Sinemaya Gönül Verenler (ve Mahsun Kırmızıgül) İçin: Sizi Oscar Heykelciği ile Buluşturacak 8 Tüyo...
Kırmızı halıda nazlı nazlı süzülenler, sırt dekoltesini gösterebilmek için dna sarmalına dönenler, izlerken "o meme oradan nasıl fırlamıyor lan?" diye insanı hayrete düşürenler, beşe bölünen ekranda ödülü başkasına kaptırınca çok sevinmiş gibi yaparken oyunculuk destanı yazanlar, kedisine, köpeğine teşekkür edenlerle tam bir klişeler yumağı olan Oscar'ların adayları ve hatta olağan kazananları da bir o kadar klişedir. 3-5 töreni birazcı dikkatli gözlerle takip edenin düşük bir hata oranıyla son derece isabetli tahminler yapabileceği bu büyülü dünyayı, gecenin 4'ünde kalkıp bir yığın smokinliyi-abiyeliyi izlemeye üşenenler için inceledik. Okuyup ibret alasınız diye size nasıl bir senaryoda, hangi yönetmenle, kimi oynatırsanız Oscar'ı kucaklayacağınızın formülünü çıkardık. Şimdiden hayırlı uğurlu olsun...
1 - Amerikan tarihi ve bitmek bilmeyen kahraman ecdadları
Bizimki ve dünyanın geri kalanının yanında pazar eki gibi kalabilecek Amerikan tarihinden kıyıda köşede kalmış bir karakter seçin. Karakterin gerçek olması hiç önemli değil. Bu adam ve ona inanan bir kaç milis kuvvetin başına türlü felaketler gelse de eninde sonunda canı pahasına Amerika'yı kurtarsın. Milislerin arasında, ana karakterden nefret eden ama sonradan kanı kaynayan bir zenci muhakkak olsun, Kızılderili varsa ondan da bir vesileyle helallik alınsın. Hiç okula gitmemiş, ülkesinin tarihini filmlerde izlediklerinden ibaret sanan küçük bir çocuk, Amerika'yı Mel Gibson'ın kurduğuna rahatlıkla inanabilir.
Amerikan derin devletinin masum yüzlü kurucusu Tommiks, kafadan 2 Oscar'ı var...
2 - Bir Oscar membağı olarak 2. Dünya Savaşı
Akademi'nin en sevdiği konulardan biri olan 2. Dünya Savaşı ekmeğini yemekle bitiremeyeceğiniz bir derya... Kuralları basit: Yahudi soykırımını lanetle, Hitler'e göm, film Kafkasya'da bile geçiyor olsa Amerika'ya ufak bir saygı duruşu geç, İngiliz'i sev, Japon'a saygıda kusur etme (o kadar tepelerine atom bombası attık neticede), bol figüran, bol görsel efekt... Al sana Oscar aday adaylığı..
- Ha unutmadan, bi de o filmde beni oynatmanız gerekiyor...
3 - Kathryn Bigelow ile "Ustanın Hikayesi"
Bir nevi Sinan Çetin'in Amerikalı, kadın ve yetenekli versiyonu olan Kathryn Bigelow, her dönemin vazgeçilmez yönetmenidir. Siyasi partiler ve yönetimdeki başkanla arası daima iyi olan Bigelow, Amerika'nın yakın tarihiyle hep çok ilgili olmuştur. 11 Eylül, Irak Savaşı, Afganistan gibi Amerikan tarihindeki büyük başarısızlıkları fazla iyi niyetle kurgulamayı sever ve hükümet sponsorluğuyla çektiği filmlerinin hemen hemen hepsinde Oscar'a aday olmayı ve ödüllere doymayı bilmiştir. Bu kadın Türkiye'de yaşasaydı topumuz Gezi Parkı'ndaki çadırlarda atom bombası üretildiğine, Kabataş'ın ortasında Mavi İstiridye Barı olduğuna, Melih Gökçek'in zamanı ötesinde bir şehircilik dehası olduğuna inanabilirdik...
- Lazımsa vereyim bi tanesini?
4 - İngiltere'yi öv, İngiliz'i sev...
