Salur Kazan (Burak Aksak'ın ak sakallı dedeleri), Kedi (Instagram'dan ABD sinemalarına, bir başarı öyküsü)
Haftanın filmleri, bir dizinin ilk bölümü gibi: Önce TV dizisi olacağı duyurulan, sonra çaktırmadan sinemaya getirilen Salur Kazan: Zoraki Kahraman, Dede Korkut Hikayeleri serisinin ilk filmi. Mumya filmi ise, Mumya serisinin son filmi gibi dursa da aslında Dracula'nın, Frankenstein canavarının vs. toplanıp adam döveceği Dark Universe serisinin ilk filmi... Şöyle tekli, normal, düz bir film izleyemiyoruz yani. "Netflix sinema salonlarını bitirecek mi?" diye kara kara düşünürken sinemalar dizi sitesine dönüştü, diziizlebiziizle.com oldu sanki...
O zaman hazır Burak Aksak'tan, dizilerden, Dark Universe'den (Erdal Bakkal'ın karısı-baldızı) bahsediyorken bi' Leyla ile Mecnun sahnesi paylaşıp öyle geçelim yazıya:
Salur Kazan: Zoraki Kahraman – Kahraman da zoraki, film de...
Burak Aksak’ın Bana Masal Anlatma ve Kara Bela ile birlikte yazıp yönettiği 3. sinema yapımı ve Dede Korkut Hikayeleri serisinin ilk filmi... Proje, geçen yaz bu zamanlarda, TV 8’in 3 filmlik dizi / TV filmi projesi olarak duyurulmuştu. Anlaşılan o iş yalan olmuş, "O kadar insan çalıştırdık, israf olmasın film" denilerek BKM önderliğinde sinemaya koyulmuş. Ben de bir dergiye-siteye gönderdiğim yazı yayımlanmayınca Facebook Notlarım'da paylaşıyorum, onun gibi...
Filmin oyuncu kadrosunda Mahir İpek, Devrim Yakut, Korhan Hepduran, Onur Atilla (Güldür Güldür'deki sempatik tombik) ve yakın zamanda yaşamını kaybeden Erdal Tosun usta öne çıkıyor:
Türkler çadırda mı yaşıyor hâlâ?
Arzu ettiği saygıyı bir türlü göremeyen bir Oğuz Beyi, (şimdilerde ise 'deneyimli stajyer Oğuz' bile olsan ' Oğuz Bey' diye hitap ederler) Salur Kazan’ın (Mahir İpek) merkezinde olduğu, Orta Asya'da geçen eski bir olayı izliyoruz. 'Olay' dedik ama ciddiye alınacak bir olayı yok filmin, sonuçta parodi skeçler üzerinden ilerleyen bir öykü bu (olaysız dağılıyorlar diyebiliriz). Komik kahramanımızın amacı ise, Erdal Tosun'un hayat verdiği Şökli Melik'in talan ettiği obasının intikamını almak...
Filmin büyük bölümünde de intikam için yola çıkan Salur Kazan ve yol arkadaşı çobanın (Onur Atilla) yol komiklikleri yer alıyor. Şimdiki zamanın talancı-rantçı müteahhitlerine gönderme yapılan bölümler komik ve anlamlı duruyorken kahramanlar yola çıkınca bozuluyor, ekşiyor film.
- Kötü adamların eline geçersem beni bu şekilde Taksim Meydanı'na dikerler gibi...
Nasıl geçti yol? Rahat geldiniz mi?
Burak Aksak yol maceralarını, yol goygoyu öykülerini seviyor. Kara Bela filminde zaten bir yol komedisi izlemiştik, "Sorma yolda başımıza neler geldi" mizahına tanık olmuştuk. Bana Masal Anlatma filminde de dolmuş şoförü bir adamın peşinde geziyorduk, onu da 'şehir içi yol filmi' alt türünde değerlendirebilir; Aksak'ı 'yolculukta muhabbet edilecek, goygoy yapılacak adam' olarak görebiliriz. Keşke filmdeki 'kahramanların yolculuğu' kısımları da eğlenceli, sürprizli, olsaydı. Zaten 5-10 kostümle 2-3 dekorla, belediye ramazan etkinliği kadar prodüksiyonu var filmin, bari senaryosu biraz enerjik, biraz şöyle kıpır kıpır olsaydı...
Şimdi darılmaca gücenmece yapmasın Burak Aksak, neticede yeteneğinden sual etmediğimiz bir insandır ammaaa 'At Park Etme Yasağı' işaretinden ya da kıymetlimiss diyen Gollum parodisinden daha yaratıcı şeyler yazabilirmiş. Yazsa iyiymiş...
- Yanlış anlama ama 85 yaşına da gelsen Güldür Güldür'deki sempatik tombik diye çağırcaz seni..
Kahpe Bizans mı bu mu?
