Vizyonda Bu Hafta: Hayat (Hollywood uzayda öyle bir şey keşfetti ki!!), Sonsuz Aşk (Fahriye Evcen öyle bir toz aldı ki!!!)
Bu hafta vasat filmlerle de hayatı sorgulabileceğimizi öğreneceğiz. Sonsuz Aşk filminde Fahriye Evcen, hayatta her anın tadını çıkarmak gerektiğini üstüne basa basa söyleyecek ve yeni temizlenen yerlerin üstüne basılmaması konusunda uyaracak. Hayat filminde ise önemli olanın hayatta kalmak olduğu görülecek. Tek hücreli bir uzaylı 6 insanın başına bela olurken, astronotların Alien aşısı yaptırması gerektiği anlaşılacak. Vizyon bu hafta "Fazla sorgulamayın kafayı yersiniz" diyor...
O zaman, fazla düşünceli ve kafası karışık bir Yeşilçam karakterini izletip yazıya geçelim:
Sonsuz Aşk - Külkedisi masalı mı, hizmetçi fantezisi mi?..
Yönetmenliği Ahmet Katıksız üstleniyor. Senarist ise, aynı zamanda yönetmenin eşi olan, 3 sene önce vizyona giren güzel film Köksüz'ü yazıp yöneten Deniz Akçay Katıksız…. Karı koca filmi yazıp yönetmişler, sinema salonlarına misafir gelen çiftlere ikram edip "Beğendiniz mi" diye soruyorlar.
Peki başrollerde kimler var? Magazin programlarında, uzman olmayan kişilerin burnuna bakıp estetik mi diye tartışmasından ve gülüşü güzel olduğu için sürekli ağzını açarak gülmesinden bildiğimiz Fahriye Evcen var. Bir de, bazıları yakışıklı bulurken bazılarının "Sen o suratın duş başlığındaki, çaydanlıktaki yansımasını gör de öyle karar ver, yakışıklı mı?" dediği Murat Yıldırım...
Durumu ne eleştirmen bey?
Film, başarısını beynine ve hastaların beynine borçlu beyin cerrahı Can (M. Yıldırım) ile kendi halinde bir temizlikçi olan ve Can’ın orta sınıf evinin tozunu başarıyla alan Zeynep (F. Evcen) arasındaki aşktan oluşuyor. Can, kendi kısmetini kapatmak için Zeynep'e sevgilisi süsü verip bir davete götürüyor, sonra bunlar gerçekten sevgili oluyor. Romantik komedi gibi başlayan film, beyin tümörü repliklerini duymamızla beraber romantik iştahımızı kaçırıyor. Masalsı öykü -Murat Yıldırım balo gecesi süpürge hortumuna dönüşecek diye beklerken- Yeşilçam melodramına dönüşüyor.
Çiftler arası yakınlaşma da, bir Yeşilçam aile filmi gibi, belli bir seviyede... Sanki nişanlı çiftin arasında görümce sokulmuş gibi çok yakınlaşamıyorlar, dudaklar 1-2 kez değiyor, sahne kararıyor. Filmin galasında, Fahriye ve Murat sevgilileriyle izlerken sorun çıkmasın istenmiş galiba.
Stüdyoda gergin anlar...
Fazla mı geldi?
Dramı, künefe peyniri gibi uzayan bu filme 114 dakika fazla geliyor. Süreyi doldurmak için F. Evcen daha fazla ağız aça aça gülmek ve elinde süpürgeyle sürekli "ânı yaşa" mesajı vermek zorunda kalırken; M. Yıldırım da hastanenin 'Beyin İşleri' WhatsApp grubuyla durmadan uğraşıp yoğunmuş izlenimi veriyor. Film ille de uzayıp esneyecekse, tatil kaçamağı sahneleri uzayabilirdi; en az bi' uçak bileti-tur reklamı kadar hoştu o bölümler... Arnavut kaldırım taş sokaklar, açık mavi tonlu mekanlar tatil hormonlarımızı harekete geçirmişti ne güzel...
Melodramdan fazlası, ciddi bir film yapmak isteniyorsa da beyin cerrahisine dair daha çok bilgi verilebilirdi. Beyin ameliyatı yapılıyorsa o beynin içine izleyici de girmeliydi! Makasa-cımbıza benzeyen, bilmediğimiz aletlerle kaş alır gibi beyin ameliyatı göstermek yerine. beyin kıvrımlarına zoom yapılabilirdi. Aranızda, yakın çekimde F. Evcen dudağı, M. Yıldırım burnu görmek isteyenler fazladır belki ama bence bu da önemli...
- Evet, estetik yaptırmamış, hastanın kendi beyni...
