Aşık Olmak, Mualla ve Sümüklü Mendil...
Birçok ikili var hayatta. Birbirinden ayrı düşünülemez bunlar. Bal-kaymak, kuru fasulye-pilav, asgari ücret-borç, öğrenci-akbil- çalışkan öğrenci-ders notu, Emine-Tayyip, Türkiye- Ortadoğu Bataklığı gibi. Bu ikililer birbirinden ayrılmaz ama gerçekten aşkı bulduğuna yüzde yüz inanan -en azından bu sefer- ve sevgi pıtırcığı haline gelen çiftler teker teker ayrılır.
Aşık olmak değişik bir duygu. Çoğu insan yaşamıştır bu duygu selini. ”Ben bir türlü aşık olamıyorum ağbi yaeeeağ” diyen dangozlar -emin olun ki- aşk dediğimiz mide ağrısını ya tatmışlardır ya da çok düzdürler. O onların düzlüğü deyip devam edelim.
Sene 1962. Paralel Evren’deki ben 26 yaşında. ”Çok aşık olmuştum Mualla’ya -e tabi Buse olacak değil 62’deki kızın adı- her gün evinin önünden geçerken yavaşlıyor, pencereden onun yüzünü görmeyi arzu ediyordum. Hatta bir gün evinin önünden geçerken topal taklidi yapmıştım, sırf onu görebilme şansım artsın diye. Babası beyefendi İstanbul’un asilzadelerinden. Mektup bırakmaya başladım kapısına. Sonrası mektuplar mektuplar…
Mektup varmış sahi eskiden. Şimdi olay şu. Whatssap’ın var mı? Var. Yarın gel başla. Sanki özel sektörde işe başlıyoruz. Özel değil bunlar genel genel. Hiç ağırlığı kalmadı aşk olayının. Tüket tüket. Seviş, kavga et, seviş, aldat, kavga ederken seviş.
Orgy diye bir şey çıktı bir kere. Bu nasıl aşk lan? Hani kıskanırdın herkesten sevdiceğini? Adam fantezi olsun diye karısına başka erkek eli değdirmekle kalmıyor. Neler neler yaptırıyor. Nitekim çok yozlaştık. Öyle böyle değil yani, önünü alamadık yozlaşmanın. Kıskançlık dediysem öyle ”bikini giymeyeceksin Berna çıldırtma beni” ya da ”çıkar şu mini eteği delikanlı adamız biz bize ters” gibi hanzoluklardan bahsetmiyorum. Şöyle ki; aşk, içinde aşırı sevgi, aşırı nefret, aşırı sahiplenme, aşırı dokunma isteği ve biraz da yayla kekiği olan bir karışım. İnsan kıskanır sevdiğini. Sadece ben dokunayım ister, sadece ben öpeyim, sadece ben el şakası yapayım ister.
Diğer ülkelerde nasıl bilmiyorum ama bizim ülkede insanlar çok çabuk aşık oluyor. Çok çabuk şaha kalkıyor yani arzular. Hemen istiyoruz biz. Geceden gündüze değil de bugünden yarına değil de çok acil olarak değil ama çabuk çabuk olsun istiyoruz her şey. Ve evet, erken boşalmanın sebebi bu işte. “Hadi hadi hadi. Bitirelim şu işi” Sonuç: Erken boşalma kazandı.
Erkeğin aşık olma matematiği şöyle seyreder. Kızı gör – kendine hakim ol – oha çek – kıza bir daha dikkatlice bak – dudağını ısır – “ulan kim gondikliyor bu hanımefendileri” demeden önce nefesini tut – hayal et – hayal et – kızı bir daha baştan aşağı süz – nefes ver – kız gittikten sonra bir müddet yürü ve aşık olup kızı Facebook’dan aramaya başla… Bu ne lan? Sen aşık olma evladım. Bu ne iğrenç duygu boşalmasıdır! Sen aşık olma. Sen bulmaca çöz. Ev taşıyanlar için doğal yapıştırıcı üret sen.
