Beni Adınla Çağır (''Bi adama bak, bi de yanındaki adama bak!''), Dünyanın Bütün Parası (''Bunlar böyle böyle zengin oluyor anam!'')
Bu hafta yine az salonda gösterime giren yabancı filmlerden bahsedecek ve köşeyi tutumlu kullanmaya çalışacağız. Önce, Beni Adınla Çağır filminde 'adam adama markaj' yöntemiyle gelişen bir eşcinsel ilişkiye ve tutumlu sevişmelere tanık olacağız. Sonra, Dünyanın Bütün Parası filminde dünyanın en zengin ve tutumlu, aslında düpedüz cimri adamını izleyip "Demek böyle böyle zengin olmuş" tespitini yapıştıracağız. En sonda da çok güzel bir film var; fakir, mutlu ve tutumlu insanları görüp fakir ve tutumluluğumuzla mutlu olacağız.
Eveet, yine bir manyak gibi bütün filmleri bir tema altında topladım, yazıya geçmeden şuraya da tutumlu bir Kemal Sunal koyayım tam olsun:
Beni Adınla Çağır (Call Me By Your Name) - Seninle eşcinsel filmi kontenjanından Oscar adaylarına girelim mi?
Yönetmen, galiba soy ismi Guadanyino diye okunan Luca Guadagnino. Önceki filmi Sen Benimsin'i de hatırlarsanız kendisi, grup maçları oynatır gibi herkesi birbiriyle eşleştirip seviştiren bir abimizdir. Bu yeni filminin başrollerini; Armie Hammer yakışıklı-kaslısı ile dünkü bok diye tanımlayabileceğimiz Timothée Chalamet paylaşıyor. André Aciman'ın, yaşamından esinlenerek yazdığı 2007 tarihli romanını iyice bi' okuyan James Ivory senaryoyu yazıyor, film de En İyi Film ve En İyi Uyarlama Senaryo dahil 4 dalda Oscar'a oynuyor (Şimdiden diyeyim, Uyarlama Senaryo'yu alır).
Nerede eşleşiyorlar?
Yer, İtalya’nın kuzeyi; yıl 1983... 17 yaşındaki Elio ile babasının asistanı Oliver'ın kısa süreli ilişkisi anlatılıyor. Elio müzikle uğraşıyor ve bu nedenle "Musa Eroğlu'ndan Telli Turnam'ı çalabilinni, iki tıngırdat bakam" diyen akrabalardan kaçamıyor. Ailesi zengin ve elit, 17. yüzyıldan kalma bir villada yazlarını geçiriyorlar. 24'lük Amerikan Oliver da Eski Yunan'dan, Roma'dan filan anlayan bir tip, heykel gibi olmakla beraber heykelle ilgili konuşmayı da biliyor ve derken aralarında bir ilişki başlıyor.
O zamanlar eşcinsel ilişkiler öyle rahat yaşanmıyor ki hoşlaştıklarını birbirlerine de kolayca itiraf edemiyorlar. Sessiz sessiz, fısıltıyla, jest-mimikle, müzikle anlaşmaya çalışıyorlar. Özellikle Oliver, sanki çocuğun kasap bir abisi varmış da peşine takılacakmış gibi korkuyor çevreden, çekine çekine bi' hâl oluyor.
- Heykelden anlıyoruz diye kandırdık çocuğu da vitrin mankeninden ayırt edemiyorum ki ben bunu!
Pek de sessiz çocuklarmış?
Aralarındaki sessizlik ve de entelektüel konuşmalar filmin düşündüren yerleri... Müzik de yer yer duyguyu coşturabiliyor ve doğa sesleri yaz mevsiminin bütün canlılığını aktarıyor. Cır cır cır kafamız sitilirken, şırıl şırıl âşık olmak gelebiliyor içimizden... Fakat ilişki hamleleri klasik entrikalardan farksız ve ilişkinin seyri açısından güçlü bir çatışma yaratılamıyor. Yani aralarındaki heteroseksüel bir ilişki olsa, çok basit bir entrikayla sınırlı olacakmış gibi... Filmi çok beğenen eleştirmenler grubu tarafından taşlı sopalı, İtalyan bayraklı linç girişimine maruz kalmak istemem ama durum bu...
