Loro (Dünyadaki en çatlak liderin Berlusconi olduğu kadim zamanlar...), Aşktan Kaçılmaz (Az yaşlanmış Ethan Hawke'lı romantik komedi)
Bu hafta tam da yerel seçim zamanı, siyasetle ve futbolla ilgilenenlerin ismini mutlaka duyduğu, sansasyonel İtalyan siyasetçisi Berlusconi'nin kariyerinin çöküşünü gösteren Loro filmini izleyeceğiz, Sorrentino'nun hoppidi hoppidi kamerasıyla... Sonra "Ooo diplomatik kriz gibi bir şey var, bu da iyi gider" diye düşünüp politik bir denizaltı gerilimi Kursk filminden bahsedeğiz. Bir de, sanki siz "Yetti senin politik tartışma programın" deyip kumandayı elimden almışsınız gibi, bir aşk filmi konuşacağız.
Uygunsa başlıyorum. Şuraya da Sorrentino'nun Muhteşem Güzellik filminden bir klip koyalım, içimizi kıpır kıpır edip yazıya başlayalım:
Loro - Yalancı, dolandırıcı, gevşek filan ama eğlenceli adam ha...
Paolo Sorrentino yönetiyor. Kendisi son dönemde İtalya'dan çıkan en iyi yönetmenlerdendir, uzuun klipler gibidir filmleri; bitmeyen parti sahneleriyle, partilemeyi pek seven zengin ama sıkılmış karakterleriyle biliriz onu. Bu son filmini normalde, Loro 1 ve Loro 2 şeklinde ikiye ayırmıştı ama sonra festivallere verip yurtdışına satarken yeniden kurgulattı, 2 buçuk saatlik tek filme indirdi. (Nuri Bilge Ceylan olsa indirmezdi, 5 saatlik tek film çekerdi, işinize gelirse derdi festivallere.) Bu zip'lenmiş Berlusconi filminin başrolünde ise, Muhteşem Güzellik filminde de döktüren Toni Servillo oynadı.
Ben çıkaramadım ya, kim bu?
Silvio Berlusconi... İtalya'nın bir dönem başbakanı, Milan'ın da bir dönem başkanı. Hatta bunun oğlu Fatih Terim'i Milan'dan kovdurmuştu, hey gidi hey... Berlusconi, bizim Ali Ağaoğlu ile zamanının medya patronu Cem Uzan'ın bir karışımı gibi düşünülebilir (Cem Uzan daha yakışıklı tabii canım, ayıp ediyon). Müteahhitlikten gelmiş, inşaat kralı olmuş, sonra medya patronluğuna merak salmış, biraz görgüsüz ve oldukça hovarda bir adam.
Film adamın hovardalığına odaklanıyor ve Sorrentino'nun çok sevdiği üzere, seksi kadın danslarından oluşuyor. Hatta yer yer uyuşturucu kafasını görselleştirip Gaspar Noe'laşıyor. Ama biz yönetmenin amacını anlıyoruz tabii, eşşek değiliz biz, davar mıyız be biz?! Hayır abi, değiliz. Herkesin kafasının iyi olması, "Böyle bir başbakan anca kafa iyiyken seçilir" ve "Kafanız mı iyi la sizin, gidip başbakan diye bunu mu seçtiniz?" anlamlarına geliyor. Bence...
Böyle yanında gitarcı gezdirince sempatik gibi duruyor... Oyuna gelmeyelim...
Dans edemediğim başbakan başbakan değildir...
İki film, yeni bir kurguyla birleştirilince yer yer esnemiş, yer yer sıkıştırılmış gibi duruyor. Örneğin partileme sahneleri fazla uzarken Berlusconi'nin sansasyonlarına, onunla ilgili entrikalara çok değinilememiş. Yönetmen sanki "Amaaan boşver muhalefet partisini, biz dans-seks partisiyle eleştirelim adamı" demiş gibi, "Herif kocaman göbüşüyle dans bile edemiyor, hayvana bak" demiş gibi... Filmi bu şekilde izleyince, elektronik müzik kliplerinin arasına haber bülteni sıkıştırılmış gibi duruyor.
