Karayip Korsanları: Salazar’ın İntikamı (Johnny Depp tekne animatörlüğü yapıyor, Javier Bardem'in ölüsü yetiyor...)
Turistik tekne turlarındaki rastalı animatörlerin Sparrow Baba'sı Johnny Depp’in türlü şirinlikler yapacağı Karayip Korsanları 5, haftanın öne çıkan filmi... Yaz sıcağına hasret olduğumuz şu zamanlarda, filmdeki cennet koy görüntüleriyle heyecanlanacak, okyanus dibine düşen karakterlerle suya çivileme daldığımız tatil günlerini yad edeceğiz. Zaten film öncesi-film arası sürekli tatil reklamı izleyen yerli turistler olarak canımız deniz çekecek, BİM’den alınan peynir-sucukla beslendiğimiz bir tatilin hayalini kuracağız...
O zaman denizden, sucuktan söz açmışken yerli deniz filmi Sarmaşık’tan bir sahne izleyip geçelim yazıya:
Karayip Korsanları: Salazar’ın İntikamı (Pirates of the Caribbean: Dead Men Tell No Tales) - Film-milm ayağına Karayiplerde tatil yapmak...
Espen Sandberg ve Joachim Rønning... Kon-Tiki diye güzel bir film çekmişlerdi hani, ABD'den Polinezya'ya salla göçen ilkel insanları araştıran bir grup akademisyenin peşine düşmüştük. Şimdi de bu Norveçli ikili "Bu akademisyen işleri bu aralar yaş, şimdilik bulaşmayalım ama turkuvaz mavisi deniz çekmekten vazgeçmeyelim" diyerek Karayip Korsanları'nı yönetiyor.
Orlanda Bloom, Johnny Depp ve Javier Bardem gibi her kadına hitap eden tipleri, Kaya Scodelario isminde güzeller güzeli bir kadını oyuncu kadrosunda görüp başımızla onaylıyoruz. Karakterlerde yine, Barbaros Hayreddin Paşa'ya benzetmeyi pek sevdiğimiz Kaptan Barbossa'yı (Geoffrey Rush) ve gemisinin üzerinde "Rastayım Saçlarına" yazan Jack Sparrow'u görüp seviniyoruz.
Batıyor mu, çıkıyor mu?
Karayip Korsanları'nın öyküsü değişmiyor. Jack Sparrow rastalarını sallaya sallaya kaçıyor, birileri bunu arıyor, başına belalar geliyor, bir anti-kahraman olduğu için ölümle burun burunayken bile kaygısızlığını bozmuyor. Sonra değişik güç odaklarının bir nesneye ihtiyacı oluyor. Bu nesne yeri geliyor bir sandık, yeri geliyor bir pusula, ne bileyim yelken bezi, kadeh filan olabiliyor. Şimdi biz rahatız tabii, istediğimiz her şeyi Japon Pazarı'nda bulabiliyoruz, baca kapağı gibi tuhaf bir ihtiyacımızı bile LAP diye alıyoruz ama sömürgecilik zamanında insanlar iki kadeh için birbirini yiyor!
Bu filmde de hayaletler, gökbilimciler, denizciler ve Sparrow 'efsanevi' Poseideon Mızrağı’nı arıyor. Mızrak tüm lanetleri ortadan kaldırabiliyor ve bu mızrağa en çok Henry Turner'ın ihtiyacı var. Çünkü Uçan Hollandalı'da mahsur kalan -çok afedersin lanetli- babasını kurtaracak...
- Saçında yosun kalmış desem çok ayıp olur mu ki?..
Neresini izlersek hoşumuza gider?
Henry Turner büyüyüp koca adam olduğu halde o sırada hiç yaşlanmayan sersem Sparrow'un bir şeylerden kaçtığı bölümler eğlenceli... Giyotinden kelle kurtarmalar, yağmura yakalanmalar, çamura bulanmalar derken kıpır kıpır oluyoruz. Senaryoda da bi' ışık hissediyoruz. Carina Smyth isminde bir gökbilimci, gizemli ama bilimsel bir şeylerden bahsettikçe meraklanıyoruz. Yıldız falına baksa da, Sparrow'a kısmet çıksa (belki duş alma alışkanlığı edinir) diye umuyoruz. Johnny Depp'e CGI basarak oluşturulan Sparrow'un gençliğini gördüğümüz sahneler de ilgi çekiyor.
Yeni bir şey yaratmaktansa, gereksiz nostalji duygusunu dürtmeye yarıyor film... Siyah İnci’yi görüp duygulanıyor, Barbossa'nın maymunu şirin Jack'i görüp hoş oluyoruz (aklımıza Mahallenin Muhtarları'ndaki Temel'in maymunu Çaydanlık geliyor)...
- Bar tuvaletine komik yazı yazma sancısı...
Devamı geliyor mu?