Puan: 50-60 arasında, imkansız bir ilişki yaşayan iki rakam
Hayat (Life) – Uzaylı da olsa kimseyi 'tek hücreli' deyip hor görmeyeceksin...
Filmi Daniel Espinosa yönetiyor. Oyuncu kadrosu ise oldukça zengin: Deadpool’daki maskesiz sahnelerinden hatırladığımız Ryan Reynolds; özellikle 'ceyk cilınhool' diye okunan isminin fetişleri bulunan, gizemli rollerin adamı Jake Gyllenhaal ve Trendeki Kız filminden gözümüzün aşina olduğu Rebecca Ferguson…
Hayat dünyadakilere mi kolay?
Rusya, ABD ve Çin’in ortak katkılarıyla uzaya çıkan 6 kişilik ekip Mars’ta tek hücreli bir mikro organizma bulup eve dönüş yolculuğuna çıkar. Yolda da, Calvin adını verdikleri bu mikro organizmayı glikozla, oksijenle, üzerine tereyağı sürülmüş sıcak köy bazlamasıyla beslerler; o da çabucak büyür. Calvin'in büyümesi ise grubu tehdit eder. Calvin'in önce deniz anasına sonra ahtapota dönüşmesi işten bile değildir ve astronotlar arasında Ridley Scott'un Alien (1979)'ını seyredenler bu filmi önceden görmüştür.
Bakalım mavi gözlü-kahve gözlü kadınlar, naif-serseri erkekler, çekik gözlü, siyahi çeşitleriyle ekip olarak da Alien'a özenen bu 6 kişi kendi başının çaresine bakabilecek midir? İlk kim ölecektir ve ilk kurbanı verdiklerinde "Yaa takımdı o, takımı bozdun amaa" diye isyan edecekler midir?
- Şöyle bi dışarı bakayım dedim, yeni bir gezegen keşfettim mk...
Uzaylı mı kötü, film mi?
Film sürükleyici, Calvin'le tanışma kısımları merak uyandırıcı, gerilimi de bir yere kadar iyi sağlıyor. Ama biz baştan sona kapkara ilerleyen bir filmde daha çok gerilim hissetmek istiyoruz. Gayet güzel yaratılan iç mekanda, ahtapottan kalorifer böceğine dönüşen Calvin oradan buradan çıkarken gerilim kalmıyor, sanki terliğin arkasıyla, rulo yapılmış bir gazeteyle vursak ölecekmiş gibi duruyor. Ayrıca madem bilimkurgu bir filmdeyiz, bilimsel bir şeyler duyalım istiyoruz ama 'oksijen = temiz hava' haricinde bir formüle rastlamıyoruz.
Yaşam mücadelesi-fedakarlık ikilemi düşündürücü olan filmde uzay boşluğunu da daha iyi hissetmek istiyoruz ama o da mümkün olmuyor. Film az bütçeyle kotarılmış. “Seyirci uzay boşluğunu da hissetmeyiversin gari, 20 dakika oynayan Ryan Reynolds'a dünyanın parasını verdik” diyen yapımcılar bu kadar yapabilmiş.
Astronota economy class'ta bilet alırsan kalorifer böceği de çıkar tabii... Yazık...
Ayrıca:
* Filmde, bu "Mars'ta hayat var mı?" çalışmasının 20 milyar dolarlık bir proje olduğu söyleniyor. Ama bu kadar pahalı bir projede bu kadar eksik olması, düzgün bir kurtarma planının olmaması inandırıcı durmuyor. Ya kardeş diyoruz, mahalle esnafının düzenlediği iftar etkinliği bile organizasyon olarak daha iyi, gözünü seveyim diyoruz, Amerikan, Çinli ve Rus yetkililere...
* Deniz anası ve ahtapot gibi şeylere dönüştüğünü gördüğümüz Calvin hayvanı belli ki dünyaya gelse suyu sevecek bir tip... Madem öyle, atalım bir okyanusa takılsın diyoruz. Bırakalım da National Geographic'ciler uğraşsın, sarı çerçeveli fotoğraflarını çekip egzotik deniz hayvanı diye Instagram'da paylaşsın...
National Geographic'ciler, çerçevelerini kurmuş, avlarını beklerken...
Puan: 50-60 arasında hayatta kalmaya çalışan iki rakam...
Otoban (Collide) - Çevre yolundan daha kısa aslında...
Eran Creevy'nin yönettiği filmde dikkat çeken iki isim, nedense film için sarışın olan Felicity Jones ve nedense üzerindeki takım elbise göz rengine aşırı uyumlu kombinlenmiş Anthony Hopkins...
