Vizyonda Bu Hafta: Zeki Demirkubuz'dan ''Kor'' (Kapılar gıcırdıyor, sigaralar sönmüyor, film bitmiyor)
Bu hafta, eskilerin değerini bilme, "Sen o yönetmenin asıl şu filmini izle" haftası... Nerede o eski varoluşçu öyküler, nerede o deli kurgular, bitti mi şimdi masumane masallar diye dövüneceğiz bu hafta. Vizyonun en öne çıkan filmi olan Zeki Demirkubuz'un Kor'u, eski Demirkubuz filmlerinden esintiler taşırken onların ruhunu da aratıyor maalesef. Ne yapsak? Bir hocaya mı göstersek? Eşi dostu toplayıp Masumiyet'in ruhunu mu çağırsak? Nasıl etsek Zeki ağabey?
Neyse biz şimdilik Demirkubuz'un Kemal Sunal'dan çay alamadığı ilk oyunculuk deneyimine bakıp nostaljiye doyarak yazımıza geçelim:
Kor - Kısacık ismi, 145 dakikalık filmi gizler gibi...
Sinemada dijitalleşmeyle beraber artık herkes daha pratik bir biçimde film çekebilirken bazı istenmeyen sonuçlar da doğuyor tabii... Belki önceden, filme fazla para gitmesin diye 90 dakika çekip bırakan Demirkubuz abi de artık 2 buçuk saatlik film çekerek hayranlarına salon azabı çektiriyor. N'aptık biz sana abi?
Buyrun, fragmanı bile uzun:
Kor'a gelmeden Zeki Demirkubuz sinemasına giriş
Demirkubuz sinemasının belli başlı özellikleri, Kültür Bakanlığı'nın da katkılarıyla bu zamana kadar varlığını sürdürebildi (üstüne bir kat boya filan sürünce yeni gibi oluyor). Aslında Demirkubuz'un bu yönetmenlik göstergeleri, şöyle İstanbul'un ara sokaklarında bir müzede sergilenmeyi hak ediyor (Orhan Pamuk'un Masumiyet Müzesi olur da Demirkubuz'un olamaz mı?)... Nerede görsek "İşte Demirkubuz sineması" dedirten, Kor'da da gözümüze giren birtakım müzelik Demirkubuz öğelerini hatırlayalım:
Her an cinnet geçirmek üzere olan alt sınıftan fakir ama küfürlü karakterler, okey yancısı lümpen proletarya, yabancılaşmanın pençesindeki orta sınıflar, TV karşısında eşini-çocuğunu-anasını-bacısını unutan insanlar, yerli ve milli femme fatale'lar, iki kişi konuşurken sadece birini çekmesi için kapı eşiğine konan kamera, back vocal'de susmak bilmeyen kapı gıcırdamaları, ortama sis misali çöken sigara dumanı, aynalardan psikolojik yansımalar, geceleyin şehir ışıkları...
Demirkubuz sineması itemleri...
Bu filmin öyküsü?
Kor, zengin bir işletmeci olan bir Ziya ile başarısız bir girişimci-işçi olan Cemal arasında kalmış bir Emine'yi anlatıyor. Cemal evine ekmek götürebilmek için te Romanyalara kadar gitmiş. O sırada önceden beri Emine'ye aşık olan Ziya'ya gün doğuyor ve "Hazır Cemal de yokken neden Emine'yle sevişmeyeyim ki" diye işe girişiyor. Ziya-Emine-Cemal arasında bir eşkenar aşk üçgeni çiziliyor ve biz de bu üçgen içine hapsediliyoruz. Gurur, vicdan, gizem, endişe gibi kavramları sorgulatan film, soru sorma-cevap vermeme-kapıdan geçme-sevişme-atölyede çalışma-okeye dönme bölümlerini* sırasıyla takip ediyor...
*Kor filminin kısa bir özeti...
Filmin neresi iyi, neresi kötü?
