Barbie Bombardımanına Karşı Nükleer Sığınak: Oppenheimer
Atom bombasının babası ve Amerika’nın Prometheus'u olarak bilinen J. Robert Oppenheimer’ın hikayesi Christopher Nolan’ın kadrajından vizyonda. Klasik bir biyografi anlatısından öte, zekice kurgulanmış bir labirent izlenimi veren film, karmaşık zaman çizelgesinin büyüsüyle sizi 3 saat boyunca koltuğunuza adeta çiviliyor.
Nolan sinematografisinde ayakları gerçeğe sıkı sıkıya basan bir film olarak fark gösteren Oppenheimer, mahkeme sahneleri, romantizm dolu karmaşık aşk dolantıları, beyaz önlüklü laboratuvar insanları, akademisyen çatışmaları ve politika sarmalı ile dinamizmini koruyor. Filmin en ilginç yanı isenormal şartlarda bir araya gelmesi neredeyse imkansız olan castı. Sadece birkaç dakika görülen sahnelerde bile efsanevi oyunculara rastlamak mümkün. Akademi Ödülleri’nin gelecek yıl ilginç yarışlara sahne olacağını müjdeleyen Oppenheimer’a gelin beraber bakalım.
Oppenheimer: Kibrin Hikayesi
Oppenheimer ile ABD Atomik Enerji Komisyonu'nun eski başkanı Lewis Strauss arasındaki çatışmanın omurgayı oluşturduğu film, ikinci dünya savaşının eseri atom bombasının yapılışına odaklanıyor. Oppenheimer’ın öğrencilik zamanlarından vatan kahramanı olduğu yıllara ve 50’lerde geçirdiği güvenlik soruşturmalarına uzanan hikayede kronoloji parça parça sunularak merak uyandırıyor.
I want to understand, I need to understand, I understand
Renkli ve siyah beyaz iki akışın bir arada işlendiği filmin sonunda iki örgü birbirine bağlanıyor. Ayrı yürünen yollar birleştiğinde, iki akışın ortak temasının “kibir” olduğu ortaya çıkıyor. "Fisyon" (parçalara ayrılma) ve "füzyon" (öğelerin birleşmesi) olarak ayrılan film, gücün getirdiği hayal kırıklıklarının hikayesini seyirciye bahşediyor. Filmin sonunda aklıma ilk gelen, bir kitapta rastladığım ““İnsan kendi kendinin hayal kırıklığıdır” cümlesi oluyor*.
Çünkü önünde sonunda hem Oppenheimer hem de Lewis Strauss kendilerine dair hissettikleri hayal kırıklığı ile baş başa kalıyor. Oppenheimer bu yükün ağırlığı ile kendini cezalandırmayı yeğlerken Strauss başkalarını cezalandırmanın güç gösterisine devam ediyor.
Çapa’nın gururu
Bu noktada filmin dramatik yanının sömürülmediğini söylemem gerek. Örneğin film atom bombasının hikayesini anlatsa da Hiroşima veya Nagazaki’deki görüntülerin yeri yok. Cesetler, küle dönmüş taşlaşmış kemikler, ikonik fotoğraflar görmüyoruz. Nolan bunu "Biz, karakterin o sırada bildiğinden çok daha fazlasını biliyoruz" diyerek açıklıyor: "Hiroşima ve Nagazaki'nin bombalandığını tüm dünya gibi o da radyodan öğrendi..."
Evet filmin renkli bölümlerinde Nolan sürekli Oppenheimer’in gözlüğünü takarak bizlere olan biteni gösteriyor. Oppenheimer’ın gözünden Soğuk Savaş'ın II. Dünya Savaşı bitmeden başladığını, Japonya’ya atom bombası atma kararının nasıl verildiğini, “görmemenin” sorumluluğu ilk başta nasıl da hafiflettiğini göz önüne seriyor.
Bilim İnsanı da İnsandır
Ancak bu bilgiler size karakterin sadece bilim insanını yönünü gördüğümüzü düşündürmesin. Sürprizler var… Oppenheimer filmde, T.S Eliot'un “Çorak Ülke”sini okuyor, Stravinsky'nin “Bahar Ayini”ne kulak veriyor, Picasso tablolarını inceliyor, yer yer Freud ve Marx'ı referans veriyor. Kısaca Nolan atom bombası gibi bir ölüm silahını icat eden kişinin, bizler gibi insan olduğuna seyirciyi ikna ederek hikayeyi açıyor. Ancak çocukluğuna inmeden…
Filmin belki de bilim felsefesi sorgusu ile zihni meşgul eden, ancak duygusal anlamda biraz eksik hissettiren yanı buradan kaynaklanıyor. İlginçtir bir biyografi filmi olmasına rağmen ana karakterin çocukluğuna, kök ailesine dair çok çok az veri elimizde kalıyor. Yetişkin karakterinin temellerini atan o dönemin flu bırakılmasının da etkisiyle, Oppenheimer’ın duygusal çatışması da sis bulutu ardında kalıyor. Karakter gerçekten ne düşünüyor, ne hissediyor birçok yerde net olarak tanımlamak güç. Elbette Nolan’ın filmin bir belgesel olmadığının işareti olarak bu belirsizliği korumak istediğini de düşünmek makul.
