Seveniyle, Uyuz Olanıyla, Linç Etmeye Çalışanıyla, Müziğiyle, Duruşuyla, Ülke Dışına Taşan Şöhretiyle... Yeni Başlayanlar İçin Gaye Su Akyol
Kültürümüze ait müzik tınılarının tüketim çılgınlığı gazabına uğraması ve endüstri içerisinde yaratılan şarkıların gün geçtikçe hafızalara girmeden direkten dönmesi yıllardır ah vah edilen bir mesele. Bakkal müziği polemikleri, çakalca beste aşırmaları filan son 10 yılda duydukları yüzünden az mahcup olmadık şu kulaklara. Kalıcılığın, zamansızlığın ve gerçekliğin azıcık ötede bırakıldığı anlık müzik paketleri çoktan kabak tadı vermiş, vizyoner kesimi ya alternatif işlere ya da bir daha dönmemek üzere dünya müziğinin sonsuz seçeneklerine yöneltmişti.
Safi gider ve bangır bangır niteliksizlik vaat eden bu piyasanın dışında sırtını doğduğu toprağa, yüzünü ufka dönen müzisyenlerin de eli armut toplamadı tabi. ‘Bu devran böyle gitmez’ tavrıyla meydanı boş bırakmayan Gaye Su Akyol da hem buralarda, hem dünyanın diğer ucunda kaşla göz arasında hatırı sayılır bir kitle kazanmış oldu.
Müziği olabildiğince kazanç ve rekabet hırsının dışında tutması, bu coğrafyadan beslenirken aldığı etnik lezzeti evrensele uyarlaması ve ruh halimiz kadar değişken çeşitli türleri tek bir anlayışta birleştirebilmesi kod adı GSA’yı izah eden bazı özellikleri. Şarkılarının herhangi bir yerinde kendinizi TSM makamının gelenekselliğine kaptırırken, birden rock’n roll’un asi ritmik akışında bulunmanız; tam adapte oldum derken nakaratta zuhur eden tatlı arabesk esintilerinin size pervasızca saykodelik kafa yaşatması falan dinleyen için olası yolculuklar. Bu fütürist müzik deneyimi beyin yakan bir serüven gibi dursa da panik yok; parçaları birleştirecek müzik kulağınız ve biraz özgünlük arayışınız varsa konu valla ziyafete dönüşüyor, mahrum kalın istemem.
Ne övgüleri ne yergileri sallayan kafası rahat şarkıcımız, 2014’ten itibaren kendi bildiğini okuyarak remix çalışmaları dışında 3 albüm ve çeşitli dizi/filmlere enfes şarkılar yaptı. Önce bi Anadolu’nun bağrını elden geçirip nabzımızı yokladı, ardından işi evrensel boyuta kadar getirmeye cüret etti kendisi.
Biz sanırım pahalı beach kültürünün getirdiği kokteyl şarkıların gürültüsüyle meşgulken o, “İstikrarlı Hayal Hakikattir” albümüyle İngiltere’ye çoktan oltasını atmıştı. Sold out olan konserlerinde İngiliz, Portekiz demeden türlü türlü millete Türkçe şarkılarını ezberletmiş, Londra sokaklarında hatırına uzun kuyruklar oluşturmuştu. Ülkece magazin çukurumuzun kısır döngüsüne hipnozken bir de Uluslararası müzik dergisi Songlines, Gaye Su Akyol’a “En İyi Sanatçı” ödülünü takdim etti geçen sene. O sıra gündemdeki hangi skandal ayrılığın şokundaysak New York Times’ta yayınlanan haberlerini bile fazlatamadık, hay allah..
Covid-19 sürecinde işsiz kalan müzisyenlere İBB kucak açtı...
