Popo, Kan, Popo ve Daha Çok Kan: The Substance
Son yılların kuşkusuz en ilginç filmlerinden biri The Substance, yalnızca Demi Moore’un geri dönüşü ile değil rahatsız edici sahneleriyle de gündemde. Bol bol popo, kan ve daha çok popo göreceğiniz film, izleyiciyi popo (ay pardon pop) kültür eleştirisi niteliğindeki bir bilimkurgu esintisinin içine çekiyor. Kan revan içinde kalan karakterleri ile Halloween üstü dehşet uyandırıyor. Kesinlikle rahatsız edici, hikayesi ile ilgi uyandırıcı ve anlatımıyla son derece yenilikçi…
Prömiyer yaptığı Cannes’da aldığı senaryo ödülünün ardından uzun süredir beklenen The Substance 31 Ekim’de Mubi Türkiye’de yayınlanacak. Fransız yönetmen Coralie Fargeat imzalı olan Demi Moore ile Margaret Qualley’i başrollerde buluşturan The Substance, ülkemizde Cevher adı ile izleyiciyle buluşacak. (Bu filme Arapça bir göbek adı koymak gibi olmuş biraz ama neyse…)
Kim bilir hangi düğün arabasının kaputundan kaçtı...
“Body horror” türüne yakın gördüğümüz The Substance, Altın Küre’de komedi müzikal dalında yarışacak olmasıyla son günlerin en ilginç tartışmalarının da konusu oldu (bu sefer güldürmedi). Oldukça trajik ve korkunç ögelerin yer aldığı eser, komedi unsurlarını yalnızca sos gibi kullansa da, kendini komedi sınıfına indirgeyerek Altın Küre’ye başvurdu (bir insan onca yıl ne yaşadığını bilmez mi sayın yapımcı?)
Film drama dalında yarışsaydı Moore; Angelina Jolie (Maria), Nicole Kidman (Babygirl), Saoirse Ronan (The Outrun) ve Tilda Swinton (The Room Next Door) ile karşı karşıya gelecekti.* Demi Moore’un ödül şansını artırmak için yapılan bu tercih, birçok izleyene filmden bile komik geldi tabii…
Böyle yapınca komik oldum bence...
The Substance hikayesinin kökleri sinemanın en çok işlenen konularından birine uzanıyor. Kadınlar üzerindeki güzellik ve gençlik baskısı. Bu tema aynı DNA’dan türeyen iki kadının aralarındaki rekabet ve güç savaşı ile somutlaşıyor. Film, kadınlığın doğurganlıkla, doğurganlığın arzulanabilirlikle eş tutulduğu dünyada, doğurgan ve genç olmayan bir kadının arzu nesnesi özelliğini kaybetmesinin sorgusunu yapıyor.
“Buraya bakarlar…” (Ankaralılar kıps)
Oscar ödüllü eski bir oyuncu ve gündüz kuşağının spor koçu olan Elisabeth Sparkle (Demi Moore) filmin ana karakteri (Miss Pilates Ebru Şallı’nın bir değişik versiyonu olarak hikayeye başlıyor). Elisabeth’in yaşlandığı gerekçesi ile Dennis Quaid tarafından canlandırılan kanal yöneticisi onu işten kovuyor (buradaki replikler Ahmet Çakar’ın Türkiye güzeli yorumları ile yarışır).
Daha genç olmamanın sancıları ile cebelleşen Elisabeth, bu sırada karşısına çıkan “hayat iksirine” dört elle sarılıyor. Karaborsadan aldığı bu madde, kişinin DNA’sından daha genç bir versiyonunu yaratıyor. Ancak bir kural var, klon da orijinal beden de yalnızca 1 hafta hayatta kalabiliyor. Sonrasında yer değiştirmeleri gerekiyor. Biri hayattayken diğeri off modunda olan iki kadın, bir ipte oynayan iki cambaz gibi aynı dünyanın içinde nöbetleşe yaşıyor.
Kem göz
Genç klon Sue, Elisabeth’in yerine yeni spor koçu olarak TV programı yapmaya başlarken Elisabeth’in adı billboardlardan siliniyor, yalnızca şöhret kaldırımında kalıyor. Gençliğin cazibesi ile dünyanın tüm nimetleri önüne serilen Sue oyunun kurallarına uymayınca, iki kadın arasında ölüm kalım savaşı başlıyor. All About Eve gibi kült örneklerde gördüğümüz kadınlar arası varis rekabeti, bu kez aynı DNA’ya sahip iki kadın arasında yaşanıyor.
Sembolik gücü bir hayli yüksek olan filmde, klonun doğumunun orijinal bedenin (Elisabeth) omurgası üzerinden olması dikkat çekici. Elisabeth’in estetiklerle değiştiği, genç kalmak için onlarca operasyona teslim olduğu belli olan bedeni, filmde eril hegemonyanın esiri. Daha çok İslam dininde yaygın olarak bilinse de Tevrat’ta da kadının erkeğin kemiğinden yaratılması rivayeti mevcut.** Belki de bu inanışlara gönderme ile güzeller güzeli ve genç klon, eril kültüre teslim olmuş bedenin (bir anlamda erkek bedeninin) omurgasından yaratılıyor
Sezaryen kamu spotu kadar iğrenç evet
Yaratılışın 6. gününde olduğuna inanılan kadın ve erkeğin yaratılması sürecine referansla, bir bedenin ömrünün en fazla 7 gün olması da muhtemelen bilinçli bir seçim. Bu bakışla filmin, kadına yüzyıllardır biçilen (dinler üzerinden yayılan) rolün bir formunu yansıttığını söylemek mümkün. Elbette bu kimlikleri üzerine giymek zorunda kalan kadınlar tarafından bu rollerin yeniden üretildiği de filmde vurgulanıyor. Yani Elisabeth kendi genç versiyonunu doğurup kendi tahtını devrederek aslında sisteme istediğini veriyor.