Moğollar grubunu da gördüğümüz finaldeki kılıçlı çatışma sahneleri, kısa sürüyor ama şenlikli absürtlüğü akılda kalıyor. Çobanın bazı sempatik konuşmaları ve hareketleri ile Saluk Bey’in bazı koçaklamaları, kafiyeli kahramanlık sözleri de kulağa hoş geliyor. Mizah dozu ise yer yer sırıtma, yer yer 'burundan nefes vererek hmfffhh'lama, yer yer de hafifçe eheh'leme seviyesinde... Te 17 yıl önce çekilen Kahpe Bizans'ın deli mizahını göremiyoruz. O filmdeki absürt senaryo, oyunculardaki enerji, tarihi Yeşilçam filmlerine saygı duyarken parodileştirmedeki ustalık yok!
İyi, bahaneyle Kahpe Bizans'ı da övdük... Mehmet Ali Erbil'in oynadığı İmparatorun 'çay ocağı' esprisini de hatırlatıp noktalayayım: "At şunu çay ocağına! Yerin 300 metre dibinden çay çıkarsın da aklı başına gelsin!"
Filmin özeti: Tarihi skeçler, kılıç kalkan ekibi gösterisi, kapanış etkinliği: Moğollar konseri
Puan: İlk Kahpe Bizans filmiyle ikinci Kahpe Bizans filminin tam ortası (40 filan yapıyor)
Mumya (The Mummy) - Lanetten koşarak kaçan Tom Cruise...
1932’de ilk filmi çekilen ve sayabildiğim kadarıyla şimdiye kadar 10 filmi yapılan Mumya serisinin en yeni versiyonu... Bu aralar güneşi tam göremediğimiz için aşina olduğumuz Londra’nın yağmurlu-kasvetli ortamının, Orta Doğu'nun aksiyona müsait geniş düzlüklerinin ve bol CGI'ın kullanıldığı filmi Alex Kurtzman yönetiyor. 250 milyon bütçeli fragman şuraya geliyor:
Alçı mı o? İmzalayalım mı?..
Nick Morton (Tom Cruise) ismindeki bir asker, Irak'ta ABD adına lanet operasyonlar yürütürken tarihi eserler kovalıyor –ki bunları satıp yırtmayı amaçlıyor. Riskli bir işi var, nasıl ki nükleer tesiste çalışan birinin radyasyon kapma riski varsa o da bu eserlerden 'lanet' kapabilir. Derken zamanında Mısır’dan Irak'a taşınan bir mumya türbesi bulunuyor, üzerinde 'yüksek lanet riski' yazan bir mezar açılıyor ve içinden taş gibi bir lanet çıkıyor. Radyasyondan hızlı yayılıyor bu meret; bi' kere bulaşırsa, DNA'ya işlenirse çocuklarına kadar gider yarattığı rahatsızlık...
Sonrası işte türbenin bu sefer de Londra'ya taşınması, bir kadın suretinde gördüğümüz Mumya, nam-ı diğer Ahmanet'in (Sofia Boutella), yağmur sonrası kokusunu da ciğerlere çekince pek gerilimli, pek karanlık, pek güçlü bir lanet olması (rol için Bülent Ersoy'a teklif gelmedi mi ya?) falan filan...
- ÇİLEEEEE..... Çile bülbülüüm, ALLAAAH....
Tom Cruise okeye mi dönüyor?
Yanına okumuş etmiş bir kadını da (Annabelle Wallis) alarak koşturan 55 yaşındaki Tom Cruise, kendisini diri tutmak için aksiyona ihtiyacı olduğunu gösterircesine yerinde durmuyor (Aslında aksiyon yaşamadığı anda yaşlanmaya başlayan fantastik bir adam rolünde oynayabilir. Tutar da...) Filmde, Mission Impossible’ların, Jack Reacher’ların tek adam aksiyonu da var, 3D, CGI marifetiyle yaratılan gerilim de... Ayrıca, Cruise'un hâlâ bu yaşta espri yapabildiğini ve şakadan anlayabildiğini ispat etmek istercesine dublörsüz mizah kullanmımı da mevcut...
Heyecan, gerilim, mizah öğeleri iyi sentezlenmemiş. Dolayısıyla, su üzerinde tanecikleri yüzen az karıştırılmış bir kahve ya da taşlar çok karıştığı için kimsenin per yapamadığı bir 101 eli gibi film...
- Temel "Kabın hepsinu doldurayum mu" deyince, doktor da "hayır, dudak payı bırak" demiş!
- Bu ne saçma bi fıkra lan, iki cümlede gerdi beni herif..
Nerede o eski Mumya filmleri?
1999'da ve 2001'de çekilen Mumya filmlerini en azından televizyondan hatırlarız. Üzerinden nostalji yapacak kadar bir zaman geçtiği için şimdi "İyilerdi be" diye hatırlıyoruz bu filmleri, belki bir daha izlesek etkisini kaybedecek. İşte bazı şeyler çocukluk dönemine denk gelince kötü diyemiyorsun, insan Sadettin Teksoy'un programını bile iyi hatırlayabiliyor. Onun parmak hareketini, Mısır'da gezerken Firavun'un mezarı diye bir yer gösterip "Bakın Firavun iskeletinde hala sakal çıkıyor, nasıl lanetlenmişse artık" dediği görüntüleri dün gibi hatırlıyorum.