İsimleri hiçbir zaman açıklanmayan Akademi üyeleri arasında İngiliz aksanlı kaç kişi var bilinmez ama içlerindeki İngiliz sevgisinin bambaşka olduğu aşikar. O yüzden ne yapıp edip senaryoyu bir şekilde Büyük Britanya'ya bağlamaya gayret edin. Filminizin konusu Yozgat'ta geçen bir aşk öyküsü mü? Hiç önemli değil. "Yozgat Alişar Köyü muhtarına, bir gün Kraliçe'den bir mektup gelir.." diye başlayan ya da "Kentesel dönüşüm gereği istimlak edilen bölgede 14. yüzyıl İngiltere'sine ait bir at nalı bulan Hüseyin, sözlüsü Şermin'in eskiden beri Scotland Yard için bilgi toplayan bir ajan olduğunu ve oturduğu lojmanın balkonunda üstsüz güneşlendiğini öğrenir..." şeklinde devam eden senaryonuz, size Hollywood'un kapılarını ardına kadar açacaktır.
Tweet'lere Oscar verilse çoktan bayrağımızı dalgalandırmış, milli gururumuz olmuştu bu eser...
5 - Meryl Streep
Bizde bir dönem Güven Kıraç'ın denediği ama sarışın olmadığı için devamını getiremediği, "ödüllük bir film varsa içinde ben de olmalıyım" sendromunun okyanus ötesindeki adı Meryl Streep'tir. Böbrek röntgenini gönderse Oscar'a aday gösterilecek olan Streep, ödül törenlerinin de vazgeçilmez dalga konusu. Şahan Gökbakar, Celal ile Ceren filminde paraya kıyıp, Ezgi Mola yerine Meryl Streep'i oynatsaydı, şu an Haldun Dormen'le brunch'ta olurdu..
- Ya şu heykeli artık benim şekilmde yapın ya da ben kendimi ona benzeticem...
6 - Rol için insanlıktan çıkmak
"Sokakta makyajsız görsem korkarım, zaten boyu da 1,50'ymiş" dediğimiz 34 beden kadınlar, "çok yakışıklı – kesin gay" diye düşündüğümüz adamlar, "9 yaşında ve benim 45 sene çalışarak kazanacağım parayı bir ayda kazanıyor piç" diye söylendiğimiz veletlerden oluşan Hollywood'da bir adım öne çıkmanın taktiklerinden biri de rol için insanlıktan çıkmak, yüzüne bakılmaz hale gelmektir. Zira Akademi kıymet bilir, kadirşinastır. Rolde sıçıp batırsanız bile sırf çektiğiniz çilenin hatırına sizi en azından aday gösterir, hiçbi şey bulamazsa töreni falan sundurur. "Sanat için 35 kilo veremem, kanser hastasını oynarım ama kemoterapi sahnelerinde baklavalarım da görünsün, yüzümü kaplayan bir yanık izi kabulüm ama takma kirpiklerimle daha hoş görünürüm" gibi kurallarınız varsa kariyerinize reklam dünyasında devam etmeniz tavsiye olunur.
- Verdiğim kilo kadar Oscar istiyorum!
7 - Woody Allen tipi seri üretim
Tam olarak kaç filmi olduğunu imdb'nin bile hesaplamakta zorlandığı Woody Allen'ın şu hayattaki tek rakibi Elif Şafak. Obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan New York'lu yazar konulu filmlerinden yeterince çektiğine karar veren Allen, hayatında büyük bir değişiklik yaparak bir kaç sene önce obsesif kompulsif kişilik bozukluğu olan ve Avrupa'yı seyahat eden yazarların filmini çekmeye başladı. Bu yıl sinema severleri hepten şaşırtarak nevrotik kadın tiplemesi ile karşımıza çıktı. Üstelik kadın yazar değil! Siz de Woody Allen gibi senede iki film çekip, piyasaya salabilirsiniz. O kadar filmle sürümden kazanacak, içlerinden elbet bir tanesiyle Oscar'ı kucaklayacaksınız. Eşek değil ya bu Akademi...
- Yani çok sağolun ama inanır mısınız hiç hatırlamıyorum, bunu ne ara çektim ben ya?
8 - Trendleri takip edin
"Sinemanın trendi mi olur?" demeyin. Her şeyin gibi, senaryoların da bir modası var. Sanki varlığı yeni keşfedilmişçesine bir dönem herkesin aids konulu film çekmesi gibi. Kölelik, uzay araştırmaları, dünyanın gelmek bilmeyen sonu, eşcinsellik gibi konular bir yıl içinde aniden popülerleşebiliyor. Dünya sinemasının senaryo kıtlığına girdiği geçtiğimiz sene, best seller olmuş ya da klasikleşmiş pek çok kitabın uyarlamasını izlemiştik. Sırf farklılık olsun diye zaten daha önce kırk kere çekilmiş Sefiller'in bir de 4 saatlik müzikal versiyona katlanmak hep bu trend lobisi yüzünden.
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et