Sokak röprtajındaki dayılar ve röprtajın yıldızı coşkulu adam
The Substance’ın kamera açıları ve odakları da eril bakışı yeniden üretmeyi ihmal etmiyor. Film, eleştirisinin hedefine koyduğu “şeyi” kendi argümanlarının kılıfı haline getiriyor (bu da bir yandan oldukça sorunlu ve rahatsız edici tabii...)
Sue’nun spor yaptığı anlardaki kamera hareketlerinin kadın bedenini bir ürün olarak sunduğu aşikar. Popo, popo ve daha çok popo gördüğümüz bu sahneler unutulacak gibi değil. Erotik görüntüler, adeta taciz edici kamera açıları ile en ilkel uyaranlara maruz kalan izleyici, rahatsızlıkla gelecek dehşete diken üstünde hazırlanıyor. Yönetmen ise klonun doğum anında başlattığı, filmin sonunda zirveye taşıdığı vahşetle izleyiciyi son raddeye kadar zorluyor.
Bu zorlama önemli bir alt metinden kopuk değil. Hobi olarak yapılmamış yani. Kan, beyaz fayanslara yapışan vücut sıvıları, çirkin canavarlar da o idealize edilmiş bedenin bir parçası… Bu da güzellik için yok sayılan öteki yüzün göstergesi. Gençlik uğruna her kadına dayatılan enjeksiyonların, dökülen kanların, açılan neşter yaralarının açıkça eleştirisi karşımızda. Bu sahnelerde tiksinmekten ne anlatıldığına odaklanabilmek zorlaşıyor o ayrı… Film hakkında dünyanın dört bir yanından salonları terk eden insanlar olduğu haberlerine rastlamamız boşuna değil.***
BİM getirsin, teyzeler bunun için kurşun atar kurşun yer
Demi Moore’un Variety’e verdiği röportajda The Substance’tan "The Picture of Dorian Gray, Death Becomes Her ve bir Jane Fonda egzersiz videosunun birleşimi gibi” diye bahsetmesi oldukça anlamlı. Dorian Gray’in portresini okurken altı mutlaka çizilen şu cümle de filme cuk diye oturuyor: “Bazı kişiler için en büyük ceza kendi varlıklarıdır.”
Film, dayatılan güzellik standartları nedeniyle kadınların kendi varlıkları ile girişmek zorunda kaldığı savaştan galip çıkamayacaklarını vurguluyor (Ajda Pekkan ile henüz tanışmadılar belli ki). Duru durağı olmayan ve hemen her gün yeni bir “freak” yaratan şov dünyasının eleştirisi de filmin sonunda netleşiyor. Ancak tüm iğrençliğine rağmen bu canavarın hala kendine bir kimlik yaratmak için Elisabeth’in takılarını kullanması, onun maskesini takması son derece ironik. Beden algısının kaybolması, gerçeklikten kopuş daha net nasıl anlatılabilirdi ki…
Kargocuyla karşılaşmamak için gösterdiğin çabayı tanıdın mı?
Şok edici sonu, eleştirel senaryosu ve rahatsız edici perspektifi ile The Substance kesinlikle yıllarca konuşulacak bir film. Eksikleri ve eleştirilmesi gereken yanları da var elbette.
-
Banyoda yatan ve 1 hafta boyunca adeta bitkisel hayatta olan beden için ayrı bir olay örgüsü olabilirdi.
-
Keza iki bedenin doğum sonrasında ortak bir hafızayı paylaşmaması kolaycı bir seçim gibi geliyor.
-
Elisabeth’in depresif hali, aksiyonsuzluğu bilinçli bir seçim belli ki. Yine de filmin temposunu düşüren bölümler olduğunu belirtmek gerek. (En ikonik sahnelerden biri ise Demi Moore’un makyaj yaptığı o bölüm. Yönetmenin çekimlerde en çok tekrar istediği sahne olduğunu bilmek ilginç gelecektir.)
-
Elisabeth ile Sue arasında büyüyen öfkenin; tüm sektöre, dominant kültüre karşı olduğunu söylemek malumun ilamı. Ancak bu şiddetli öfkenin tüm kadınların öfkesine dönüşebileceğine dair bir kehanet görmeyi istedim doğrusu. Elbette sinemanın çözüm sunmak, umut vermek veya bir hareketi desteklemek gibi bir misyonu yok ancak sonun bu derece sembolik olması filmin taşıdığı öfkenin havada asılı kalmasına neden oluyor. Yeri, yurdu olmayan bir öfke bulutu içinde sinemadan çıkan izleyici gözlerine bulaşan kandan etrafını, filmin hayat ile olan sıkı sıkıya bağını görmekte zorlanabiliyor.
Farklı ve kesinlikle sıradışı bir film izlemek isteyenler için Cevher / The Substance kesinlikle ilgi uyandıran bir seçenek. 31 Ekim itibarıyla MUBİ’de bulabileceğiniz filmi izlemekte zorlanacağınız kesin. Yine de bir deneyin, bittiğinde dehşet içinde olacağınıza eminim. İyi seyirler…
*: https://www.beyazperde.com/haberler/filmler/haberler-1000110236/
**: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/818932
(gizemkaboglu Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et