Film, ilk yarıda Cemal, Emine ve Ziya'nın ilginç kararlarıyla bir yere kadar iyi gidiyor. Yine, Bulantı'da olduğu gibi televizyonda kendisini kaybeden insancıklar ile beraber akıllı telefonun yabancılaştırıcı etkisi de oyuna giriyor. İkinci yarı ise oldukça temposuz ve yorucu geçiyor. Tamam, çok konuşma olmasın, ama sinematografik ayrıntılar görelim istiyoruz, Üçüncü Sayfa ya da C Blok filmlerinin eleştirelliğini ya da Masumiyet-Kader filmlerinin ilgi çekici öykülerini görmek istiyoruz fakat mümkün değil. Sinematografik ayrıntılar varsa bile filmin karanlığından dolayı göremiyoruz, belki parlaklığı artırsak bir şeyler çıkar ortaya...
Filmde, kahvedeki eğlenceli tip olarak karşımıza çıkan Çağlar Çorumlu arada goygoy yaparak ortalığı canlandırıyor lakin okey masasındakiler de yabancılaşmış herifler olduğu için etkisi uzun sürmüyor. Cemal ile Emine'nin, Ziya parasıyla tedavi olan kalbi delik çocuğu bile genlerinde varoluş sancısı taşıdığı için gönlünce koşup oynayamıyor.
-3 yaşına geldi daha 3 kelime anca konuşabiliyor. Çocuğu da yaktık...
Puan: İlk yarısı 50, ikinci yarısı eksi 20
Kral İçin Hologram (A Hologram for the King) - Koş Tom Hanks koş…
En çok Koş Lola Koş’tan, Koku’dan ve Bulut Atlası’nda Wachowski Kardeşlere üçüncü olmasından bildiğimiz Tom Tykwer yönetmiş. Kendisi aynı isimdeki romanı çok beğenip uyarlamaya karar vermiş. Demek ki bir roman yazmışsak yönetmenlere toplu kargolayıp şansımızı denemek lazımmış...
Ve fragmandan göreceğimiz üzere, Tom Hanks başrolde:
Nedir Tom Hanks'in sorunu?
Alan (Tom Hanks), kendi ülkesi ABD'de başarısız bir girişimcidir ve çareyi Suudi Arabistan'a gitmekte bulur (ikinci tercihi Arabistan gelmek). Amacı Krala hologramlı iletişim aleti satmaktır ama Kralı ara ki bulasındır... Alan, aletin sunumunu yapmak için Kralı beklerken seyirciyi de güldürmeye çalışır o az mimikli Tom Hanks suratıyla. Beklerken oyalanmak için de orada çalışan Danimarkalı bir kumral ile Arap güzeli bir doktor arasında aşk üçgenciliği oynar. Çarşafsız gördüğüne yazılır yani bizimki.
Aşk, Arabistan'da da olsa güzeldir. Yalnız, yakalarlarsa da sallandırırlar gibi (romantik macera)...
-Üzerine tapulu evin var mı peki?
Bir takım sorgulatmalar yapıyor mu film?
Suudi Arabistan'daki yöneticiler aracılığıyla 'bugün git yarın gelci' bürokrasiye bir eleştiri olduğu söylenebilir. Biraz da girişimcilik, pazarlamacılık dallarıyla beraber kapitalizme bir eleştiri var gibi... Ama sanki diyaloglarda daha çok Çin'deki kapitalizme laf çakıyorlar; çünkü sonuçta kapitalizm eleştirisi Çin'de de olsa gidip bulmak gerekir... Bak bir de, yeni teknolojilerin yüz yüze iletişimi öldürmesi, insanları yabancılaştırması üzerine de bir şeyler var olabilir (Wi-Fi çekmiyor mesela, çıkmaz mı buradan bir şey?)...