Bu film ise, olay örgüsünü kolayca tahmin edebileceğimiz için yeni bir tat vadetmiyor. Sadece Mumya'yı oynayan Sofia Boutella'yı Star Trek filmindeki gibi makyajla nasıl değiştirdiklerine, baştan sona ne güzel boyayıp dövmelediklerine hayret edebilir, oyunculuğunu da sevebiliriz.
Danla Bilic'in makyaj videolarından da şu performansları bekliyoruz...
Bir parantez, Russel Crowe'un oynadığı Dr. Jekyll'a ve de onun içerideki muhalifi Mr. Hyde'a... Kulislerde, Dr. Jekyll karakterinin Dark Universe evreninin kurucusu olacağı ve filmde bunun için göründüğü, yoksa görünmesinin hiçbir anlamının olmadığı konuşuluyor fısır fısır... Yakın zamanda Frankenstein, Dracula, Van Helsing, The Wolfman gibi filmler gelecek ve bu it kopuğu ortak bir amaç için toplayan karakter muhtemelen bu adam olacak.
Belki Russel Crowe'un çevresi geniş olduğu için, Javier Bardem'e Frankenstein’ın Canavarı filminde oynamayı, Johnny Depp'e Görünmez Adam olmayı kabul ettirmiş de olabilir. Diyor kulisler...
Russel Crowe'a önermek lazım... Dark Universe'ün renkli siması olabilir...
Puan: 1999'da çekilen Mumya'yla 2008'de çekilen Mumya filminin ortası (tahmini 45 filan)
Kedi - Instagram'dan ABD sinemalarına, bir başarı öyküsü...
Ceyda Torun'un İstanbul'daki kediler ve onlara takıntılı bir biçimde bağlı olan insanlara dair yaptığı bu belgesel, Türkiye'den önce yönetmenin yaşamını sürdürdüğü ABD'de vizyona girdi ve orada tüm zamanların en yüksek hasılat yapan üçüncü yabancı dil belgeseli olmayı başardı. Kedileri takip eden sinsi kameralarıyla onları yakından tanıma fırsatı veren belgesel, aynı zamanda ABD'de en çok izlenen Türk filmi de olmuş, ne de güzel olmuş. Peki film, ABD'nin onca sinemasında gösterilirken Eskişehir'e geldi mi? Hayır dostlarım hayır!.. O nedenle çok bir şey yazamıyorum ve filmdeki kedilerin isimlerini sıralayıp onlara coşkulu bir selam gönderiyorum. Selam olsun, miyav olsun o güzel yaratıklara: Sarı, Bengü, Psikopat, Deniz, Aslan Parçası, Duman, Gamsız...
Diğer:
Otoskopi rahatsızlığı bulunan (ne havalı hastalık, keşke bizde de olsa) Zeynep'in tedaviyi reddettikten sonra yaşadığı gerilimi ele alan 11, iş bulmak için Yunanistan'dan Almanya'ya giden ama o arada elindekinden de olup bebeğini kaybeden Elena'nın öyküsü Bir Nefes, birbirine yürümeye çalışan Emre ile Sema'yı konu edinen, fragmanında bile kötü replikleri örtmek için bol şarkı çalınan Çünkü Onu Sevdim haftanın diğer üç seçeneği...
Bi nefes alıp kalan 3 seçeneği de şöyle sıralayayım: Dokuz canlı bir çocuğu gizemli bir şekilde anlatmaya çalışan Dokuzuncu Hayat, prenses ve arkadaşlarının gereksiz maceralarından oluşan animasyon Prenses ve Kurbağa ve bu aralar pek moda olan "Herkes ölür, vampirler kalır" temalı Vampir Cehennemi: İstila...
SONUÇ - Kediyi kime bırakıyoruz?
Bu hafta, Mumya ve Kedi'yi birbirine tezat oluşturan iki film gibi düşünebilirsiniz. Mumya'da Tom Cruise Mumya'nın nefes kokusundan "Üff, bu ne zamandır bir şey yemiyor" diye tiksinirken, film boyunca Doğu'yu ötekileştirici göndermeler yaparken, 'batının doğusunda yaşayan insanlar' olarak siniriniz bozulabilir. Kedi ise, İstanbul'un sorunlarını bile bir 'mırmır' sesiyle es geçen, "Hayat bok ama kediler çok" kafasında bir filmmiş, terapi niyetine gidebilirsiniz. Salur Kazan ise, TV başında yenidünya yerken izlenebilecek bir film; sinemada perdeye odaklanmışken mizahının zorlama olduğunu açık ediveriyor. Sinemaya kadar kendinizi yormayın derim...
Haydi ben de dizi izlemeye kaçar, görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Şöyle güzel bi dizi önersenize ya)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et