferah şey
Gözlerine bakma umudu içimi sıcacık yapıyor
Her nerdeysen bir an önce çık gel
Kalbim sensiz kan pompalamayı unutuyor

Martılar aç martılar belki terkedilmiş
Üzerimizde hüzünlü ve kararsız uçuyor
Belki atarım elimdeki simidi yarısı yenmiş
Ama diğer yarısı senin için bekliyor


Aslında o beni birazcık sevse ben üstünü her türlü tamamlardım. Bunu gerçekten yapardım Altan. Sevemedi fakat. Belki de hiç. Hani o son simit satılır tezgahtaki ve
kalmaz ya geriye bir şey. Hani çok sevdiğin ıslak keki komşulara dağıtmıştır annen ve bulamazsın bir dilim bile eve geldiğinde. İşte öyle bir hiçlikle. 
Değersiz hissetmiştim kendimi çok uzun bir süre. Kapıcının akşam üzeri aldığı çöplerden ne farkım var diye düşündüm. Neden ben değilde onlar torba içine konup gidiyorlardı çöp arabalarına.
Hatta belki dün akşam hiç umursamadan çöp tenekesine gönderdiğim muz kabuğunun daha dramatik bir sevda yürüyüşü vardı benden. Geçen hafta yırtıldğı için attığımız
çirkin beyaz tuvalet terliğine aşıktı belki de. Onu sevdiğinden canice ayıran bizlere karşı öfke dolmuş ve buzdolabı bölmesinden kafasını uzatarak onu bir an önce 
yememi sağlayıp sevdiceğinin peşinden gitmeye karar vermişti. Heyecan desen var, aşk desen var, trajedi desen gırla. Hatta zorlasan ihtiras bile bulabilirsin ortamda.


Bilemiyorum Altan. Kendimi tanıyamıyorum. Dönüşüm sürecimde atlattıklarımı sindirebilmiş olmak beni mutlu ediyordu. Eskiye dair hiçbir iz kalmadı diye seviniyordum 
ama sanki lanet bir anksiyete gibi yeniden fırlayacak üstüme doğru diye çok korkuyorum eski benden kalanlar. Kendime tokat atasım geliyor. Kafamı duvarlara vurasım var ama canın yanar, beni o halde görmek üzer seni diye yapmıyorum. Sırf senin için yani. Bana inanmayan gözlerle bakma lütfen. Tamam canım tatlıdır doğru. Tatlı olan bir diğer şey degeçen hafta gittiğim merkez kütüphanede Saatleri ayarlama enstitüsünü okuyan kıvırcık siyah saçlı kızdı. Öyle bir ciddiyetle okuyordu ki kitabı. Cern deneyi için ter döken bilim insanları bir an için gözümde parkta tahterevalli üzerinde bir aşağı bir yukarı kalkan çocuklar gibi kaldı. Öyle bir dalmıştı ki kitaba, göz göze gelmemiz için gereken üç beş saniyelik zamanı yüzde yüzlük golü kaçıran forvet nidasıyla selamlamıştım out çizgisine doğru. Kızın dertli, mahzun ve bir o kadar da başını omuzlara dayama meraklısı olmasınıdiledim. -bilirsin dileklerim kabul olur genelde. Gülme.- Kız kaldırmadı kafasını. Devam etti okumaya. O gün yüz on sayfalık kitabı üç saatte bitirdim. Halbuki bir buçuk saatlik işi vardı benim normalimde. Bekledim. Kafasını kaldırmasını, tuvalete gitmesini, su içmesini, burnunu silmesini, saçını düzeltmesini. Lanet olsun ki birini bile yapmadı üç tam saat boyunca. Kıpırdamadı o düz sarı saçları. Gözlüğünü düzletmedi bile bir kere. Bir dakika! Bu o kız değil. Onun saçları kısa ve maviydi. Hayır başı kapalıydı ve gözlüğü yoktu. Kahretsin hatırlayamıyorum. Kıvırcık ve hafif kiloluydu galiba. Hatırlayamadım Altan. Her on sayfada bir başka bir kıza bakmıştım. Her on sayfada bir başka rüyalara dalmıştım. Her on sayfada bir kafamda yeni yollar, yeni köprüler, yeni hayatlar inşa etmiştim. Hayatın gözünde küçük ve serseri bir portrem vardı artık. Bir şıpsevdi gibi her karşı cinse yaklaşma isteği ve zaaf duyma hastalığı ile cezalandırılmıştım. Bazen geç kalmak iyidir Altan. Bir restoranda değilse bile bir otel odasında öyle.