Galiba film, "Hologram olmayın gerçek olun" mesajı veriyor... Belki elle yenen Arap yemekleri de "Utanma, doğal ol" demek istiyordur...
-Mekan güzelmiş. Hazır elimiz temizken bir check-in mi yapsak?...
Eeee?
Filmin tam bir tatmin duygusu sağlamadığı söylenebilir. Yani ne eleştirelliğiyle ne yaratıcı sinematografi-kurgusuyla ne de ayrıntılarıyla Bu olmuş" dedirtmiyor... Yönetmen sağlam bir abi olduğundan beklentiler yüksek olduğu için film bitince "Eee?" deyip kalıyorsun. Zaten -bilen bilir- başlıca eleştirmen tavrıdır, film bitince eee demek. Ben de filmden çıktıktan sonra eee demeyi eksik etmedim. Önce gişedeki görevlilere eee diye bağırdım, sonra yürüyen merdivenlerden inerken önümdekileri eee nidalarıyla yardım, çıkarken güvenliklere de eee diye öttüm.... Filmin AVM önündeki afişine bakarak eee dedim ve bir sigara yaktım...
-Bak şu tarafta yükselen kuleler var ya...
-Eeee...
Puan: Eee'sini çıkarınca 60
Avcı Kış Savaşı (The Huntman Winter's War) - Güzelim Pamuk Prenses'i taht kavgası malzemesi yapmak....
Pamuk Prenses masalından bir Yüzüklerin Efendisi, bir Game of Thrones çıkar mı deneyinin ürünü olarak dört yıl önce Pamuk Prenses ve Avcı isimli bir epik film çekilmişti. Bu da o filmin devamı, Pamuk Prenses masalının da yan öyküsü gibi bir şey... Önceki filmin kötü karakteri olan kraliçenin kardeşi kötülükler-fenalıklar yapıp buzlar dolu bir Kuzey ülkesinde entrikalar çevirecek... Öncelikle filmin sinematografisine sarı taht rengini ve buz gibi Kuzey atmosferini dayamak gerekecek...
Temel mesaj: Eski naif masallar yok artık yani, içinde kan ve seks olmayan masala masal demiyor bu zamane veletleri... Daha çok izlensin diye Pamuk Prenses'i bile öldürür bu yapımcılar.. You know nothing Jon Snow...
Film sonrası söyleşide Jon Snow'un dirilmesi ve Arya'nın gözlerinin açılması ihtimallerini konuştuk...
Puan: Gökten şiddetli ve seksi bir şekilde düşen 3 elma
Yolculuk - Canlı bombaya karşı uzunca bir kamu spotu...
Beyni yıkanan sorunlu bir gencin canlı bomba olmaya giden sürecini anlatıyor film. Daha önce Devrimden Sonra filmini ve Red Hack belgeselini yapan Bağımsız Sinema Merkezi adına Mustafa Kenan Aybastı yönetmiş. Hatırlamak gerekirse, Devrimden Sonra çok gerçekçi değildi, devrim televizyonlardan yayımlanmamış olacak ki filmdeki kimsenin devrim olduğundan haberi yoktu... Bu film ise politik anlamda önemli bir yere parmak bastığı gibi, gerçekçi de olmuş galiba. İşlevsel anlamda düşünürsek, "Sokakta gezen bir canlı bombayı nasıl tanırız?" sorusunun cevabını da bulabilir, hocayı dikkatlice dinleyip not tutabiliriz...
Puan: Patlamazsa 50, patlarsa 55
Saklı - Neler oluyor bize, bize neler oluyor gülüm?
İlhan Şeşen'in gayet İlhan Şeşen bir şekilde oynadığı müzisyen Mahir Bey, Türkü Turan'ın canlandırdığı genç bir kadına (Duru) aşık olur, ilişki kurar. Kızın babası ise bağımsız sinemanın yan karakter düzeyinde bağımlı olduğu Settar Tanrıöğen'dir. Kendisi Saldıray Abinin "Geçen gün yine bir arkadaşla sevişiyoruz" repliğini hatırlatırcasına genç kadınlarla gününü gün etmektedir. Ama kendi oynaşma kaçamaklarını hiçe sayarcasına kızına da hesap sorar. Keli ve konuşması bu kadar şirin olmasa, kendisine söyleyeceğimiz iki çift laf var ama...