- Şeyi çalmayı biliyon mu? Bahçelerde rüzgar, kalbimde aşk var...
Hangi filmlerle kapışır?
Film, geçen yılın Oscar yıldızı Ay Işığı gibi sert bir gerçekçilik sağlayamıyor, belli ki öyle bir amacı da yok, "Biz sokak eşcinselliğiyle ilgilenmiyoruz kardeşim. Bu aile aynı anda dört dil konuşabilen bir aile, İtalyanca yemek yiyip Fransızca sevişiyoruz biz, lütfen dışarı çıkar mısınız?" diyor... Kalp Atışı Dakikada 120 gibi kalabalıktan kaynaklı bir enerjisi, politik gerilimi de yok; Oliver'ın ABD'deki ailesi belli ki muhafazakârlar, Demirelciler ama hissedemiyoruz. Carol'daki gibi de müthiş bir sinematografi de göremiyoruz, toplumsal engelleri hissedemiyoruz. Yani ben bi' yükselemedim bu filme ya!..
- Ada ben ayrılmak istiyorum...
Puan: "Sorun sende değil bende" anlamında bir 65
Dünyanın Bütün Parası (All the Money in the World) - Ridley Scott'tan bir "Paran mı var derdin var" filmi...
"Şu kalemin bile filmini çekebilirim" özgüveniyle bildiğimiz, 80 yaşında hâlâ film yapan Ridley Scott'ın bu son işi; 70'li yılların en zenginlerinden dolar milyarderi Jean Paul Getty'ye odaklanıyor. Oyuncu kadrosunda Michelle Williams, Christopher Plummer, Mark Wahlberg var. Aslında Dede Getty'yi Plummer'dan 20 yaş genç olan Kevin Spacey yaşlandırma makyajıyla oynayacaktı ama taciz haberlerinden sonra kadrodan atıldı ve "Biz zaten hep Plummer olsun istemiştik" açıklamalarıyla beraber sahneler yeniden çekildi.
Çenemizi yoracak mı?
Tee ne zaman yazılmış bir kitaptan uyarlanan filmde Getty Dedenin ne kadar cimri ve pragmatist bir kapitalist olduğunu göreceğiz. Bir süredir görüşmediği oğlu, ailesiyle beraber ondan iş istediğinde verecek, torunu Junior Getty'i de sevecek ama birkaç yıl sonra torunu Roma'da kaçırıldığında ve fidye istendiğinde "Ya bu aralar ben de sıkışığım, inanmazsan cüzdanı göstereyim bak, sadece kartlar var" diye ayak yapacak. "Torun sevgisi mi ağır basacak, dolar tutkusu mu?" diye düşünürken karanlık bir atmosfer, karanlığa boğacak bizi. Böylece kara petrolden gelen kara paranın kimseye hayrının olmayacağını iyice anlayacak, fakirliğimizle tatmin olacağız. Ohh!
Kimlik kartını rehin bıraksa gelir bi günde alırdı pezevenk...
Yönetmenlik oyunculuk:
Tony Gatlif (bkz. Aman Doktor) filmlerinde sempatik karakterlerde gördüğümüz Romain Duris yan rolde ama bu kötü karakter üzerine güzel oturuyor, rol çalıyor. Bu ara acı çeken kadın rollerine alışan Michelle Williams da 'az acılı ana' rolünü fena kıvırmıyor. Plummer Baba ise "Kevin Spacey de kimmiş mk" dercesine iyi oynuyor, 89 yaşında harikalar yaratıyor ve karakterden tiksindirmeyi başarıyor. Mark Wahlberg'in aslında öyküde de ne işi var belli değil, sadece birkaç kere takım elbise değiştiriyor, katalog çekiminde Williams'ın partneriymiş gibi duruyor ve Transformers 5'teki kaslı egzoz tamircisi rolünden sadece takım elbiseyle ayrılıyor.
- Kuzenimle geldik, yemeğimizi yedik, gidiyoruz arkadaşlar. Lütfen farklı bi şey yazmayın...
Öyküden ne anlayacağız?