Her yerde okyanuslara açılan Gaye Su, biz deforme pop deremizde boğulurken beklenmedik yerlerde fark edilmeye devam ediyordu. The Guardian’dan, The Financial Times’a, BBC’den The Times’a; Robin Denselow, Will Hodgkinson, Iggy Pop ve Paul Scott-Bates gibi dünyanın takip ettiği yazar ve müzisyenlerin alanlarına peş peşe konu başlığı olurken, kendi içimizden birinin uluslararası başarısını konuşmak böylece ebesinin nikahındaki mecralara nasip olmuştu. Yine şahsı gibi işleri ülkesini aşmış yönetmen Fatih Akın’ın yakında bir Gaye Su Akyol belgeseli çekecek olması da ekstra bilgi. E bunları bilmiyor oluşumuz da sektörel Youtube yarışımızın karambolüne geldi demek ki. Onu da mazur görsün canım, çıkan şarkının 3 günde 10m tık meseleleri filan kırmızı çizgimizdir, lütfen!
Şarkılarında memleketinin talihsiz acılarını politize eden, toplumun tarih boyu muzdarip olduğu dertlerine kendi melodileriyle yaklaşan çeşnisi bol müzisyenimiz, yarattığı sanatın kimlikle bir bütün olduğunu idrak edenlerden. Toplumun bir kesiminin hala kafasının basmadığı özgürlük algısına her fırsatta ses çıkarışı ve mevzu ne olursa olsun insanın ‘hak’ mücadelesinde yer almaktan zerre çekinmemesi de eserleriyle paralel bir kişilikte olduğunu kanıtlar nitelikte.
LGBTİ+ hakları, kadın eşitliği ve faşizm gibi kanser meselelerde kanı deli akan GSA, haftanın trend ayaklanması #ErkeklerYeriniBilsin hareketinde de fitili ateşleyendi. Kadına yönelik cinsiyetçi kalıpları erkeklere uyarlama işiyle başlayan ince ayarlı tweet serisi, kısa zamanda diğer etiketlerden sıyrılarak listenin baş köşesine oturuverdi. Gaye de durur mu, tam kalemi; döktürdü ironilerini bütün ataerkil cümlelerin içine!
Bu akımın yoluna ta 2009’larda baş koyan Burhan Altıntop ve “pantolonu gösteren ütü, erkeği gösteren döşüdür” adlı pozu…
Gelen binlerce beğeni ve katılımdan sonra önü alınamayan etkileşim; belediye ve marka hesapları, celebrity tayfa ve beraberinde birçok siyasi figür desteğiyle yeni nesil bir boyut kazandı. Bir de bu empat yöntemle falakaya yatırılan ayrıştırıcı zihniyet, çok geçmeden nifak tohumlarını da alarak gündeme cephesini kurdu. Tabu kırmaya niyetlenene “hadsiz”, buna öncülük eden sanatçının başarısına da “pr çalışması” kulpu takan tahammülsüz ekip, düşük rekabet standartlarını epey küçülten tezler sunuyordu doğrusu. Hayır bari biraz yaratıcı olun, insanın kapışmaya tenezzül edesi gelmiyor ya…
Efenim değerlerinin zedelendiğinden tutun, yazılanları komik bulmamalarına kadar binbir trajik gerekçeyle klavye çalıştıran karşıtlar, #KadınlarYeriniBilsin adlı etiketleriyle de listede umduklarını bulamadı. Aralarında yeşil toplarında bulunduğu, iki sakal alma niyetiyle gelen trol hesaplar da sağ olsun Twitter’ın banlamasıyla çarçabuk oyun dışı kaldı.
Bu, ‘bizden’ birilerinin sesinin gür çıkmasına, hayallerini gerçekleştirmesine, bir de üstüne istikrarlı çalışarak ‘sınırların ötesine geçebilme’ gerçeğine irite olmak ve hikayelerdeki alın terini hayali dış etkenlere bağlayarak azgın bir kompleksin mastürbasyonunu yapmak ne denli rahatlatıcı bilemiyorum ama son sözü ne dediğini bilen bir Barış Manço şarkısına şutluyorum;
Tövbe tövbe tövbe!
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et