Vizyonda Bu Hafta: Frankenstein (ya da 3D yazıcıdan adam çıkar mı?)
Cumhuriyet Bayramı, Cadılar Bayramı ve 1 Kasım seçimleri arasındaki şu kutsal zaman diliminden hepinize selamlar sevgili Zaytung Sinema takipçileri. Sektör de "Biz bile müşahit yazıldık anasını satiym. Bu hengamede kim takar sinemayı" demiş olmuş olacak ki yılın en zayıf vizyon haftalarından biriyle bizleri selamlamış. Vasat yabancılar, 3 gün sonra kimsenin hatırlamayacağı yerli komediler falan. Neyse, biz gene yazdık ne varsa, siz de bi bakın belki gönlünüze göre bi şeyler çıkar...
Frankenstein - Bülent Kayabaş'tan 3D yazıcıya giden yol...
Kitabı 1800'lerin başında yazılan bu eser, sinemanın ilk zamanlarından beri defalarca (otantik örnekleri hariç 25 kere) sinemaya uyarlandı. "Ooo 100-150 sene geçmiş, kim soracak telifini, tak maskeyi de çekelim şunu" anlayışındaki çeşitli yönetmenlerin umarsızca uyarladığı Frankenstein'ın 2015 versiyonu bu da.
Bir de aralık ayı ortasında vizyona girecek olanı var (Victor Frankenstein). Onun kadrosu, siması tanıdık gelen ünlülerle dolu. Bu ise popüler değil, zaten diğer ülkelerde fantastik-korku filmi festivallerinde gösterilirken sadece Türkiye'de vizyona girmiş ("Millet 3'e izlerken biz 15'e gidiyoruz" diye de çevrilebilir).
İçeriğinde Matrix'in Trinity'sini, yani artık iyice yaşlandığı için jest mimik kaybına uğrayan Carrie Anne Moss'u barındıran filmin fragmanı:
Modern uyarlama bu: Romandaki gibi ismi Victor Frankenstein olan biliminsanının yarattığı isimsiz canavar, bu sefer 3D yazıcıyla yapılıyor. Eskiden zordu, tek parti döneminde mezarlardan ceset parçaları toplayarak yapılıyordu bu işler. Yalnız, kahramanımız teknolojik ürün dediysek de mükemmel demedik; hücre bölünmesi sorunu mu ne varmış, yaratıcılarının ergenlik sivilcesi sandığı yaralar tüm vücudunu sarmış. Canavarın error verdiğini gören araştırmacılar öldürmeye çalışıyor garibanı. Doğar doğmaz isyankar olmaya zorlanan kahramanımız ise bir şekilde kaçmayı başarıyor...
"Yaralı Franki" isimli Arabesk Rap albümü için imaj çalışmaları...
Kendisini herkese "canavar" olarak tanıtan ve yeni doğmuş (yazıcıdan taze çıkmış) olduğu için konuşamayan canavarımız önce doğada avlanarak yaşamaya çalışıyor. Doğa güzel, bulduğunu yiyebiliyor, bi' köpeği de kendisine arkadaş edinince keyfine diyecek yok... Lakin kentin arka sokakları doğaya benzemiyor: Pis polisler, sokak serserileri, umarsız zenginler... Bizimki insanların içine girdikçe insanların içini öğreniyor...
Aslında en lezzetli yeri burasıdır bunun...
Film boyunca kafasına çalışıyorlar çocuğun. Alnına kurşun mu sıkmıyorlar, kafatasını mı kesmeye çalışmıyorlar... Bu, kendisini yapan ekipteki kadın doktoru anne belleyip onu arıyor her yerde. Öyle işte; bence sen bu acı dolu filmi izlemek yerine, Bülent Kayabaş'ın başrolünde olduğu 1975 yapımı Sevimli Frankenstein'ı izle. Komedisi ve fantezisi bol, "Dünya barışı" mesajı vermeyi es geçmeyen ve "Vakit doldu filmi bitirebiliriz" diye fantastik bir şekilde sonlanan yerli fantastik film derler buna:
Puan: Renkli çıktı 50 kuruş
Kaderle cilveleşen başka bir karakterimizle devam edelim yazımıza.
Nefesim Kesilene Kadar - Minimal gıybet filmi
Bir tekstil atölyesinde ortacılıkla geçinen (incik-cincik işler) Serap'ın çaresizliklerle dolu hayatını anlatıyor ilk filmini çeken Emine Emel Balcı. Serap, hayırsız babasının bunu geçindirememesi yüzünden ablası-eniştesiyle yaşar ve enişte bunun kazandıklarına el koyar. Bu kadar sıkıntı çeken kızımız sütten çıkmış ak kaşık mıdır peki? Değildir. O da hayata tutunmak için gerektiğinde iş arkadaşına tezgah da kurar, gıybette de bulunur, hoşlandığı çocuğa bile yamuk yapabilecek duruma gelir.