Filmin hedef kitlesi zamane ergenleri olunca, nostaljik unsur yetmiyor, kızla buluşmaya çıkmış ergen jölesi gibi bol CGI kullanmak gerekiyor. Ama yeterince hareket olmayınca kuru kuru CGI fayda etmiyor. Hatırlarsanız 3. filmde gemilerin içinde dinmeyen bir hareket vardı, nasıl da güzeldi; burada hayaletlerin birkaç yerde ÖCÜ yapması dışında heyecan yaratacak bir olay yok. Nedir bu 3D, CGI hevesi ya?! Filmin yarısını efektler oluşturunca yönetmenlere ne iş kalıyor? 'Fotoşop bilenin yanına oturan bir bilmeyen' gibi “Şurayı bi pırt kaydırsak, burayı bi tırt karartsak” mı diyorlar?
Hayalet tasarımları yaratıcı ama... Uzuvları eksik, çürümüş ölüler özgün olmuş. Belki, bu sefer çok Oscar adaylığı gözükmeyen filme kostüm-makyaj ödülü verirler (Jack Sparrow’a da sürpriz koreografi yaptırırlar ödül sonrası, sonra sallana sallana seyirci arasına girip ayyaş esprisi yapar. Tutar bu!)...
- Boş şezlong vaarrr....
Tam "Adamın ölüsü de yakışıklı" diyeceğim, takma dişini çıkarmış babaannem geliyor aklıma...
Yeni filmde peşine düşülecek birkaç nesne önerisi:
* Kutsal bıyık tarağı (Tarak-ı Şerif)
* Mitolojik turşu bidonu... (Dionysos, şaraplarını koyuyormuş içine)
* Efsanevi armut koltuk... (Gemide her şey tahta, kıçları düzleşti adamların)
* Korsan desenli bandana... (Ama öyle bildiğiniz bandanalardan da değil)
Puan: 50 birim Sparrow sallanması...
- Turist yok diyolar ama burası İngiliz dolu...
Karanlık Görev (The Age of Shadows) - Kore'deki Kore Gazilerinin filmi...
Filmi, iyi gerilim filmleriyle bilinen Güney Koreli Jee Woon Kim yönetiyor. Kendisi bi' ara Hollywood'a transfer olup Hollywoodvari bir film olan The Last Stand'ı çekmiş, "O kadarını onlar da çekiyor, memleketine dön" çağrılarına dayanamayarak geri gelmiş. Bu son filmi, 'haftanın art house işi' diye Türkiye'de az salona koyuldu ama gayet de ajanlı-aksiyonlu-gerilimli bir film... Bakalım:
Neredeyiz? Günlerden ne? FETÖ mü o?
1920’lerin Kore’si Japon işgali altında ve Korkusuzlar isimi bir örgüt Kore’nin bağımsızlığı için direniyor, gerekirse Japon mevkilerini bombalayarak düşmanı yurttan kovmaya çalışıyor. Koreli bir komiser var, adı Lee Jung Chool, eski solcu ama Japonlara istihbarat verdiği için mesleğinde yükseltilmiş, örgütü bitirme görevi verilmiş. Kimin tarafını tutacağı konusunda da kafası karışık... Karşılıklı hamleler ve çatışmalar halinde ilerleyen filmin asıl çekiciliğini bu ikilem oluşturuyor.
"Kim ajan, kim polis, Kim Ki-duk? Kim Korkusuz, kim baş parmağını ön dişlerine bastırıp kafasını oynatacak kadar korku içinde?" derken meraklanıyoruz. Dikkati dağınık izleyicinin iyi odaklanması gerekiyor. Biz gözleri çekik olmayanlar, çekik gözlü karakterleri zaten birbirine karıştırıyoruz ve zaten Lee'li, Jee'li, Kim'li isimler akılda kalıcı değil. Bir 'Ajan-Polis-Çekimser' tablosu çizmek yararlı olabilir.
- Ya tam adamı vururken aklıma takıldı... Biz şimdi Güney Kore miyiz Kuzey Kore mi?
Kategorize edip anlatır mısın?
Aksiyon: Aksiyon dozajı yerinde. Özellikle bir tren sekansı var ki, abartısız, çok yalın bir aksiyona sahip... Polisler ve devrimciler treni boydan boya birkaç kere geçerken hem gerilim hem de aksiyon iyi yaratılıyor. Devrimci yakalanacak mı yakalanmayacak mı korkusu izleyeni de sarıyor, bilet almadan trene binen, biletçi gelirken tuvalete giden 'dönem yolcuları' gibi ürkekçe bakıyoruz.
Yönetmenlik kumaşı: Kamera ani hareketlerle zoom in-zoom out yaparken “Aa Arka Sokaklar tarzı, peki bu Lee Jung Chool da Hüsnü Çoban kadar babacan bir komser mi?” diyebilirsin ama öyle deme. Zoom out sonrası, görüntü uzaklaşırken aslında kameranın cam-pencere arkasında devrimcileri gözetleyen polislerin yanında konumlandığını gör ve kamerayı biraz onurlu davranmaya çağır!