Öykü bir çete lideri (Anthony Hopkins) ile bir uyuşturucu satıcısı (Ben Kingsley) arasında kalan ve sevgilisi Felicity Jones'un ameliyat masraflarını çıkarmak için soygun yapan bir herifin sürekli kaçması... Anthony Hopkins'in nazar değdiren gözlerinden ve kombininden kaçarken arabaların otobanda taklalar atması, trafik olmadığı için otobanında aksiyon çekilebilen Avrupa kentinin de başka olması:
Otobandıra bandıra aksiyon
Filmin arabalı sahneleri iyi, diyecek bir şey yok. Onun dışında ise, kötü bir aksiyon için her şey düşünülmüş gibi... Müzikler video oyunu müziğine benziyor, karizmatik çete lideri anlamlı gibi gözüken ama düşününce "Ne dedi lan bu" tepkisi verdiren sözler söylüyor. Uyuşturucu satan, klişe bir uyuşturucu satıcısının hakkını vermek için garip bir kürk, garip bir siyah gözlük takıyor (Türk kökenli olabileceğini anlıyoruz filmden. Boşverelim o zaman kürkü, kaçıp kurtarmış kendini diyelim).
"Her şey Felicity Jones'un ön dişleri için" sloganıyla da özetleyebileceğimiz film, böyle işte...
- Madem ki Türksün, kürkünü göster ürksün...
Puan: 40 (tane daha yapılır bu filmlerden)
David Lynch: Yaşam Sanatı (David Lynch: The Art Life) - Orijinal isminde 'sanat yaşamı' diyor sanki ama, neyse tamam
David Lynch'in zihninin derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkıyoruz. Bilirsin onun filmlerini anlamak zordur. Buna rağmen Mulholland Çıkmazı 2000'lerin en iyi filmlerinden biri kabul edilir. Kayıp Otoban filmi anlaşılmasa da müziklerinden ve sevişme sahnelerinden dolayı aklımızdan çıkmaz, az bir psikanaliz bilgisiyle yorumlamaya çalışıp karşı cinsin bilinçdışına "Hazır konu Freud'dan açılmışken sevişelim mi?" mesajları göndeririz. Bu belgeselde de Lynch'in ilham kaynaklarına bakıyoruz. Küçüklüğünde yaşadığı kasabadan alıyoruz, babasının "Adam gibi sigortalı işte çalış" baskılarına rağmen deneysel filmler çekmesini görüyoruz.
O sırada belgeselcilerden birinin "Ya abi o filmdeki adamın saksafon çalması -çok afedersin- penisle mi alakalı" diye sormasını bekliyoruz:
Diğer:
Çocukluk, dostluk ve Moby Dick üzerine ilgi çekici bir yerli film olan Beyaz Balina ile çocukluğumuzun Ninja Kaplumbağalar ve Pokemon ile beraber jenerik müziğini söylemeye çalışarak erken yaşta İngilizceye giriş yaptığımız Power Rangers'ın son filmi ise haftanın diğer seçenekleri...
SONUÇ - Şimdi reklamlar...
Filmlere 'çok kötü' olmasa da 'pek iyi' olmayan, en fazla iyidir ya iyidir diyebileceğimiz bir haftayı daha geride bıraktık. Böyle filmleri kötüleyince "Her filmi de gömüyorsun, neye gidelim peki" diye kızabilirsiniz, hakkınızdır. Ama her filmi översek o zaman da film tanıtımı yapmış olurum, o da köşeye iyi bir reklam vermedikleri sürece, prensiplerime aykırı...
Reklam demişken; 24 Mart'ta vizyona giren Sonsuz Aşk'ın, Vikipedi'ye 24 Mart Sonsuz Aşk Günü diye madde açtırıp viral reklam yapmaya çalıştığını biliyor muydunuz? Açıklamasında, "2017'de kutlanmaya başlayan bu günü sevgililer romantik film izleyerek kutlar" gibisinden şeyler yazıyordu da allahtan Vikipediciler "S.ktir lan öyle saçma şey mi olur" diye sildiler maddeyi...
Sağ alt köşeye de güllerden bir kalp koymuşlar... Daha inandırıcı olsun diye herhalde...
Yani işte; bol dramlı aşk izleyip "Ben ağla ağla.." olmak isteyenler Sonsuz Aşk'a, uzayda tek mekan gerilimi yaşarken Alien'ı saygıyla anmak isteyenler Hayat'a, 'aksiyon aksiyon ve aksiyon' diyenler Otoban'a ya da Power Rangers'a, çocuğunu götürüp bir şeylerden ders almasını isteyenler Beyaz Balina'ya, ortamlarda 1-2 kelam daha David Lynch konuşup karşı cinse yürümek isteyenler de David Lynch: Yaşam Sanatı'na gidebilirler. Haydi görüşmek üzere...
-BİTTİ (Haftaya Ghost in the Shell'in Hollywood uyarlaması izleyip Japonca 'olmamış bu yaa' demeye çalışacağız)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et