 

Beni dinlerken dalıp gittiğini görüyorum Altan. Neler düşünüyorsun acaba? Şu an anlattıklarımdan daha önemli ne var ki? Senin o sıkıcı hayatın mı? Sürekli olduğun yerde durup kafa karıştırmaktan başka nasıl bir işlevin var hayatta? Kendini çok mu önemsiyorsun? Ya da benden daha iyi olduğunu? Daha akıllı, daha cesur, daha çekici? Nedir  yani Allah aşkına senin olayın? Oturmuş burada sana nasıl bir adama dönüşütüğümü, hayatta yaşadığım dönüm noktası anlarını dilimden geldiğince anlatmaya çalışıyorum ve sen gözlerini devirmiş başka şeyler peşindesin. Arkadaşlıktan anladığın bu mu senin? İndir elini! Hayır önce sen! Aynı anda peki. Evet işte böyle. Sabahtan beri  beni dinlediğinin ve canının sıkıldığının farkındayım ama bugün öyle bir gün ki, her şeyin kayıtlara geçtiği, hayatımın her sayfasının ilk kez okunduğu ve okuyucu olarak senin seçildiğin bir gün ve belki senle son görüşmemiz. Sanırım bunu bilmen muhabbetin kalan kısmında beni daha dikkatle dinlemeni sağlayacaktır.

Gidiyorum Altan buralardan. Evet doğru duydun. Şaşırmış gibi yapmayı kes lütfen. Seni doğal halinle daha çok seviyorum. Kendin ol hep. Bu kararı almak benim için kolay olmadı. Fakat bu gidiş öyle hüzünlü olanlardan değil. Bandolar eşliğinde başım dik gidiyorum. Seni, ailemden kalanları, Boo'yu, çim adamı, dedemin babasından miras şu mermi çekirdeğini ve bu evi. Her şeyi bırakıp arkamda, yüzümdeki kaslara yakışır mutlu bir gülümsemeyle hepinize el sallayarak gidiyorum. Belki bu uzun konuşmamızın asıl amacı veda etmekti sana ve geride kalanlara. Ne yaşandıysa yaşandı, hatalar yapıldı, gözlerden bazen yaşlar düşen uçak pilotu kararsızlığıyla döküldü, aktı ama hep pişmanlıklar sonrası açan güneş misali anılar bize emanet kaldı. Bugün dönüştüğüm adam ile bir zamanlar olduğum adam arasındaki farkı en net görebilen sensin. Belki biraz da Boo. Ben yokken ona iyi bak olur mu? Hep aynı şeyi yiyor zaten. 'Sophia' da yine sana emanet. Arada yağ bakımını falan yap. Sağlam alettir birşey olmaz ama yine de gözün üstünde olsun.  Senin kullanman yasak biliyorsun. Dikkat et ona. Canlıymış gibi davran. Onunla az ama güzel seyahatler yaptık. Bize profesör Dimitri'nin hediyesi o. Zarar gelsin istemem.

