Mulholland Çıkmazı’ndan Köpek Dişi'ne... ''Film mi izliyoruz bulmaca mı çözüyoruz?'' Dedirten Metaforlu Şeyli Filmler
1. Mulholland Çıkmazı (Mulholland Dr.) - Hollywood batağına düşmüş iki kadın...
Gerçeküstü ögeleriyle, deli fişek kurgularıyla ve kabarık saçıyla tanıdığımız David Lynch, anlaşılmayı çok önemsemeyen bir yönetmendir. Kendi filmlerini bile anlamakta zorlandığını söyler, filmleri üzerine konuşanları "Ben bile tam bilmiyorum ne yaptığımı sana noluyor lan" diye azarlar. İster ki rüya görüyormuşsun gibi izle, birazcık da biliyorsan rüya tabirleriyle izle... Ama öyle sığır gibi "Rüyada at gördüm hayra delalet" gibi tabirlere bakma, Freudyen açıdan yorumla. Yiyorsa...
Pek bulaşmamak lazım aslında bu adama...
BBC'nin 2000'li yılların en iyi 100 filmi listesinde ilk sırada yer alan, 2002 yapımı Mulholland Çıkmazı; acımasız ve zalım Hollywood'a tutunmaya çalışan iki kadının gizemli-bulmacalı macerasını gösteriyor. İki güzelin Hollywood'daki çıkmazı, klişe tür filmleriyle bildiğimiz Hollywood’un kendi içindeki çıkmazı ve birbirlerine yakınlaşan kadınların içsel çıkmazları bir güzel harmanlanıyor ('içsel çıkmaz' deyince seviye 2 tık yükseldi bence). Mavi ile kırmızı renkler ve sektörün absürtlükleri ile buhranlı gerilimler güzel kontrast oluşturuyor. Rüyalar ve gerçekler birbirine tosluyor, son yarım saat aklına mukayet olman, metanetli davranman gerekiyor.
Filmin son yarım saatinde hissedilen...
Belli başlı metaforlar
Mavi anahtar: Aynı anda hem cinayeti hem de vicdanı sembolize ediyor gibi. Ve daha bir sürü şey...
Mavi kutu: Öncelikle Pandora'nın Kutusu ile bir alakası yok. Kutunun kutu olmasının da bir anlamı yok aslında, yani yerine rahatlıkla başka bir nesne geçebilir. Hele mavi olmasının hiç anlamı yok. Tamamsak geçiyorum.
Masturbasyon sırasındaki flulaşıp netleşen taşlar: Tövbe tövbe... Taş gibi kadınlar mı demek istiyor acaba? Tövbe tövbe tövbe...
Puan: 90
2. Geçen Yıl Marienbad’da (L'année dernière à Marienbad) - Geçen arkadaşlarla bi Röneeğ demişiz...
Daha çok Hiroşima Sevgilim ile bilinen Alain Resnais'nin 1961 yapımı filmidir. Resnais (Röneeğ) ağabey yönetmenlikten önce kurguculuk yaptığı için çılgın kurgulu filmleriyle meşhurdur. Meşhur filmlerinin senaryolarını Yeni Roman tayfasından yazarlar kaleme alır. Yeni Roman akımında olduğu gibi (okumadım, yo) filmlerinde zaman-mekan namına bir şey bırakmaz, her şey birbirine girer. Bu özelliklerinden dolayı film, bazı sinema çevrelerinde modern sinemanın ilk filmi kabul edilir. Tabii tartışmalıdır bu. Zaten modern sinemanın ne olduğu da tartışmalıdır. Ne ki modern sinema? "Köylü gibi davranmayıp gürültü yapmayan, deodorant kullanmayı ihmal etmeyen sinema" mı?
Fazla modernlikten dolayı yerinden kımıldayamayan karakterler...
