Zaytung.Com
Zaytung
Uzun uzun yaz
SİNEMA

Uluslararası İlişkiler'de 2. Sezon (Spoiler: 3. Dünya savaşı gene çıkmadı): THE DIPLOMAT

-> Sert mizacı yüzünden aile mesleği yufkacılığa veda eden Şerife Ç.(26)...
-> Yapacağı açıklamalarla haftalık gündemi belirlemesi beklenen Devlet Bahçeli'den, sabah 08.30 itibariyle henüz ses seda yok...
-> Türkiye'de doğum oranlarının yükseltilmesi gerektiğini söyleyen sağlık bakanı Memişoğlu, delikli prezervatif projesini tanıttı...
-> Hakkında hazırlanan iddianame için ''alt 3, üst 5 yıl'' handikaplı kupon yapan Serdar Ortaç, yeniden gözaltına alındı...
-> Serdar Ortaç: ''Mevzu bahisse gerisi teferruattır…''
FOTOHABER

Altın kaçakçılığıyla ilgili haber yapmanın altın kaçakçılığı yapmaktan daha tehlikeli olduğu Türkiye'de, sırtını iktidara dayamadığı için namusuyla para kazanmak zorunda olan milyonlar mecburen bu sabah da kalkıp işe gitti...

Devlet Bahçeli'den yeni çağrı: ''PPK lideri gelsin konuşsun, faizleri indirdiğini ilan etsin...''

BLOG

''Biraz da Amerika'nın Sapığına Dertleneyim'' Diyenler İçin: A’dan Z’ye Puff Diddy Dosyası

VİDEOHABER

Çorum Valiliği: ''Olaya 2 Suriyeli eksildi olarak bakıyoruz...''

ASTROLOJİ

KOÇ (21 Mart - 20 Nisan)

Süleyman Soylu'nun oh çektiği videolara telif atmasının ardından zam haberlerine üzülmek zorunda kalacağınız bir döneme giriyorsunuz... devam...

Belediyenin Almanya’ya eğitime gönderdiği 45 kişiden 43'ü geri dönmedi...

"Aslında dönecekler ama orada kurulu düzenleri var. Yoksa vatanımız cennet..."

Hay Allah, Canınız mı Çekti? İşte Size Birbirinden Keyifli Öykü Platformları...

Olimpiyat Oyunları için Paris'e Giden Milli Takım Kafilesi, Kaldıkları Otelin Yemek Dağıtım (Catering) İhalesini Alarak İlk Başarıya İmza Attı...

2024 Yaz Olimpiyatları için Paris'te bulunan Milli Takım kafilesi, kaldıkları 5 yıldızlı otelin yemek dağıtım (catering) ihalesini alarak henüz turnuvanın ilk gününde önemli bir başarıya imza attı... devamı...

N'olmuş n'olmuş?

Zaytung Zone

''Amaaan şimdi eve gidip kim yemek yapacak?'' şeklinde düşünen takipçilerimizi diğerlerinden bi tık daha fazla seviyoruz, dürüst olalım...

Popmundo: Maceralar

Sağlık Bakanlığı, Yenidoğan Çetesi Yüzünden Kurumların Yıpratılmasından Şikayetçi: ''SGK'yı soyarken kimseyi öldürmemeye özen gösteren hastanelerimiz de var...''

Türkiye gündemini sarsan Yenidoğan Çetesi skandalının ilk duruşması Bakırköy Adliyesi'nde görülmeye başlanırken, Sağlık Bakanlığı da yaptığı bir açıklamayla bu tarz münferit olayların bütün bir sağlık sistemine mal edilmemesi gerektiğine dikkat çekti... devamı...

Meteoroloji'den Kritik Uyarı: İstifanın İyi Bir Fikir Olduğuna İkna Edecek Soğuk Hava Kütlesi Edirne'den Yurda Girdi...