O eski aşık adam gitti ve bu uslanmaz şıpsevdi giriş yaptı ortamlara. Amansız bir serseri gömleğiyle
beraber giydiğim bu takım elbise üzerime yapıştı ve buralar da bana dar geliyor artık. Açılmam lazım gemilerle olmasa da küçük bir tekneyle. Ufka doğru geri dönüşsüz bir yolculuk olacak bu. Kimse uyanmadan ve farkına varamadan değişen havanın kokusunun. Kendimi saklayacağım buradaki iyilik ve güzellikten. Her türlü yozlaşmışlığın tozunu yutup bırakacağım kendimi ahlakszlık köprüsünden aşağı. Kavuşmak fikri daha uygun olduğum derin sulara, beni hem heyecanlandırıyor hem de ait hissettiriyor yıllar sonra herhangi bir yere. Bırakmak belki zor ve acılı. Kararlı duruşlara karşı gizlenmiş bir tuzak ama arzumdur ki sizler beni her zaman eskiden olduğum kişi gibi  hatırlayın ve anın olur mu? Çünkü bu veda, kalbimden kopanların kanlı yeryüzü mutluluklarına beni yaklaştırdığı gibi elimde un ufak olanlardan uzaklaştırıp rahatlatacak beni belki bir süreliğine. Ne kadar yaşarım bilmiyorum. Artık umrumda da değil zaten ve bu sonu görünmeyen yolda kendimi belki de ilk defa utanma duygusundan arınmış ve özgür hissediyorum. 'Bırakın beni bırakın beni bırakın artık' diye bağırmak istiyorum sessiz ve zulumsüz bir  sitem edasıyla kulaklara.

Semiramis teyzeye söyle çiçekleri susuz bırakmasın. Torunu salondaki piyanoyu incitmeden çalabilir. Hatta Özdemir hoca'dan ders alırsa kendisini usta bir piyanist olarak hayata hazırlayabilir bile. Notalar eşsiz bir kar fırtınası gibidir bilirsin. Yalnızca kendini bırakıp özüne hükmetmesine izin vermelisin melodilerin. Ben iyi bir piyanist olamadım. Sen de bu konuda pek yetenekli sayılmazsın ama her zaman bir yerlerde bir çocuk vardır yeteneği gözlerinde saklı ve sadece doğru yönlendirilmeyi bekleyen. Neyse geç oldu. Yetişmem gereken bir tekne var bildiğin gibi. Altan iyi bak kendine. İlaçlarını almayı unutma. Aksatma günlük işleri. İhmal etme bize değer verenleri. Karşılıksız sevenler var bizi bu dünyada. Onlara hak ettikleri ilgiyi bir gelincik telaşıyla değil, rengarenk bir dünyası olan bir bukalemun dinginliğiyle gösterelim. Öpelim sevgi dolu yerlerinden.

Son bir şey daha var: Sana bir konuda yalan söyledim Altan. Adın hakkında. Senin adın Altan değil. Hiç olmadı. Senin adın ben. Yani aslında kendimle konuşuyorum bu akşam. Bana deliymiş gibi bakma ve o aynanın önünden çekil şimdi hemen.''


Çocuk, şaşkınlık ve hayal kırıklığı ile karışık bir yüz ifadesiyle kulağını kapıdan yavaşça çekti. Bunca çaba, bunca uğraş bunları duymak için miydi diye düşündü. Evin arka bahçesine sakladığı ve adına ''Sophia'' dediği zaman makinesine doğru ilerlerken cebindeki bir asırlık mermi çekirdeğini bu bakımsız evin zeminine düşürüp geleceğin bulanık kollarına bıraktığından habersiz ve düşünceli yürümeye devam etti.

(Jeffbuckley Brüksel'den bildirdi)


facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et

Yorumlar:

(11.4.2021)

Belediyenin Almanya’ya eğitime gönderdiği 45 kişiden 43'ü geri dönmedi...

"Aslında dönecekler ama orada kurulu düzenleri var. Yoksa vatanımız cennet..."

Vahit Gözgel, Emekli


Diğer yorumlar ->

(25.11.2020)

AKP Denizli Milletvekili Nilgün Ök: ''18 yıl önce araba var mıydı?''

"Genel Başkanları buzdolabı olmadığını iddia ediyordu. Bu yine biraz insaflı çıktı.."

Uğurhan Culak, Elektrik tesisatçısı


Diğer yorumlar ->