Neyse, Röneeğ'nin bu siyah beyaz filmi, bir malikanenin içinde ve bahçesinde geçer. İsimsiz bir kadın-erkek arasında muhabbet döner. Kadın bir şeyleri hatırlamaya çalışır, o sırada godamanlar da etrafta godaman godaman takılır. Tüm muhabbetler "Geçen yıl buradaydık" "Yoo hatırlamıyom" "Aşk olsun ya nasıl unutursun" şeklindedir ve dönüp dolaşıp aynı yere geliriz. Haa, deriz Röneeğ yine bellekle ilgili bir film çekmiş. Haa deriz, yine öykü anlatmayı reddeden bir sinema yapmış. Hani bir ortamda, bazıları öykü anlatmayı çok sever de güzel dinlettirir ya kendini. Sonra bazıları da vardır ki, bir şey anlatmaz, her lafa girip "Peki neden öyle oldu?" "Nasıl yani şimdi" diye sorgulayıp dururlar. Gıcık gibi... İşte modern sinema dediğimiz tam olarak o tiptir.
Belli başlı metafor: O şatodaki koridorlar hep zihnimizin, belleğimizin koridorları... Tuvalet de koridoru geçince sağda.
Puan: 85
3. Kaynak (The Fountain) - Yapımcıbatıran türünden...
Evet, zamanında yapımcısını batıran ve değeri sonradan anlaşılan bir filmde sıra. Zaten denklem basittir: Metafor arttıkça yapımcının kazancı düşer, sonradan değerini anlama katsayısı yükselir. Bu 2006 yapımı yapımcıbatıran filmi, en son mother! yapımını izlediğimiz ve bu köşede geçen yılın en iyi işlerinden bulduğumuz Aronofsky yönetti.“mother! da karışık film mi lan, sen asıl buna bak" dercesine, "Az bir şey çalışan onu yapar zaten, al sen bu soruyu çöz" dercesine bu filmi de koydum listeye.
Hugh Jackman'ın başrolü Rachel Weisz ile paylaştığı ve 3 rolü canlandırdığı filmde görsel efektler müthiştir, oyunculuklar çok iyidir, doğum-ölüm-doğa-tarih üzerine düşündüresi bir senaryosu vardır. Film, 16 ve 26. yüzyıllar arasında geçer, çeşitli tarihlerde Hayat Ağacı'nı ve yaşamın özünü ararız. Bilimci adam kanser hastası eşine yardım etmeye çalışırken ilaçlar fayda eder mi, yoksa alternatif tıpa mı yönelmeliyiz, onu düşünürüz. Hangi otu kaynatırsak mesela öksürüğü keser? Düşün allah düşün...
Yapımcı şirkete "Uzayda meditasyon yapan adam var" dediğinde nasıl tepki aldı acaba?..
Puan: 80
4. Köpek Dişi (Kynodontas) - Evladına sürekli köpek çeken baba gerilimi...
Bu araların popüler yönetmenlerinden Yorgos Lanthimos'un 2009 yapımı filmi... Biliyorsun, kendi ülkesi Yunanistan'da çektiği filmler çeşitli festivallerde tutunca dış dünyaya açıldı; aldı Colin Farrell'ı, Rachel Weisz'i, Nicole Kidman'ı; Lobster, Kutsal Geyiğin Ölümü filmlerini çekti. Ama abimin zirvesi bu Köpek Dişi filmiydi. Allah yarattı demeden aile ve toplum kavramlarına çatır çutur dalınan bu filmde, çocukların da hayvanlar gibi koşullandırılabileceğini gördüydük.
Evet, konu tuhaf bir özgünlüğe sahip. Bak ama dur şimdi ne diyeceğim sana: MİKROKOZMOS! Eheh, n'oldu, havamız bir değişti di mi? İşte bu filmde 'toplumun en küçük birimi' olarak bildiğimiz aile, baskıcı ve rekabetçi bir toplumun mikrokozmosu olarak ele alınıyor. Evden çıkamayan ve dünyaları evlerinin bahçesi kadar olan genç çocuklar, babalarının kendilerine söylediği kadarıyla biliyorlar yaşamı ve bu sapkınlığın çeşitli hâllerini izliyoruz.
- MİKROKOZMOOOS...