"Niye her kanalda bu herif, si.icem ha" gif'i...
Aslında yönetmenin tarzı bu evet, kamerayı bol bol kaydırmak, pan yapmak ve görüntüler üstüne bol bol müzik basmak. Ama uzun dans sekansları bir yerden sonra dikkat dağıtıyor. Sonuçta Dream TV izlemeye gelmedik, madem o kadar dans çekecektin Beyonce filan koyaydın içine bari! Hem sen Berlusconi filmi çekip de nasıl bir tane Milan maçı koymazsın ya!! Yok yok, filmin sorunu bu değil, o öyle aklıma geldi... Filmin sorunu şu ki; "Müzikten ben kendi dediğimi duymuyorum mk, kim önerdi bu mekanı" etkisi aratması. Bir de kadınlara dair teşhirci ve dikizci bir bakış var, rahatsız edici olabiliyor.
Şu resim altını yazarken bile yönetmenin teşhirci bakışının kurbanı oldum, Allahım affet...
Böyle olmadı, biraz da övelim...
Bununla beraber açılış sekansındaki koyunun "Bu halk koyun abi" gibi bir anlama gelmesi, bazı kurgu numaraları, örneğin dağılan çöp kamyonu ile partide dağıtan insanlar arasındaki geçiş ve bunun da "Bunlar hep düzenin pislikleri" anlamına gelmesi gibi yerler çekici... Parti sekansları da tamamen kötü değil tabii, "Kafamız eski parayla 1 milyon" planları da etkili olabiliyor. Başrol oyuncumuzun yüz ifadeleriyle, çevresindekilerle kurduğu diyaloglarla düzene giriyor film.
Berlusconi performansı çok gerçekçi (sanki Berlusconi'yi çok biliyormuş gibi). Çakal, yalancı, uçkuru düşük ve sempatik karakterin canlandırıldığı oyunculuk performansı Şener Şen'in köylü kurnazlığı yaptığı rollere benziyor sanki. Yani işte onun şalvarsız, takım elbiseli, bıyıksız, şivesiz ve şaşkın hali...
Ha Berlusconi, ha Maho Ağa ya, aynı işte...
Puan: "Sorrentino'ya daha azını verirsem içim rahat etmez" anlamında bir 70...
Kursk - İngilizce konuşan Rusların 'komşulardan sıfır yardım' politikası...
Danimarkalı yönetmen Thomas Vinterberg’in son filmi . Kendisini en çok masum duygularımızı provoke eden Onur Savaşı (Jagten) filmiyle biliriz. Bu abimiz aynı zamanda, "Onu da yapmaycaz bunu da yapmaycaz" şeklinde ilkelerini özetleyebileceğimiz aşırı sade sinema akımı Dogma 95'in öncülerindendir ve bu akımı tam anlamıyla uygulayan sağlam senaryolu filmi Şölen de (Festen) şahanedir. Şimdi de bir denizaltı öyküsü izleyeceğiz İngilizce okunuşuyla Vintıböörg, abiden.
'Pardon abi dalmışım...'
Sovyetler Birliği’nin dağılışından hemen sonra,K-141 model Kursk denizaltısı bir tatbikat için mürettebatıyla birlikte Barents Denizi’ne dalar. Tipini görünce herkesin kesin bir yakınına benzeteceği, "Aaa ilkokul arkadaşım Halit'in babasının gençlik hali bu" diyeceği yüzüyle Matthias Schoenaerts’in* canlandırdığı Mikhail Kalakov’un komutasında takılırlar denizaltında. Sonra beklenmedik patlamalar olur ve canını kurtaran az sayıda kişi kurtulmayı bekler.
Bakalım hepsi de İngilizce konuşan Rus denizciler, hepsi de İngilizce konuşan Rus yetkililer tarafından kurtarılabilecek midir? Madem o kadar İngilizce konuşuyorlardır, kompleks yapmayı bırakıp İngiltere’nin yardımını kabul edecekler midir?..
* Aaa ilkokul arkadaşım Halit'in babasının gençlik hali bu
Deniz üstü köpürüyor mu?