Meteroloji Genel Müdürlüğü, Balkanlar'dan gelen "sabah servis ve toplu taşıma beklerken istifa ettiren" soğuklarının Edirne'den yurda girdiğini ve akşam saatlerinden itibaren başta Marmara, Ege'nin kıyı ve iç kesimleri, Batı Karadeniz ve İç Anadolu olmak üzere tüm Türkiye'yi etkisi altına alacağını duyurdu. devamı...

Sinema

Bir Nebze ''Beterin de beteri var'' Avuntusu İçin, 10 Distopik Film Önerisi...

Resmen OHAL koşullarını yaşadığımız, her an yeni bi şeyler patlayabilir diye diken üstünde durduğumuz ve işler daha da boka sarmasın diye dua ettiğimiz şu dönemde Zaytung Sinema olarak değişik bir terapi yöntemi deneyelim dedik... Ve sizin için Türkiye'deki yaşamın bile makul olduğunu düşündürecek, kalitelisinden birkaç distopik, post-apokaliptik, tarihi filmi listeledik. Bakma aslında durum o kadar da şey değil. Ya gökten uzaylı istilacılar inseydi? Yerden zombi bitseydi? Mevsim değişip buzul çağı olsaydı? Di mi ya?

O zaman "Beterin beteri var. Haline şükretcen"  diyerek halkın sesi olalım, "Sinema umuttur" şeklinde bağlayalım ve Umudumuz Şaban'dan bir sahne gösterip filmlere geçelim:


1. Son Umut (Children of Men) - Rahat rahat korunmasız cinsel ilişki yaşayabileceğimiz, mis gibi bir distopya öyküsü...

Fantastik, bilim kurgu yazan her yazar gibi iki ismi olan ve kısaltılarak yazılan P. D. James ablanın eserinden uyarlanan filmin yönetmeni ise daha sonra Gravity filmini izlediğimiz Alfonso Cuaron... Görüntü yönetmeni ise, Revenant, Birdman, Gravity filmlerinden ve Instagram'daki filtreli portre fotoğraflarından bildiğimiz Oscarlı adam Emmenuel Lubezki... 

2006 yapımı filmin fragmanı ise:


Biz nerdeyiz ya?

Kasım 2027'deyiz, dünyanın başında kara bulutlar... Son 20 yıldır bir kısırlıktır gidiyor, çocuk doğmuyor. Tahminimce prezervatif ve çocuk bezi şirketlerinin batmasıyla ekonomik dengeler de alt üst oluyor ve savaşlardan, kıtlıklardan dolayı her bir yandan İngiltere'ye mülteci akın ediyor. Mültecilere yine, kürtaj parası yetmediğinden aldırılamamış çocuk muamelesi yapılıyor, üzülüyoruz.

Her şey çok kötü yani, kendi derdimiz yetmezmiş gibi!.. Filmin başlarında, bir televizyonda, dünyanın çeşitli şehirlerindeki kaosu görüyoruz. Yalnız, Türkiye'den bir yere rastlamıyoruz. Ekran başında "İstanbul nerde, Ankara nerde, niye bizi koymamışlar şerefsiz Batılılar?" diyerek bir miktar alınıyoruz. Belki de sevinerek bayrakları asmak gerek; süper istikrarımıza  film yapımcıları da taş koyamadı, yine başaramadılar galiba diye...


N'olurdu, şu kafese konulmuş mülteciler bizim Kabataş'ın, Kızılay'ın orada da gözükseydi biraz?...


Kaç öteki bir beriki yapar?

Filmin tansiyonu yüksek: O kısırlıkta, nasıl olduysa bir çocuk yapabilen bir kadının çocuğunu yasadışı örgütten ve devletten kaçırmaya, korumaya çalışacağız. Annemiz ise siyahi bir mülteci (ötekilik x 3)... Bu kadar ötekilik yetmezmiş gibi bir de kucağında çocukla yaşamaya çabalıyor. Eski aktivist Theo Faron'a emanet ediyoruz onu...