Olay acaba gerçekten yaşanıyor da adam psikopat mı yoksa distopik bir geleceğin sıradan bir ailesini mi görüyoruz anlamak zor ve bu belirsizlik iyi... Filmin en güzel yanı ise, 1984 romanındaki gibi (Yıl 2050 de olsa 1984'ten örnek vereceğiz, haynen), dilin değiştirilmesi; kaçma ve özgürlük düşüncesine mahal vermeyecek şekilde güncellenmesi. Yani puşt babanın çocukları manipüle etmesi, babanın neredeyse bir A Haber olması... Dil-düşünce arasındaki ilişki... Sonra mesela cinselliğin ödül-ceza ile ilişkisi... Daha kim bilir neler var filmde, izlerken düşün... Öyle hıyar gibi izleme yani affedersin...
- Esnaf kan ağlıyor...
Belli başlı metaforlar
Evde farkında olmadan hapis hayatı süren iki kız bir erkeğe diyor ki babaları; "Köpek dişleriniz düşünce ancak gidebilirsiniz bu evden" diyor. Peki burada köpek dişi neyi temsil ediyor. Medeniyet (tek dişi kalmış canavar) ve vahşilik arasında bir sınır? Ya da hayvan ve insan arasındaki sınır? Bir sınır var, o kesin...
Filmde nesnelere ayrıca önem verilmiş. Sık sık görünen çorap, DVD, toka gibi nesnelere, ayrı ayrı anlamlar biçmek mümkün olabilir. Mesela ne bileyim, toka sonuçta saçı hizaya getiren bir nesne olarak, bir baskı aracı olabilir. Ya da 'dişilik' diyelim biz ona... Sonra çorap da kokar misal. Tıpkı toplum gibi di mi?..
Puan: 100
5. Aşçı, Hırsız, Karısı ve Aşığı (The Cook, the Thief, His Wife & Her Lover) - Sonra hepsi aşçıya...
Canlı renkler arasındaki geçişler ve özenle tasarlanmış mekandaki kameranın kaydırma hareketleri hiçbir şey anlamasanız bile izletir bu harikulade filmi. Resimle de ilgilenen ve resim gibi, şiir gibi filmler yapan Peter Greenaway'in 1989 yapımı bu eseri tek mekanda geçer gibi durur ama bu mekan çok büyük bir dekor olduğu için hissettirmez onu. Zaten söz konusu restoran bütün ülkeyi (İngiltere) hatta yer yer Avrupa'yı sığdırır içine. Ana yemeklerin, ara sıcakların içinde Fransız Devrimi'ni ve Thatcher İngiltere’sini bulabiliriz. Bir memleket gibidir restoran! (Gemiydi di mi o? Restoran bi oturmadı ağza çünkü).
Belli başlı metafor: Görgüsüz godamanlarla dolu bir restoranda, yasak bir ilişkiyi gösteren filmin görsel imgelerinden biri, 'ölü domuz kafaları arasında sevişen çıplak bedenler'... Böyle yazınca bile anlamlı gibi oldu. "Diri göğüslere aldanma, hepinizin etleri çürüyecek" anlamında galiba... Çürümek demişken, yönetmenin çürümeyi konu alan bir filmini de şiddetle önereyim: A Zed and Two Noughts
Filmin, klip şeklinde 7 dakikalık özeti... 2 buçuk saat izlemeye üşenirsen al, utanmadan izle...
Puan: 100
6. Ayna (Zerkalo) - Biraz da Tarkovski meh meh meh'i....
Rivayet odur ki; filmin galasında söyleşi fazla uzamış, o sırada temizlikçi ablam salona girmiş "Bitmedi mi gari işiniz" demiş, salondaki eleştirmenler "Biz burada mühim bir mesele tartışıyoruz daha sürer" demiş, kadın da bu filmin nesini anlamadıklarını anlamamış. Ya demiş işte "Sevenlerinin hakkını ödeyemeyeceğini düşünen adamın vicdan azabını anlatıyor film" demiş. O sırada herkes Tarkovski'ye bakmış tabii, "Gözünü sevem şu eğitimsizin dediği doğru olmasın" der gibi ama Tarkovsky “Buna ekleyecek bir şeyim yok” deyip konuşmayı bitirmiş.
