Amerika’nın Kızılcık Şerbeti: Little Fires Everywhere
Bu hafta Amazon Prime’da tesadüfen karşımıza çıkan, pandemi döneminin hengamesi içinde yerli izleyicinin gözden kaçırmış olabileceği bir diziye odaklanıyoruz: Little Fires Everywhere. Her Yerde Ufak Yangınlar olarak Türkçeleştirebileceğimiz dizi, 2020 yılında birçok ödüle adaylığı ama az sayıda kazancıyla hafızalarımızda. Disney’den göç edip yeni bir liman arayan izleyicilere öneri olarak sunabileceğimiz bu Amerikan dramasına gelin daha yakından bakalım.
Little Fires Everywhere sunduğu atmosferle kardeşi Big Little Lies’a göz kırpıyor… Kültür farkının getirdiği çatışmaları ve aile olmanın ıstırabını anlatışıyla ise Kızılcık Şerbeti’ninkine benzer duygusal yükü izleyicinin sırtına yüklüyor. Tamamen Amerikan kültürü odaklı bu diziyi Kızılcık Şerbeti benzetmemin nedeni, iki dizide de farklılıkların annelik üzerinden işlenmesi. Kadınların ayrımcılıkla, hayatla, üzerlerindeki yüklerle savaşırken birbirlerine yabancılaşması… Yabancılaşmanın getirdiği çatışmanın “hoşgörü” örtüsüyle gizlenme çabası. Yoksa Little Fires Everywhere’de ne kekocan Fatih var, ne de Pink mommy… Çatışmanın din yerine ırk üzerinden somutlaştığını da vurgulamak gerek. İki dizi ilk bakışta alakasız görünse de ikisini de izleyenler aslında ortak paydayı fark edecektir.
Dizinin 90'larda geçtiğinin tek kanıtı
90’ların sonunda geçen Little Fires Everywhere (arabadaki battal boy telefon ve çalan 90’lar şarkıları olmasa dönem dizisi olduğunu anlamazdık) bizleri Ohio, Shaker Heights’e götürüyor. Semte yeni gelen siyahi anne kıza evini kiralayan Amerika’nın “beyaz türk”ü Elena, her fırsatta ırkçı olmadığını ilan ederken dizi alttan alta kültürel farklılıkları işliyor. Bununla da kalmayıp annelik anlayışlarını, hayattaki seçimlerimizin sonuçlarını, cinsellik tabularını sorgulatıyor.
Yalnız ve bohem bir anne olan Mia ile “mükemmel” bir ailesi olduğu izlenimi veren 4 çocuklu Elena’nın rekabeti, ırk, toplumsal cinsiyet gibi konularda büyük resmin bir parçasını tamamlıyor. Tam bir kadın hikayesi… Ancak hikaye Elena ve Mia’ya odaklanırken zeminini; lise aşkı ve iki karakterin arkadaşları arasındaki velayet davası ile açılan mahkeme kanadı üzerinden sağlamlaştırmaya çalışıyor. Karakterlerin farklı zaman dilimlerindeki hallerine yapılan flashbackler, onları daha iyi tanımamız için fırsat veriyor. Mia’nın bohem yaşamdan sıtkı sıyrılmış kızı Pearl kendini Elena’ya yakın hissetmeye başlarken, evde diktatör annesinin kurallarından yılmış İzzy de kendini Mia’ya yakın görüyor. Çocuklar üzerinden imgelenen rekabet, tüm sırların cephane olarak kullanıldığı bir savaşa yerini bırakıyor.
Pearl'cük küçük Eyşan...
Little Fires Everywhere’in Başardıkları
Dizinin en iyi yanı sakinliği. İzleyiciyi yormadan iki kadını merkeze alarak dünyevi, sosyal ve politik birçok soruna parmak basıyor. Kardeşi Big Little Lies gibi yer yer didaktik kalsa ve diyaloglarındaki duygusuzlukla rahatsız etse de cesur bir dizi. Aynı topraklarda yaşamanın verdiği kimliğin, kültürel farklılıkları ve eşitsizlikleri ortadan kaldırmadığını çok güzel anlatıyor. Kesinlikle 8 bölümün nasıl geçtiğini anlamadan izlenebiliyor. Yıldız kadrosu ise pastanın adeta kreması…
Yanlış anlamayın dilenci değilim, çocuk istiyorum
Kadınların birbirine yabancılaşmasına neden olan şeyin aslında ezberlediğimiz kuralların, sistemin ta kendisi olması ise zor ayırt edilse de hikayenin mesajları arasında. Tabii yine tüm faturanın kadınlara çıktığı dizide, basiretsiz erkekler neredeyse tamamen gölgede. “İdeal” anne, eş tasviri ile göz dolduran ancak kariyerinden ailesi için vazgeçmenin ağırlığı altında ezilen Elena, dizinin adeta Betty Draper’ı.