Film boyunca hareket eksik olmuyor, ama yönetmenimiz Hollywood aksiyonları gibi saniye başı kesme yapmıyor. Özellikle tek plan şeklinde çekilmiş otomobil sahnesi ve film sonundaki çatışma bölümü, koltuklarımıza çiviliyor bizi. Kameraya sıçrayan kan, coşturuyor bizi...


-Daha 20 yıl önce "Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum" geyikleri dönüyordu. Biri fena trollüyor bizi...
 

Filmin repliği: "Ne zaman politikacılardan birinin başı derde girse bir yerde bomba patlıyor". 

Hissedilen: En azından çocuk meydana getirebilecek konumda olmamızdan dolayı mutluyuz...
 

2. Yasak Bölge 9 (District 9) - 'Uzaylılara vatandaşlık mı verilecek' korkusu...

Güney Afrikalı Neill Blomkamp'ın ilk filmini yönetmiş olduğu, Peter Jackson'ın bir abilik yaparak yapımcılığını üstlendiği, başroldeki Sharlto Copley'in oyunculuk coşturduğu, yakın zamanın olay yaratan 2009 yapımı filmi şöyle bir hatırlamak istersen:


Neler oluyor bize?

1 milyon 800 bin küsur uzaylı, 28 yıl önce dünya atmosferine, Güney Afrika semalarına park etmiş. Uzaylı arkadaşlar o gün bu gündür de yurtlarına dönememiş. Durum çok ciddi olunca, "Afedersiniz, jeopolitik konumumuzu s.keyim" şeklinde bir açıklama yapan hükûmet onları dandirikten bir mülteci kampına almış, 9. Bölge'de, Nijeryalılarla beraber yaşıyorlar.

Ötekileştirmecilik, doğrudan dışlamacılık, komşusunu kıskanmacılık her yerde aynı... Kamptaki Nijeryalılar silahlarını çalıyor, halkın çoğunluğu da sevmiyor, tiplerinden dolayı Karides diye sesleniliyor elemanlara.


-Bir şişme bot bulup Ege denizine doğru kaç diye kim demişti?!


Bilim mi kurgu mu?

Kapitalizmin çıkarları, ırkçılık mesajları birbirine giriyor; uzaylıların lazer silahları, silah şirketlerinin bazukaları, Nijeryalı keleşleri birbirine karışıyor. Hep işgalci diye baktığımız uzaylılar, ötekinin de ötekisi olarak karşımıza çıkıyor, duygularımızı dürtüyor. Sahte belgesel türünde çekilen film, soluksuz izletiyor. 'Bilim'ini bilmem ama 'kurgu'su müthiş...


-Ne paraleli abicim ya, bildiğiniz normal evrenden geldik biz de...


3. Bıçak Sırtı (Blade Runner) - 'Arkalı-önlü fotokopi'lerin isyanı

Sıada bir bilim kurgu klasiği var. Hikayesi, tee 1968 yılında "Do androids dream of electric sheep?" adıyla Philip K Dick tarafından yazılmış, 1982'de Ridley Scott filmini yönetmiş, Harrison Ford başrolde oynamıştır. Filmdeki distopik şehir tasarımı, kendinden sonra gelen bir yığın bilim-kurgu filmine örnek olmuş, yıllardan beri mimarlık öğrencilerine izletilmiş, onlar da "Bu kadında yılan genleri mi varmış şimdi" şeklinde yorum getirmişlerdir.

Fragmanı:


Ne zaman?

2019 yılında, Los Angeles'ta geçiyor film ve karanlık bir gelecek tasvir ediliyor. İnsandan hiçbir farkı olmayan, genetik tasarım ürünü insanımsılar (Hayır robot, makine falan değil. Bildiğin organik varlıklar) üretiliyor ve replicant (kopya) deniliyor bunlara. Nexus 6 modelindeki son sürüm replicantların ömrü maksiumum 4 sene, Nexus 6S çıkınca yenisini alalım diye... (İzlediklerimiz 2016 yılında piyasaya sürülmüş, hala böyle şeyler yapılamadığına göre insanlık olarak filmin gerisinde olduğumuz düşünülebilir. Neyse zaten uçan arabalar da yok daha...)