Oyunculuklar: Başrol Kang-ho Song, hem tedirgin hem de cool gözükebilen mimikleriyle karakterine ruh üflüyor, iyi yapıyor. Ayrıca her Kore filminde olduğu gibi oyuncuların Korece konuşmalarındaki ahenk filme bir sempati kazandırıyor. Filmin senaryosu ne kadar karanlık olursa olsun, Koreli kız çocuğunun komik videosu gibi gülümseyerek izleyebiliyoruz...
Bu kız ileride dostunu düşmanını tanıyabilecek mi peki?
Not: “Ya ben hâlâ anlamadım, nasıl bir film bu” diyenler için, Tarantino’nun Soysuzlar Çetesi’nin çekik gözlü hâli diyeyim, sen anla…
Puan: 75 birim dönem filmi otomobili...
Deha (Gifted) - Düşünmeden tek seferde söyle: 7 kere 9?..
Marc Webb'in yönettiği filmde, yeğenini yetiştirmeye çalışan Frank Adler'i ve onun zeki yeğeni Mary'i izleyeceğiz:
Şunu da özetle, bitir:
Film her biri ayrı zeki olan Adler ailesini gösterip biz o kadar zeki olmayanları hasedinden çatlatıyor. Matematik dahisi annesini erken yaşta kaybeden, dayısının yanında yaşayan 7 yaşındaki Mary'nin üstün zekalı olduğu ortaya çıkıyor. Zaten ananesi Evelyn de matematik dahisiymiş. Genetik zekiler yani, genlerine EBOB'lar, EKOK'lar, logaritmalar kazınmış (kazınmış?). Sonra arada kalıyor çocuk: Dayısı "Her salak çocuk gibi ebelemecilik oynasın, çocukluğunu yaşayasın" derken ananaesi, "Her yer imam hatip oldu, özel okula vericem kızı" diyor ve olay mahkemeye taşınıyor.
Çocuğun kafasının içine girebilsek ilginç olabilecek film, mahkemede artistik avukat konuşmalarıyla gereksiz duygusallığa bulanıyor. Mary hukuk dahisi olaymış da avukatları döt edip susturaymış keşke; bak o zaman da ilginç olurdu. Bu şekilde ise orta kararda, orta yolcu bir yapım...
- Dahi de olsam intergral çözerken "Komşudan bir 10'luk alsaak..." diye hesap yaparım.
Puan: 7 kere 9... (Düşünüyorsun hâlâ di mi?)
Diğer:
Ramazana iyi gideceği düşünülen, Bilal-i Habeşi'yi anlatan ve Arap sermayesinin parayı basıp "Yallah" demesiyle Pixar-Disney teknisyenlerine yaptırılan animasyon Özgürlüğün Sesi Bilal-i Habeşi ve Emir Kusturica'nın çektiği, üstelik Monica Belucci'yi* de oynattığı, bol bol Balkan müziği dinleyip kendi halinde mutlu insanları izleyeceğimiz Aşk ve Savaş haftanın ilgi çekici diğer filmleri...
Ne kadar uğraşsalar da pek ilgimizi çekmeyecek filmler ise şöyle: Sahura kalkmadan oruç tutmak kadar kötü bir deneyim olduğuna emin olduğum yerli korku Sinsiran Yasak Aşk, vizyonu 6 aydır "Bi 5 dakka daha uyuyayım" misali ertelenen Türkiye-İran ortak yapımı Yarının Adı Başka, başroldeki Öykü Karayel'le dikkat çeken, Afganistana kadar uzanan bir yerli dram Toz, müslümanlara karşı olan bir piskopatı anlatan ve bu kutsal sinir stres bu döneminde iyi gideceği düşünülen yerli film Katre...
* Zamanında hayallerimizi süsleyen kadın yerli dizilerin fettan yengelerine benzemiş ya la...
SONUÇ - Farzını kılsak yeter mi?
Karayip Korsanları'nın ilk dört filmini izlemişseniz, bu dört filmin boşa gitmesini istemeyeceksinizdir (tekne turunda animatörlük kariyeri düşünmüyorsanız eğer, bu birikim ileride işinize yaramaz)... O zaman yeni film Salazar'ın İntikamı'na da gidebilir, en azından bir bölümünde eğlenebilirsiniz. Karanlık Görev ise bu haftanın 'en ederi olan' filmi, kırk yılın başı kaliteli senaryo ve iyi aksiyon bir araya gelmişken kaçırmayınız. Kaçıranlar da bir sonraki seansı beklesin, Torrent'te kazasını yaparım diye düşünmesin (Cemaatle izlemek kadar sevap olmaz çünkü)...
Bunun dışında, ortalama beklentiyle izlenip ortalama zevk alınabilecek filmler ise Deha ile Aşk ve Savaş... Haydi Allah kabul etsin....
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Wonder Woman var. Bakalım ona layık olabilecek miyiz?)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta paylaş twitter'da paylaş Allah'a havale et