Aşk ağlatmaz. Kimse aşk acısı çektiği için gözyaşı dökmez. Ayrılık sonrası ağlayan bir insan bencilliğinden ağlar. Yani kendine ağlar. Yalnız kalmıştır. Yeni birisini bulmak zahmetli olacağı için ağlar. Sümüklü mendiller çoğalır. Hüzünlü şarkılar listelere eklenir. Soranlara aşk acısı der, ayrılık acısı der ama asla g*tümün acısı demez. Halbuki aslında olan budur: G*t acısı. Aşk biraz sümüklü mendil gibidir. Bir müddet kullanırsın içinde ne olduğunu bile bile. İçinde sümük olsa da işine yarar görünür. Yani yine kendin için taşırsın yanında. Ne zaman ki içi dolup taşar sümkürdüklerinle, işte o zaman atarsın çöpe.
Yok dostum yok. Bak belki çok klişe gelecek ama ben 62’deki kendime özeniyorum. Mualla ile mutluyuz acayip. Mektupla tanıştık ve ellerimiz birbirine değdiğinde heyecandan tir tir titredik biz ve severek isteyerek hasta olduk birbirimize.Babasının bana yaptığı ”Kızımın peşini bırakmak için ne kadar istiyorsun?” teklifini de cool bir şekilde “benim aşkımı bu kağıt parçasıyla satın alamazsınız ancak külçe külçe altına razı olurum” diyerek reddettikten sonra hem altını kaptım hem de Mualla’yı bırakmadım. Gerçi evlendikten sonra aldattım Mualla’yı ama ne yapayım aşkın ömrü kelebekten hallice. Biter bir gün sessizce. Geriye posası kalır yaşananların.
Bir şeyler var bir şeyler. Aşk değimiz popüler kültür ürününden daha değerli bir şeyler. Farkına varmak lazım onların. Değerini bilmek gerek. Özsaygı mesela. İnsan kendine olan saygısını yitirmeyecek. Bencil olabilir insan. Kendini düşünebilir. Bunlar çok doğal. Yaradılışı böyle insanoğlu’nun fakat vicdanına esir olmayı seve seve kabullenmeyi bilecek. İnsan aşık olur. Hormonları coşar. Sevişir, dokunur, hisseder ve rahatlar. Acıkır, yemek yer, doyar. Çalışır, uykusu gelir, uyur gibi doğal bir döngü bu ve hiç bir zaman dürüst olması beklenemez. Kimseye fiziki zarar vermedikçe insanın özgürlüğü kısıtlanamaz. Kısıtlanmamalı. Aşkı aşk yapan ama ömrünü kısa tutan az önce saydığım içindeki maddelerden biri aslında. ”Aşırı sahiplenme”. Hani şu ”Ayten beni çok bunalttı” ya da ”kız üstüme çok düşüyor sürekli mesaj sürekli sorgu” tipindeki yakınma cümlelerinin özündeki zehir. Doğasına aykırı normal bir insanın bu durum.
Bir söz var ya hani şu Facebook falan gibi leş ortamlarda kalp içinde paylaşılan: “Aşk yanında olmasa bile onu düşünmektir…” Bak bak bak… Edeceğiniz lafa ben sizin! O olmayınca osurup kıçını devirip yatıyorsun ya da arkadaşlarınla takılıp onla olduğundan daha eğlenceli zaman geçiriyorsun. Bilmiyoruz sanki. Başka bir söz daha var: ”Sevgiliyle arkadaş gibi olursan aynı zamanda, çok sağlam olur ilişkiniz” diye. Hah işte bu çok doğru bir söz. Her şey kadın-erkek zıtlığından doğan çekimle bitmiyor. Sonrası var bir de. İşte bu yüzden gerçek aşk sonrası sevgi-saygı bağlamında sağlam temeller üzerinde devam eden beraberlik sayısı çok az. Ya ekonomik nedenlerle, ya mahalle baskısıyla ya da çoluk çocuk diyerekten ayrılamıyor dışarıdan mutlu sandığımız çoğu çift. Ya ben sırf yemek yapma zahmetine girmemek için mutsuz olup sevgilisi olduğu halde karısından ayrılmayan adam gördüm yahu. ”yemek yapıyor en azından ne boşayacam şimdi bu karıyı” diyerek boşanmadı adam. Herif ayrılmaya üşeniyor düşün.
Neyse sonuç olarak aşk yalandır, mendil gerçek. O zaman mendil sümüklüdür sonucuna ulaşabiliriz. Sümüklü mendillerinizi çöpe atmayın. Çöpün de bir kalbi var. Belki o da yıllar önce çöp kamyonları tarafından şehir dışına atılan ve yalnızca bir gece beraber kalabildiği yırtık terliğin tekine aşıktır.
(Jeffbuckley Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et