Öyküden çok duruma ve atmosfere yoğunlaşan filmin olayı çok kısa: Robotlar, aynı zamanda dünya dışı koloni arama çalışmalarında köle gibi çalıştırıldıklarından isyan ediyorlar. O zamanlar kovboyvari rolleriyle sükse yapan Harrison Ford'a da bazı kaçak replicantları bulup temizlemek kalıyor. Gelişmiş robotlara karşı tek tabancası ve kayıtsız, serseri bakışlarıyla sahaya iniyor.


Gelişmiş robotların beceremediği, Harrison Ford'un kayıtsız, serseri bakışları....


Ne güzel şehir işte?

Gün ışığına rastlamadığımız bu dünyada, herhangi birinin replicant olma ihtimaline karşı durup dururken sorgulanma ihtimali can sıkıcı... Voight-Kampff denilen bir test uyguluyorlar da saçma sapan bir ton soru soruyorlar. Yine bizim buralarda, en fazla çevirip sokakta kimlik soracaklar, öttürüp geçersin.

Kendisinden sonraki birçok bilim kurguya örnek olan kent tasarımına sahip bu Los Angeles'ta neden herkesin çekik gözlü olduğu ise tam anlaşılmıyor. Bütün ABD'liler işlerini Japonlara devredip dünya dışı kolonilere doğru ücretsiz izine mi çıktı ya da fazla robot yapmak yüzünden hepsi süreç içinde Japon'a mı dönüştü, açıklama getirilmiyor.


Ablanın elindeki antidepresan mı? Bu yıllara gelince hepiniz bunu kullanacaksınız mı diyor? Valla doğru bildi!
 

Filmin repliği: "Onun yaşamayacak olması çok kötü! Ama zaten, kim yaşıyor ki?" 

Son söz: Hani bir yağmur yağar da bazen, hani gök gürler ya arkasından, hani şimşekler çakar peşinden, işte filmin sinematografisi de öyle bir şey... Ayrıca film, türünün kült yapımı; yani film noir'in, aslında neo-noir'in, belki biraz tech-noir'in ama kesinlikle cyberpunk'ın... Neyse, konuşuruz yine...

 

4) Rüzgarlı Vadi (Nausicaä of the Valley of the Wind) - Orijinal isminde de birtakım karmaşık Japonca karakterler var...

İnsanların iyice rezil gibi gezdiği, zar zor başını sokacak bir yer, ısıracak bir somun bulduğu, post-apokaliptik bir filmde sıra... Kendi mangasından uyarlama bir 1984 yapımı bir Hayao Miyazaki animesi... Filmin başkarakteri, çoğu animeden aşina olduğumuz üzere naif bir prenses ve ismi Naüşka diye okunuyor.

Nausicaa önemlidir. Büyük bir savaşın üzerinden 1000 yıl geçmiştir, zehirli hava yayan mantarlardan dolayı insanlar maskelerle gezer ve tüm umudumuz hayvanlarla, dev böceklerle iyi anlaşan Nausicaa'dadır. 


Uygulamanızı açmayın hemen. Pokemon değil o, kızın evcil hayvanı...


Yine mi naif?

Şu zamanlar, Japon El Sanatları Çarşısı'ndaki anime dükkanında köşesine kapanan Miyazaki usta; diğer filmlerinde olduğu gibi, doğayla iç içe olmamızı, tüm canlılara saygı göstermemizi öğütlüyor. İlerde diyor, topla eşini dostunu da ekolojik köy kur kendine, olmadı yazlık gibi kullanırsın belki diyor. 