Yani 1974 yapımı film, çok karışık görünmesine rağmen anlam aramadan izlediğinde, uçuşan perde filan görüp sevindiğinde o kadar karışık değildir. Film, Tarkovski'nin çocukluğundan izler taşır. Rüyalara da çok yer verilir, rüyalar üst üste gelince sanki gerçeküstü gibi olur ama bu rüyalar filmi tam tersine gerçekçi hale getirir. Şimdi diyeceksin ki, nasıl yani? Bilmiyorum, ama böyle deyince afili duruyor sadece.
Puan: 75
7. Düşman (Enemy) - Kemal Sunal'ın Sahte Kabadayı'sının sanatsal hâli
Yetenekli yönetmen Dennis Villeneuve, büyük yazar Jose Saramago'nın Kopyalanmış Adam kitabını, 2013'te uyarlamıştı. Filmin görsel tonları, mekanları iyi ayarlanmış, böyle bok yeşili-latte kahverengisi bir ton filmin görsel yapısına tamamen sinmişti. Görüntü-sanat yönetmenliğindeki tekdüzelik ise konuyu destekliyordu: Sıkıcı bir hayat süren bir tarih hocası (Jake Gyllenhaal), kendisine tıpatıp benzeyen bir aktörü keşfeder, onunla yüzleşir.
Çirkin yap bakiyim abiye...
Olay örgüsünü başından beri dikkatle takip etmek, adamın her hareketine odaklanmak, o sırada WhatsApp'tan gelen caps'e "ahahsfksk" yazmamak gerekir. Film Veronique'in İkili Yaşamı kadar şiirsel değildir tabii; Kemal Sunal'ın Sahte Kabadayı'sının biraz gerilimli ve oturaklı halidir.
Belli başlı metafor: Şehrin üzerindeki örümcek…. Kent insanının elektrikli süpürge ihtiyacına gönderme yapar.
Puan: 75
8. Benim Şehrim Winnipeg (My Winnipeg) - Arkadaş sen Kanadalısın, senin ne sorunun olabilir ya?..
Yönetmen Guy Maddin sağ olsun, sürrealist belgesel olabileceğini gösteriyor. İmge var, metafor var. [AÇIKÖĞRETİM SİNEMA SORUSU: İmge ile metafor arasındaki farklılıkları açıklayınız]. Sonra, at var mesela. Renk yok; siyah beyaz. Siyah beyaz olunca daha anlamlı gibi oluyor. Anlamlı da. Kurmaca şeyler de var. Gerçek görüntü de var animasyon da… Sonra atlar var. Demiştik bunu. Bir de sık sık kar yağıyor ki "hmm" diyorsun zamanı betimliyor yönetmen. Ama herkesin dötünün donduğu bu Kanada şehrinde her şey buzlanıyor, aha diyorsun zaman duruyor. Ama yıkım durmuyor, şehirdeki her şey belediyece yıkılıyor. "Biz de biliyoruz bu duyguyu" deyip efkarlanıyorsun. Kaçarken donan atları görüyor, daha efkarlanıyorsun.
Donmuş atla fotoğraf çektirenler... "Çomar her yerde" deyip efkarlanıyorsun...
Puan: 95
İşte bir çırpıda aklıma gelen filmler bunlar benim. Biraz daha düşünsen bir sürü bulmacalı film gelir aklına; ne bileyim Kutsal Motorlar gelir yakın zamandan, Under the Skin gelir, en başta Bunuel'in tüm filmleri gelir, üstteki yönetmenlerin türlü türlü başka filmleri gelir, gelir oğlu gelir, gelin kızı gelin... Aklınıza gelen filmleri siz de aşağıya yorum olarak yazarsanız pek tatlı olur. Anlaştıysak, başka vizyon ve liste yazılarında görüşmek üzere, öpüyorre...
Twitter: @duraladam
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et