Ancak Betty ne kadar manipülasyon mağduru ise Elena o kadar manipülatör. Kendini kafes içine hapseden, hayatı bir fotoğraf albümü oluşturabilmek için yaşayan bir kadın. (İşte bu yönüyle biraz Pink mommy de olabilir.) Günümüzde yaşasa sürekli instagramdan mutlu aile pozları paylaşan anne fenomenlerden biri olurdu kesin. Elena’nın her şeyin önünde gördüğü anne kimliği ile Mia’nın çatışması bu nedenle oldukça ilgi çekici. Bohem, bireyci, anne ama önce kadın olan Mia neden olduklarıyla, deyim yerindeyse Elena’nın “melting pot”unda erimek yerine ideal görünen tüm fotoğrafların kül olmasına zemin hazırlıyor. Kitapta kimin haklı kimin haksız olduğu çok daha silik kalırken, dizi bizleri daha çok taraf tutmaya zorluyor. Daha keskin olan sınırlar, izleyiciyi daha çetin bir mücadelenin taraftarı haline getiriyor.
Mahşerde buluşacağız Ali Kaptan!
Little Fires Everywhere ve Olduramadıkları
Gelelim dizinin başaramadıklarına… Dizi, Celeste Ng'nin çok satan ve tartışılan aynı isimli romanından uyarlanmış. Başrollerini Reese Witherspoon ile Kerry Washington'ın paylaştığı Little Fires Everywhere, başrollerin aynı zamanda yapımda imzasının bulunduğu birçok projede olduğu gibi belli noktalarda bunun körlüğünü taşıyor. Kitabın nahifliği ve çekingen mesajları dizide yok.
Çarşamba - Cumartesi düzenli seks günlerimizdir
Kitapla belirgin farklarını bulunan dizi, kendi türünde epey iyi bir yere adını yazdırsa da kitap ile kıyaslandığında, mesajlarını göze sokma derdiyle sığ sularda kulaç atar gibi. Diziyi izledikten sonra benim gibi merak edip kitabına da bakanlar, kitapta Mia ve kızı Pearl’ün siyahi olduğunu göremeyecekler. Biraz araştırınca yazarın, kitabı kaleme alırken bu tercihi yapmak istediğini görebilir. Ancak Ng’nin siyahi kültüre ait olmadığı için çekindiğine dair demeçleri var.
Dizide kitapta atılamayan bu adımın atıldığını görüyoruz, tabii bununla beraber yer yer klişeleşme de kaçınılmaz. Irka dair göndermeler, sık diyaloglar, kimi zaman eğreti duruyor. Diğer taraftan Elena’nın dördüncü çocuğu İzzy’nin kitapta cinsel yönelimine dair vurgu olmasa da, dizideki isyankarlığın homoseksüellikle etiketlenmesi de yine klişe seçimlerden biri. Ek olarak Elena’nın geçmişine dair detaylar da dizide çok daha fazla… Dizi bu yönüyle de kitaba göre epey şeytanlaştırdığı Elena’yı aklamaya çalışır gibi. “Yaptım ama bir sor niye yaptım” çabası dizinin doğal atmosferini baltalıyor.
Yine yangınlar yine ben...
Üstelik geçmişine ve bugününe yolculuk yaptığımız karakterlerin zaman içindeki evrimini de adımlamıyoruz. Özellikle günümüzdeki virajlarda karakterler evrilmiyor. Sadece yol alıyor, bizlere hikayeyi izletmek için misyonlarını yerine getirir gibi işlerini yapıyor.
İnsani çalışmaların dizisi olan Little Fires Everywhere’de, en çok yadırgadığım da bu. Sivri köşelerini bileyen Elena ve Mia, hiçbir zaman törpülenmiyor. Yaşadıklarına verdikleri tepkilerle izleyiciye sürpriz yapmıyor. Maratonu nasıl başladılarsa hemen hemen öyle bitiriyorlar. Seçimleri değişebiliyor ama duygusal bavulları aynı kalıyor. Ayrıca yan karakterlerin de tek yönlülüğü can sıkıcı düzeyde. Elena’nın kocasını kolundan tutup sarsmak istemeyen yoktur herhalde. Keza Moody’nin bölümler boyu süren ergen triplerinde sıkılmayan… Elena’nın sürekli veresiye yazan bakkal gibi herkesi kendine borçlu hissettirmesi, Mia’nın her bölümdeki “açılın sanatçıyım” havaları da bir yerden sonra “baydı”.
Atanamamış Greta Thunberg
Oysa kitabın, hikayenin içinde herkesin yolculuğunu zorlamadan anlattığı akış var. Dizide ise “bak bu kim şimdi sana göstereceğim” vurgusu çok belirgin. Evin tikican kızı ve siyahi sevgilisinin diyalogları bu felaketin en belirgin olduğu sahneler…. Diziyi hazırlarken her sahnede bir sosyal mesaj zorunluluğuna nasıl inandılar sorgulamamak mümkün değil. Çok güzel, dolu dolu ve keyifli bir dizi. Ancak yükünü kendi için fazlaca ağırlaştırmış ve altından kalkamamış gibi.
Yine de Little Fires Everywhere, Amazon Prime’da izleyebileceğiniz “iyi” dizilerden biri, sorunlu doğası büyüyü bozacak ve izletmeyecek düzeyde değil. İkinci bölümdeki Reese Witherspoon ile Kerry Washington'ın tenis maçı gibi olan diyaloglarını görmek için bile izlemelisiniz. Ancak bir başyapıt bekliyorsanız, diziden ziyade kitaba göz gezdirin. Emin olun Little Fires Everywhere’in kitabı, başyapıtlığa dizisinden daha yakın.
(gizemkaboglu Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et