Uzun süresine rağmen sıkmıyor. MFÖ parçalarına benzeyen melodilerle kulağımızın pasını silerken, prensesin ağzından dinlediğimiz "Nannannınanna" ezgisini mırıldanırken naif bir Miyazaki animesi daha bitmiş oluyor.


5. 28 Gün Sonra (28 Days Later) - Faturanın son ödeme tarihi geçmiş yine, elektrik kesme uyarısı göndermişler...

Dünyaya yine bir şeylerin olduğu, insanların birbirinin üzerine hapşurup ısırarak virüs bulaştırdığı 2002 yapımı film... Yönetmeninin Danny Boyle, senaristinin Alex Garland olması (Ex Machina), çok güzel bir şey izlememize yol açacak:


Olayın Erol Taş'la bir ilgisi yok di mi?

Konuyu özetlersek: Maymunlara uyguladığı bir deney sonucu garip bir virüs meydana getiren, yetmezmiş gibi o virüsü de her yere bulaştıran, laf anlamaz-söz dinlemez yaramaz bir misafir çocuğuna benzeyen insanlık... Londra, Manchester caddeleri boşaltılarak çekimleri gerçekleştirilen film, insanın hayatta kalma mücadelesinden, hayatta kalan insanın da ne tank yiyeceğini bilememesinden dem vuruyor.

Macera boyunca, 4 kişilik virüstenkaçan karakterin arkasından gidiyoruz. Virüsü kapmış olan mikroplu insanlar zombi gibi birbirlerinin üzerine atlayıp ısırıyorlar... Medeniyetin geldiği son nokta ısırmak oluyor evet ya da bilmiyorum bu da bir çeşit sevme biçimi olarak düşünülebilir mi?..


Erol Taş'ın iştahına kuvvet tavuk ısırdığı şu sahneyi izleyip bir daha düşünelim...

Biraz da sinematografi: Yer yer tercih edilen yamuk kadraj "Dünyanın çivisi çıkmış, dengesinden şaşmış" yorumlarına neden olurken kurgu, hem gerilimi hem aksiyonu iyi yaratıyor. Filmin ikinci yarısı, sıkışık mekân atmosferiyle ayrı bir film gibi duruyor. Başkası olsa 14'e 14 böler, iki part şeklinde izletirdi.


6. Dellamorte Dellamore - Zombili ve Sezen Aksulu...

Zombi gibi insanlardan bildiğin zombilere geçelim. Bir çizgi roman uyarlaması olan ve çizgi romanın yazarı Tiziano Sclavi tarafından yazılan 1994 yapımı film, öldükten bir hafta sonra dirilen zombileri vurma görevindeki seksi bir mezarlık bekçisinin hayatından bir kesit sunuyor:


Biz yaşıyoruz da n'oluyor?

Yaşayanların da aslında ne kadar ölü olduğunu metaforlayan ve alt metinleyen film, herkesin birbirine benzediği küçük bir kasabada geçiyor. Zombilere duyarsızlaşmış Bekçi Dellamorte'nin karakterinde, yerinde ve abartısız bir absürtlük görüyoruz. Dellamorte, zombiliğinin bile bir gidere sahip olduğu Anna Falchi'ye çok fena aşık oluyor ve kendisinin tutku ile ölüm arasındaki ilişkiyi keşfetme sürecine tanık oluyoruz.

Ne diyelim, Allah kimseyi zombiliğe bari duyarsızlaştırmasın. Hah, bu arada, filmin en güzel sahnelerinden birinde Sezen Aksu'nun eski şarkılarından biri karşımıza çıkıyor: 


Aslında Minik Serçe ablamızın 'Çakkıdı çakkıdı', 'Cuppa cuppa cuppa' şeklindeki
sürreel şarkı sözleri de iyi gidermiş bu filme


Filmden bir diyalog:
(Sevişme öncesi) -Yapamayız. Ben canlıyım, sen ise ölü.
-Ben önyargılı değilim aşkım...