Film dönüşümlü olarak üç noktada geçiyor. Ana mekanımız hâliyle denizaltı, sürekli ıslak ve gergin. İkinci olarak da Rus yetkililerin basın açıklamaları yaptığı ve buradaki yetkililerin pişkinlikleri ile sinirimizin bozulduğu mekanlar. Bu salonlarda Fransız güzeli Léa Seydoux’un canlandırdığı cefakar eş ve onun gibi cefakar kadınlar kocaları için koşturup duruyor. Bir de Colin Firth’in canlandırdığı ve arada Ruslara “İsterseniz kurtarak sizinkileri” dediği İngiliz askerini ve onların gemilerini görüyoruz. Onlar İngiliz olduğu için aşırı asiller. Colin Firth tek mimik oynatmadan bitirmiş filmi...
Mülakat boyunca nötr surat ifadesiyle gerginlik yaratan İK yöneticisi (temsili)
Hababam Sınıfı Denizaltında?
Denizaltında, gemide ve karada geçen filmde sadece bazı sessiz sualtı sahneleri etkileyici. Bunun yanında seyirciye duygu geçirilemiyor. Patlamaların olduğu sahneler kaotik olamıyor, sabit kamera kullanımı yanlış duruyor. Ne bileyim kamera, karakterlerin korkusunu yansıtıp daha bi titrek olabilirdi. Böylece sessiz sualtı sahneleriyle kaotik denizaltı arasında kontrast yaratılırdı, ayıptır söylemesi... Dogma 95 Beyfendi'ye işini öğretmek gibi olmasın böyle ama...
Bazı yönetmen dokunuşları haricinde, klişe bir film. Mürettebattaki herkes, bir temsil olarak var. Yani bir grup erkeğin olduğu bu tip bir filmde mutlaka naif ve kilolu biri olur ya, bunda da bir tane var. Sonra hafiften kafası kırık biri olur, o da var. Bir de mutlaka, yakışıklı ve sağduyulu bir lider olur, o zaten hep var. Bi İnek Şaban yok...
Çukur'un son çatışma sahnesini izliyorlar galiba...
Afili cümle kurma girişimi: Sonuç olarak su üstündeki üniformalıların ahkam keserken su altındakilerin can çekiştiği bir öykü bu... Hayat gibi...
Puan: Islak bir 55
Aşktan Kaçılmaz (Juliet, Naked) - Soğuk ülkenin ılık aşkı...
Nick Hornby'nin 2009'da yayımlanan romanından uyarlama film... O kim dersen, High Fidelity'nin kitabının da yazarı. Jesse Peretz diye bir adam yönetiyor, kadrosunda ise Rose Byrne diye bir abla, yarimle izlerken onun sürekli Fatih Artman'a benzettiği Chris O'Dowd ve de Yakışıklı Yaşlanan Ünlüler listesinin başını çeken Ethan Hawke bulunuyor.
Filmin romantik diyebileceğimiz öyküsü gayet dengeli, yer yer ufuk açıcı, klişeler de abartılmamış. Birlikte yaşayan orta yaşlı bir çift var: Anne ve Duncan. Duncan oldum olası Tucker Crow isimli bir müzisyenin hastası, kadın da onun albümünü beğenmiyor. Adam tam bir fan, tam bir geek, nasıl beğenmezsin diyor, hoop, çekip gidiyor, çekip gidesi varmış demek ki. Zaten çocuk yapmaya da razı değildi, kadın da gidişini çok tınlamıyor. O sırada Anne, Tucker Crow ile uzun uzun yazışmasın mı? Onunla muhabbeti ilerletip yüz yüze görüşmesin mi? Olaya bak olaya...
Yakışıklı yaşlandığı için şu hırka bile güzel duruyor üstünde...
Film bir şekilde akıp gidiyor mu?
Film bir şekilde akıp gidiyor. Tucker Crow, aman aman müzik dehası olmasa da basit şarkılarını dinlemek hoş ve sinemadaki ses sisteminden ne dinlersen dinle güzel gelir bazen... Hoş zaten, filmin içinde de Ethan Hawke öyle aman aman müzisyen olmadığını, basit bir adam olduğunu belirtip duruyor. Her şekilde, hayatımızın içinden basit ilişkileri izliyoruz. Gerçi öyle olsa bütün akşamı Netlix'le yiyen bir çifti izlememiz lazımdı. Tam öyle bir şey değil...