Puan: Öyküye 50, geri kalanına da bi' 20 puan çıkar...
Sanki haftanın vizyon seçkisini de Zeki Demirkubuz ayarlamış gibi, filmler bitmiyor, bu kadar daha filmimiz var. Yolculuğumuz 23 Nisan'a özel getirtilen animasyonlar ve dandik yerli komedi-korku filmleriyle devam ediyor. Şunlara da cümle kurmaya uğraşmasam, affınıza sığınarak anahtar kelimeleri verip geçsem olur herhalde:
Babaların Babası
Mafyaya bulaşmak, eşcinseller ve kadınlar üzerinden yapılan maganda mizahı, bu mizahın da ama artık bir yere kadar olması, "Ergen erkekleri sinemaya çekmek için bu kadar da düşülmez ki ama ya" düşünceleri, sonra o ergenler de büyüyünce maganda olur mu sorunsalı...
Yola Geldik
Aptal karakterler, aptallıklarına doymamak, başlarından yine belanın eksik olmaması, evet yine mafya, küfür, kıyamet, üçüncü sınıf (orta 3 düzeyinde) espriler...
Kabr'i Cin: Mühür
Çektiği ilk uzun metraj filmde "Bu bir Nokta Nokta Filmidir" görgüsüzlüğü yapmak, kötü dublajlı cin sesleri, ölen büyüğün evine ziyarete gelen cinler, hoşgeldin cinler, cinler, cinler, cinler...
Şeytan Papuçta
Şeytan tarafından lanetlenmek, yaşam ve ölüm arasında kalmak, çok kötü efektlere sahip olduğunun fragmandan belli olması, bu kadar kötü efektler kullanmak için çok mu uğraşılması?
Kuzular Kurtlara Karşı (Volki i Ovitsy)
Güçlü ile güçsüzü karşı karşıya getirmek, güçlü grup içerisinden birinin başına bir talihsizlik gelmesi, herkesin seferber olup ona yardım etmesi; "Saf da olsan sakar da olsan niyetin iyiyse bu hayatta başarılı olabilirsin evlat" mesajı...
Küçük Kral
Boyama kitabı tarzı animasyon stili, 9 yaş civarı hedef kitlesi, bugünün küçükleri yarının kralları...
SONUÇ - Film arasında sigara içerken uzaklara bakalım mı?
Evet, Kor filmiyle başlayalım: Demirkubuz'un yaptığı filme gitmeyince adama ayıp olacağını düşünenler ve 2 buçuk saat boyunca çile doldurup insan içine çıkamaz hale gelmek isteyenlerin tercihi olabilir... Fakat onun yerine, Demirkubuz'un pek güzel filmleri İtiraf'ın ilk yarısı ile Üçüncü Sayfa'nın ikinci yarısını birleştirip ortaya Kor'a benzeyen deneysel bir şey çıkarabilirsin. Kral İçin Hologram yerine de Tom Tykwer'in Koş Lola Koş'u, Koku'su özellikle önerilir. İzlediysen bir daha izle, fazla sinefillikten zarar gelmez kimseye... Son olarak; Game of Thrones dalgası tüm dünyayı etkisi altına almaya hazırlanırken Avcı Kış Savaşı'nı izlememen, onun yerine GoT'un 5. sezonunun son bölümlerini gözden geçirmen önerilir. Hazırlıklı yakalanmak lazım...
Anlaştıysak ben diziye kaçıyorum...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya birkaç tane merak uyandırıcı yabancı filmin geldiği doğrudur)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et