7. Agora - İskenderiye Kütüphanesi'nde ödünç süresini aşma gerginliği...

Yakın bir gelecekten uzak bir geçmişe doğru yola çıkalım. İspanyol yönetmen Alejandro Amenabar'ın yönettiği 2009 yapımı Agora'yla 4. yy'ın İskenderiye'sine gidiyoruz. İşimiz var orada, gerçek bir yaşama dayanan öyküde, dini baskı göreceğiz biraz:


Agora Meyhanesi ile bir ilgisi var mı?

Hypatia isimli müthiş bir kadın var karşımızda. Hem filozof hem astronomi biliyor; matematiği de iyi, iki basamaklı sayıları kafadan çarpabiliyor. Sabah akşam İskenderiye Kütüphanesi'nden çıkmıyor. Daha önce Romalılar yağmalamışsa da tekrar düzene sokmuş oraları. Ama gel gör ki yobazlar geliyor yine, kıyıyor canlara, kıyacaklar canım Hypatia'ya da... Bize de "En azından e-kitabımız var bizim,  peki neden Hypatia isimli bir e-kitap okuyucu markası yok" şeklinde sorgulamak düşecek...

Yalnız, Rachel Weisz ne güzel yakışıyor role, çeşitli ölçümler yapmak ne de güzel yakışıyor eline:


-Son 20 yılın en yüksek sıcaklıklarını ölçüyorum galiba şu anda...
 

8. Goya'nın Hayaletleri (Goya's Ghosts) - İlham perisinden anlamayan engizisyon mahkemesi...

Milos Forman'ın yönettiği 2005 yapımı filmde, Natalie Portman ve Javier Bardem başrollerde, Ressam Goya'nın ilham perisi ve bağnaz rahibi canlandırıyorlar:


Nü mü çiziyor?

18. yy İspanya'sındayız. Peder ve rahipler, üzerlerine vazifeymiş gibi, Goya'nın (Stellan Starsgard) resimlerini tartışıyorlar. Bu tartışma pek tabii "Ressam burada hayatın kaosunu soyutlama yaparak aktarmış, dinamik çizgilerle modern yaşamı tasvir etmiş" biçiminde olmuyor, kitaba uyup uymadığına bakıyorlar. Bu sırada, İnez de (Portman) Musevi olduğu 'suçlaması'yla çeşitli işkencelere maruz kalıyor maalesef.

Bize de dönem filmin sıcak renklerine ve oyunculuklara doymak kalıyor, ayaklarımızı önümüzdeki sehpaya uzatırken... Bizden rahatı yok valla!


Rahipler Rönesans ressamları tartışırken... Da Vinci hepsinin eline verir oğlum sözleriyle başlayan gerginlik...


9. Timbuktu - Kimliksiz gezmeye kaç kırbaç?

Ortaçağdan kalma bir gün... Yer, Ortadoğu tarafları... Abderrahmane Sissako, Mali'nin kuzeyindeki Timbuktu şehrinde cihatçıların değiştirdiği hayatı anlatıyor. Bilirsin; gülmek, sigara içmek, müzik... yasaklanıyor. Çarşaf da yetmiyor, kadınlara eldiven giydirmek istiyorlar da uymayanı kırbaçlıyorlar. Toyota 4x4 pikap sponsorluğunda... 

Ortadoğu kafası yaşamaktan her boka duyarsızlaşmış bizlerin minimalist film diye izleyeceği; çöl rüzgarı tadında durgun bir sinema, kavurucu bir öykü ve sıtmaya razı olmak paradoksu....


Filmden bir sahne: Cihatçıların yasağından kaçmak isteyen gençlerin topsuz futbol oynadıkları şu aşağıdaki sahne, ileride kült sahnelerden biri olarak anılacaktır. Belki anılmaya başlamış olabilir bile, tam takip edemedim süreci...