Kapitalizme dair biraz eleştirel bir şeyler görebilseymişiz, daha güzel olurmuş aslında... Olay herifin cimriliği değil arkadaş, sistem kaynaklı, biz şerefsiz kapitalistler, yararcı, istifçi, pazarlıkçı insanlarız, n'apıcan, huy denseymiş keşke... Döneme dair politik bilgiler de paylaşılsaymış. Hadi paylaşılmadı; en azından rehine gerilimi tam oluşturulsaymış. Gerçek öyküye gerilim olsun diye eklemeler yapılmış ama onlar da zorlama olmuş yani (Yani tabii ki gerçek öyküyü baştan sonra biliyorum. Niye, çünkü sinema yazarıyım)...
Senaryoya azıcık mizah katılsa, absürt ayrıntılar eklenseymiş bari... Kapkara görüntüleri dayamışsın, e bizim projeksiyonlar da kısık olunca içimiz kararıyor; azıcık eğlenmek istiyoruz anlasana! N'olurdu Getty, Varyemez Amca gibi şaşkın bir cimri olsaydı, sonra düşmanı Paytak çıkagelseydi de "Ben veririm fidyeyi" deseydi? Eheh!
Bi altın havuzunda yüzme sahnesi çekemez miydi koca Ridley Scott yanii?
Puan: Dolar karşısında sürekli değer kaybeden bir 65
The Florida Project - Fakirlikten kırılsalar da mutluluklarını bozmayan birtakım çocuk salaklıkları...
Starlet, Tangerine gibi bağımsız filmleriyle bilinen, Amerikan Rüyası'nın dışında kalan ötekileri anlatmaya ant içmiş güzel insan iyi yönetmen Sean Baker'ın filmi... Oyunculuklarda ise Müfreze filminden beri karakteristik suratına şiirler döşediğimiz Willem Dafoe göze çarpıyor fakat filmin asıl yıldızları, çocuk oyuncu Brooklynn Prince ile ilk sinema deneyimini yaşayan seksi Instagram fenomeni Bria Vinaite... Film aslında En İyi Film Oscar'ında aday olacak kadar iyi ama Akademikler yapmadı. Ben kendilerini bir serzeniş tweet'iyle kınadım, elimden geleni yaptım. Artık onlar düşünsün...
Ne oynuyorlar?
Halley’i oynayan Bria abla, ilk sinema tecrübesi olmasına rağmen -tamamen kendi kişiliğini yansıttığı için olsa gerek- can veriyor karaktere. Uçarı kaçarı bir kişiliğe sahip Halley, tek başına bir motelde yaşayarak kızı Moonee'yi büyütmeye çalışıyor. Moonee'yi oynayan küçük Prince ise "Yavrum sen nasıl öyle oldun, annen cast direktörü müydü, baban oyuncu koçu muydu" dedirtircesine, doğal duruyor ve bütün çocuksuluğunu boca ediyor üzerimize. Onunla beraber 3 velet, tüm sahiciliklerini gösterip enerjileriyle seyirciye "Az bi susun mk, kafamızı şişirdiniz" dedirtmeye çalışıyor (işte gerçekçi sinemanın tanımı!)
Bria'nın Instagramına baktım da... Yazık, gerçekte de fakir ve üstüne başına çok bi şey alamıyor gibi...
Valla ben bu filme bayıldım ve hatta uzun zamandır en çok etkilendiğim film bu oldu. Müsaadenizle nedenlerini şöyle madde madde sıralayayım:
* Kaldıkları motel Disneyworld bölgesinin hemen yanında, yani az ötede bambaşka bir dünya var. Ama bu alt gelirli vatandaşların kaldığı motel çevresinde de alı al, moru mor renklerle karşılaşmak, çocukların gezdikleri yerlerde kocaman yapılar, portakal şeklinde dükkanlar görmek mümkün... Sanki yönetmen Eskişehir'de yaşıyormuş da ziyarete gelen annesine Sazova'daki şatoyu, korsan gemisini gösteriyormuş gibi bir his...
- Hayır beyfendi biz Eskişehir'i hiç görmedik, Yılmaz Büyükerşen'den önce yaptık burayı...
* Çekim ölçeği olarak genel çekimler, çekim açısı olarak da alt açı bol bol tercih edildiği için mekanlar olduğundan büyük hissediliyor. Böyle olunca çocuklar daha küçük görünüyor ve anlıyoruz ki bu dünya onlara büyük geliyor. "Olsun be seneye de giyersiniz" diye çaktırmadan ağlıyoruz, kafamızda "Yedin Yine Doymadın mı / Karnı Büyük Koca Dünya" şarkısını çalıyor, nakaratı çocuk korosuna söyletiyoruz.