Filmde çok fazla görsel anlatım numarası yok ve bi Before serisi gibi önemli şeyler söylemiyor. Evet, Ethan Hawke deyince hep Before seriiyle karşlılaştırmak geliyor içimden. Ama özellikle hastane sahnesindeki komik kaosta eğleniyor, çocuk yapmak üzerine düşünüyor ve İngiltere'nin soğuk denizlerini Şile'ye benzeterek filmi keyiflice bitiriyoruz.
Evet, yakışıklı yaşlandığı için bu pezevenk gömlediği bile sırıtmıyor üstünde...
Puan: "İzlerken eğlendim, sonra hemen unuttum" anlamında bir 65
Diğer
Bana Bir Aşk Şarkısı Söyle: Fragmanından anladığım kadarıyla arkada sürekli duygusal müzik çalıyor, birileri de ağlıyor. Mehrdad Ghaffarzadeh yönetiyor, yerli oyuncular oynuyor. Yönetmenin ismi taşaklı gibi duruyor.
Jumbo: Akıllı ve şapşal karakterleriyle bir film animasyonu... Pardon, bir animasyon filmi...
Katil Avcısı: Donovan Marsh'ın yönettiği filmde, yukarıdaki Kursk gibi yine denizaltılar var, yine Ruslar var ve bu sefer Rus beceriksizliğine değil de Amerikan kahramanlığına odaklanıyoruz. Noluyor lan, bu hafta Dünya Denizaltılar ve Rusları Koruma Haftası mı?
Sevimli Ejderha Kokonat: Ormanda Şenlik: Vejetaryen bir ejderha var, adı Oscar ve kirpi Matilda ile tatile çıkmaya karar veriyorlar. Çocuklarımız için "Koca ejderha bile et yemezken sen Mc Donalds diye tutturma eşşek sıpası" mesajı...
Şeytan Oyunu: Bu ne bee... Bu bir yerli korku ve asıl korkunç olan aşırı kötü oyunculuklar ve ondan da korkutucu olan bu oyunculukların farkına varmayarak filmi izleyecek olan insanlar galiba...
Deli ve Dahi: Mel Gibson ve "Bi bu kılığa girmemiştin" diyebileceğimiz Sean Penn başrollerde oynuyor. 19. yüzyılda Oxford İngilizce Sözlüğü'nün on bin kelimelik baskısını hazırlamaya çalışan James Murray anlatılıyor. Sean Penn de deli gibi bir şey oynuyor. Ya da, yoksa, asıl dahi olan o mu?!
SONUÇ - O değil de festival?
Bu hafta izlenecekler belli: Loro ve Aşktan Kaçılmaz filmleri sinemaya gideyim de accık eğleneyim diyenler için izlenilesi yapımlar. Eğer filmsizlikten ölüyorsanız, Kursk, Deli ve Dahi ve hatta Katil Avcısı filmleri de sizi tatmin edebilir. Fakat birkaç gün daha sabrederseniz, 5 Nisan'da İstanbul Film Festivali başlıyor, 180 küsur film geliyor, eğer İstanbul'daysanız çatır çatır ona harcayın derim paranızı. Şöyle de hatta, aklıma ilk gelenlerden bir öneri listesi hazırlayayım size. Ama hiç de filmlerin açıklamasını yazamam yanına, festivalin sitesinden bakıp buluverin bi zahmet:
1. High Life
2. Lanetli Kumaş
3. Sınır
4. Kız Kardeşler
5. Nebula
6. Evdeydim, Ama
Biraz ara verip film düşüneyim, o arada siz de bir İFF reklamı izleyin isterseniz:
7. Kaygan Zemin
8. Elveda Oğlum
9. Yuli
10. Gorbaçov'la Görüşme
11. Ağaçlardan Bahsetmek
12. Peterloo
-BİTTİ (Haftaya da evet, festival konuşacağız. Ya da ondan sonraki hafta. Bi du bakalım şimdilik)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et