10. Michael Moore belgeselleri ve 'Şimdi Nereyi İşgal Edelim'

Belgesellerle bitsin hadi:  Malumunuz, Michael Moore, alemin en cazgır belgeselcilerinden biridir. Siyasetçilerin, finansçıların yolda önlerini keserek onlara hesap sorduğunu, koskoca belgeselciye 1 lira isteyen adam muamelesi yapıldığını çok gördük. Moore'un sonuna kadar cazgırlaşıp önüne gelene bir şeylerin hesabını sorduğu, Benim Cici Silahım ve Kapitalizm: Bir Aşk Hikayesi filmlerini izleyerek; ABD'deki şiddet- sömürü ortamını görüp "Hmm bizim ülkeden bi' tık daha şey gibiymiş oralar... Amerikan Rüyası da yalanmış" düşünceleriyle teselli bulmak mümkün olabilir.


Moore, bir şeylerin hesabını sormak için ormanda siyasetçi, finansçı ararken...
 


Benim Cici Silahım'dan (Bowling for Columbine) bir sahne. Hızlandırmalı kölecilik ve ABD tarihi...


Hala vizyonda olan son filmi, Şimdi Nereyi İşgal Edelim ise refah ülkelerinin en iyi koşullarını gösterip ABD'deki uygulamalar ile karşılaştırıyor. Belgeseli, Ahhh ki ne ahh", "Elalem hayatını yaşıyor be", "Biz napalım, ölelim mi emenike" tepkileriyle izlerken biraz umudumuz kırılabilecek. Bol bol ücretli izinleri olduğu için bol bol sevişebilen, çocukları olduğunda ise ayrıca ücretli izin yapabilen (oha döngüye bak) Avrupalıları dinlemek, arkadaş grubundaki en güzel kadının aşk maceralarını dinleyen diğer kadınlar gibi hissettirecek.

Avrupa gezisi süresince Moore, "Zamanında bizde de vardı bunlardan" diye avunurken bize de "Neyse ki onlarda olmayan bir şey var bizde. Yaşasın taharet musluğu (Şekil 10.1)" demek kalacak.


Şekil 10.1 Lafı geçtikten sonra tüm sosyal devlet uygulamalarının geçersiz kaldığı ekipman


Şu da fragmanı:


SONUÇ - Antidepresandan önce mi sonra mı?..

Filmler budur. 'Distopik' denilince akla gelen ve yılda ortalama 3 kez 'tam olarak günümüzü anlatan' 1984 ve Fahrenheit 451 filmlerini klişelere basmamak adına es geçtim; post-apokaliptik türde ismi anılınca destur çekilen 'Mad Max serisi'ne de daha önce çok konuşmamız sebebiyle girmedim.

Velhasıl, ara sıra kimliğini yanına alıp bakkala ekmek-sigara almaya gitmek dışında (bi' ara da karneyle gidiliyormuş) kendini eve kapattıysan, bu filmleri izleyip vakit öldürmen mümkün olabilir. İzleyip izleyip paranoyaklaşma yalnız. Hem bu listedeki filmler de genellikle hafif umutlu bir sonla bitiyor bak, topla kendini biraz...

Twitter: @duraladam

-BİTTİ (Sonraki haftalarda güzel vizyon filmleri gelecek, vizyon filmi konuşmayı özledim sizinle)-

 

(murat dural bildirdi)


facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et

Sıradaki Sinema İçerikleri:

Sıradaki Haberler:

(11.4.2021)

Belediyenin Almanya’ya eğitime gönderdiği 45 kişiden 43'ü geri dönmedi...

"Aslında dönecekler ama orada kurulu düzenleri var. Yoksa vatanımız cennet..."

Vahit Gözgel, Emekli


Diğer yorumlar ->

(25.11.2020)

AKP Denizli Milletvekili Nilgün Ök: ''18 yıl önce araba var mıydı?''

"Genel Başkanları buzdolabı olmadığını iddia ediyordu. Bu yine biraz insaflı çıktı.."

Uğurhan Culak, Elektrik tesisatçısı


Diğer yorumlar ->