Cast'ının zekatını verse 10 film çıkar
Filmin akıllara kazınacak çok sayıda performansla dolu olduğunu müjdelemeyi borç bilirim. Buz mavisi gözleri ile yakından da yakın planlarda etkileyici performans sergileyen Cillian Murphy, genç bir öğrenci karakteri olarak başladığı yolculuğu ak Gandalf olarak tamamlıyor. Geniş zaman aralığında geçen hikayede hem sanat ekibinin hem de oyuncunun karakter üzerindeki büyüleyici dönüşümünün alkışlanması gerek.
Damon: Kaypak Başrol, Güvenilir Yaver
Ayrıca Niels Bohr rolünde Kenneth Branagh, Ernest Lawrence rolünde Josh Hartnett boy gösteriyor. Olivia Thirlby, Rami Malek, Jack Quaid, Macon Blair, Casey Affleck, David Krumholtz, Alden Ehrenreich ve Gary Oldman ise filmin Nolan için dahi eşsiz bir kadro olduğunu ispatlıyor. Los Alamos'un askeri amiri General Leslie Groves rolünde Matt Damon, Lewis Strauss rolünde Robert Downey, Jr, Robert'ın karısı Kitty Oppenheimer rolünde ise Emily Blunt harikalar yaratıyor. Özellikle Blunt’ın sorgu sahnesindeki soğuk kanlı performansı, Strauss’un basın önüne çıkış ve Matt Damon’ın Cillian Murphy ile tanışma sahneleri oldukça etkileyici.
Oppenheimer ve Nolan’ın Kadınları
Filmde Oppenheimer’ın aşk hayatının beklenenden daha çok yer aldığını söylemek gerek. Ancak Nolan filmlerinde hep eleştiri oklarının hedefi haline gelen, duygularına teslim olan kadın karakterlerin makus talihi bu filmde de değişmiyor. Florence Pugh'un can verdiği Jean Tatlock’un politik olarak güçlü ama aşk karşısında kırılgan duruşu, Emily Blunt’ın eşini destekleyici ama alkolik karakteri, Nolan filmlerinde ana kadın karakterlerin şehvetli ama defektli çizildiği, erkek üzerinden var olduğu tezini doğrulamaya devam ediyor. Bugüne kadar seks sahnesi çekmemiş olan Nolan’ın Oppenheimer’da yer alan iki seks sahnesinde ise eleştirilere yanıt verircesine kadınların aktif olduğu pozisyonları seçmesi oldukça ironik. Bilim insanının kadınlar üzerindeki efsanevi cazibesini bu şekilde somutlaştırmış olma ihtimali de cepte tabii…
Filmin ilk seks sahnesinde Oppenheimer’ın tarihe geçen “Şimdi ölüm oldum, dünyaların yok edicisi." sözlerinin ilk kez duyulması da manidar. Üreme yani yaratma eyleminin karşılığı olan seks sahnesinde kitaptan okuduğu o sözler, atom bombasının yaratıcısıyken yüzbinlerce insanın ölüm sebebi olmasındaki ikiliği de vurguluyor.
"Gene kim kapattı bu klimayı?!"
Aslında filmde bu şekilde kullanılan birçok metafor var. Alevler, yıkıntılar, yanmış bir beden, heyecanla tepinen ayaklar ve havai fişekleri andıran patlamalar Oppenheimer’ın bastırdığı duyguların yerine ekrana gelerek seyirciye işaret veriyor. Bu flashshootlar anlatıya zenginlik katıyor. Yağmur sularının birikintilere düşmesi ile açılan filmin aslında o sekansla nükleer patlamanın görkemli yok ediciliğini vurguladığını çok sonra anladığımız gibi… Diğer taraftan atom bombalarını test ederken güneş kremi ve gözlük kullanan insanların, yüzbinlerce insanın canını aldığı gerçeği de metaforların gücünü bir kez daha ispat ediyor.
Kısaca Kai Bird ve Martin J. Sherwin'in “American Prometheus: The Triumph and Tragedy of J. Robert Oppenheimer” kitabından uyarlanan Oppenheimer hakkında söylenecek çok şey var. Hem Christopher Nolan sineması hem de ikinci dünya savaşı filmleri arasında ayrıcalıklı bir yer edinecek filmin, teknik alameti farikası ise IMAX 70mm kompozisyonları ve yakın çekim yoğunluğu. Tüm karakterlerin mahkeme sahneleri ile adeta seyirciyle yüz yüze konuşma fırsatı bulduğu bölüm, filmin diyalog yoğunluklu hikaye anlatısını güçlendirirken hemen ardından geçen çözülme aşamasındaki tercihler ise filmin belki de tek handikapını ele veriyor: Oppenheimer çok şey anlatıyor…
Öyle ki filmin çözülme evresinde bahsi geçen karakterleri anlamamız için bir an o karakterlerin görüntüleri ekrana geliyor. Çünkü izleyicinin hafızası için bu kadar isim ve konuşma gerçekten yorucu. Hal böyle olunca Nolan da hatırlatıcı olarak kişileri ekrana taşımış. Anlama açısından yardımcı evet ama filmin yoğunluğunun da itirafı gibi. Sahi, o görüntüler olmasa filmde kimin ne yaptığını gerçekten anlayabilir miydik?
Tam burada dil çıkarmasını bekledik ama olmadı...
Sinemada izlemeniz gereken yılın en iyi filmlerinden biri Oppenheimer, Barbie’nin oynamadığı tüm salonlarda gösterimde. :) Sinemalara uğrayınız.
*: Şule Gürbüz - Zamanın Farkında
(gizemkaboglu Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et