- Banne ya ben Enis Abi'nin filmine gitmek istiyom işte!
* Filmin senaryosu, sanki anlattığı çocuklara benziyor, onlar gibi aklına geleni yapıyor. Willem Dafoe'nin canlandırdığı otel yöneticisi, yani Zebercet'in gündelik işleri, Halley'in haftalık otel ücretini denkleştirme çabası, çocukların oyunları sanki rastgele kurgulanmış gibi... Böylece en sıradan olaylar bile öne çıkıyor; filmin gerçekçiliği pekişiyor, katmerleniyor, kaktırılıyor, kanırtılıyor.
* Gerçekçiliğiyle güzel bir film yani... Oldum olası bu gerçekçiliğe biterim ben... İsterim ki karakterlerin hayatlarında hiçbir şey değişmesin, sanki pencereden bir buçuk saat mahalleyi izlemişim, çocukları gözlemlemiş gibi olayım; gerçeğe, sıradanlığa doyayım. Hoş, mahallenin çocuklarını izlemeye kalksam 10 dakika dayanamam "Geri zekâlı la bunlar" derim belki ama filmde olunca başka oluyor.
Ama fakirlikten bu kadar haz duymak da sanki biraz şey...
Puan: 95… 100 verirsem çok çömez gibi görünmez miyim ya?.. Ya da dur tamam tamam: 100
Diğer:
Alem-i Cin: İsminde cin görünce refleks olarak burun kıvırasın geliyor ama düzgün korku filmleri çekebilen Özgür Bakar'ın yapımı... 25. yaş gününden itibaren kabuslar gören ve yavaş yavaş ailesiyle ilgili korkunç sırları öğrenen Yeliz'in dramı... Belki de işsizlik ve geleceksizliğin korkunçluğudur, 25 yaş sendromudur da ailesinin tanıdıkları bunu işe sokamıyordur, bilemem..
Tavşan Peter: Mavi ceketli Tavşan Peter'ın komiklikleri. Çocuk filmi ama büyükler de gülebilir diyorlar, animasyon karakterlerin gerçek mekanlarda yer aldığı bu animasyona. Komedi filmi yokluğunda denenebilir, Kayhan'dan kaçarken girilebilir.
Samson: Süper güçleri olan tarihi bir karakter denemişler, epik bir film gibi olsun istemişler ama fragmandan belli ki kötü bir film bu... Bazı filmlerin kendini böyle fragmandan belli etmesi çok pratik oluyor.
Görevimiz Tatil: Çakallarla Dans serisinden bildiğimiz Murat Şeker bu sefer aile komedisi denemiş, iyi de etmiş, yıllardır tatile gitmemiş ailenin Ege'de bir köye doğru yola çıkış macerasını ele almış. Demet Akbağ ve Zafer Algöz gibi iki usta ismi oynatmış, saygı duyarız, fakat kalanı az ünlü ve amatör oyunculardan oluşuyor gibi, hmm, ucuz yollu olsun istemiş demek, olsun, halden anlarız...
Oo arada direniş gibi şeyler gördüm, hoşuma gitti bak...
SONUÇ - Sen bi filmi çok övmüştün, hangisiydi o?
Evet aile komedisi, korku, epik film ya da animasyon türü sevenleri için Diğer bölümünde seçenekleri belirttim. Uzun uzun yazdığım üç film arasından ise The Florida Project öne çıkıyor, muhtemelen senenin de en iyi filmlerinden biri olacak (spoiler?)... Bu yıl daha şimdiden, geçen yıldan kalan festival filmleriyle beraber çok güzel filmler getirdi. Şöyle hatırlamak gerekirse; Üç Billboard, Daha, Ben Tonya, Aman Doktor ve The Florida Project... Oo şimdiden 5 filmlik bir liste oldu listeseverler, hadi yine iyisiniz!
Neyse, şunlardan hâlâ vizyonda olanlarına gidiverin işte. Beni de bırakın artık bi' dışarı çıkayım. Ya da geç oldu ya, oturup film izleyeyim en iyisi...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Ahmet Kural ve Murat Cemcir var. Hee hee aynen, günümüzün Zeki ile Metin'i)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et