Açılın ben sinefilim!
Film, alt sınıftan gelgitli bir karaktere sahip olması, minimal anlayışı ve sallantılı omuz çekimleriyle Dardenne Kardeşler Sineması'nı andırıyor. İnsanda Rosetta'yı, İki Gün Bir Gece'yi, ne bileyim Çocuk'u falan izliyormuş hissi uyandırıyor. Böyle mahzun esmer rollerinin pek yakıştığı, Çoğunluk'ta da müteaahhit babanın oğluna kabul etmediği Kürt kızı oynayan Esme Madra'nın kendisini izlettiği, görülesi bir film diyelim.
Puan: Asgari ücret + omuz kamerası
Çok Pişmiş (Burnt) - Yiyorlar ama çalışıyorlar...
Son örneğini Şeflerin Savaşı filminde gördüğümüz, doğramalı-rendelemeli-süzmeli yemek sahnelerinin müzikli bir şekilde art arda verildiği yemek filmlerinden... İyi para kazanan eleştirmenlerin "Tantuni-patso yiyen anlamaz, nefis film" dediği, bizim gibi telifle geçinenlerin de aç karnına izleyemediği bir film yapmışlar.
Ne hazırlamışlar bize?
Yolu Londra'da bir restorana düşen Bradley Cooper'ın burada da şef aşçılık yapıp kendisine nitelikli bir kadro oluşturarak 3. Michelin yıldızına sahip olmaya çalışmasını anlatıyorlar.
Michelin lastiklerinin yemekle ilişkisi nedir?
Böyle bir şey değildir...
Çok da bir ilişki aramamak lazım aslında canım, sonuçta dinamit icat eden Nobel'in adına edebiyat ödülü veriliyor, boru markası dediğin senfoni orkestrası konseri yapıyor da çorap markası deyip geçeceğin Başka Sinema'yı düzenliyor bu devirde. Bu Michelin yıldızından 3 tane olan restoran sayısı dünyada sınırlıymış, uğruna seyahat edilesi restoran anlamına gelirmiş...
Neyse, bir şey oluyor mu?
İşte bizim adam en iyi şeflere teklif götürerek kadrosuna dahil etmeye çalışıyor. Bir de bi' sarışın var, onu da eli işte gözü oynaşta kontenjanından alıyor -ki filmde tatlı niyetine aşk da olsun, izleyici iyice şişsin...
Michelin yıldızı falan derken "Yemeğin salçalısı, kadının kalçalısı" duruşuna geçmek...
Filmin güzel yerleri: Luke Skywalker, Yoda, Darth Vader gibi karakterlerin ismini anarak Star Wars serisine yapılan göndermeler. Az kaldı ona da...
Son söz: Michelin yıldızını bilmem de şu Bradley Cooper'a her sene her sene Oscar adaylığı vermeseler iyi olur gibi...
Puan: Çok pişmiş
Git Başımdan - Salondan çıkınca bu ismi unutacaksın!
BKM'nin besleyip büyüttükten sonra yatılı Vodafone reklamlarına gönderdiği ÇGHB kadrosundan iki oyuncunun ve aşklı meşkli dizilerin güzel ismi Aslı Tandoğan'ın başrolünde bulunduğu fantastik bir romantik komedi... Şahin Irmak'ın oynadığı Latif isimli başkarakter, pısırık bir adam... Kişisel gelişim sektörünün elbirliğiyle "Hayır deyin", "Hayır demeyi öğrenin" şeklinde gazlamaya çalıştığı tiplerden.
Director's cut version'dan...
Latif, kimseye hayır diyemediği için ayrılma konuşması yapacağı sevgilisiyle evlenmek zorunda kalacakken iç sesi devreye giriyor, onu düğünden kaçırıyor, sonra kendisi de ete kemiğe bürünerek ona kankalık ediyor. Yolda Aslı Tandoğan'la karşılaşıyorlar, hafif maganda iç ses Bülent Emin Parlak ve pısırık Şahin Irmak'la beraber ilk yarı eğlenceli geçiyor aslında.
İkinci yarı film film olmaktan çıkıyor: Kral Pop Radyo'nun filme sponsor olduğunun emareleri yavaştan kendini gösteriyor. İstek şarkılar üst üste geliyor, müzikli sahneler yüzünden filmdeki kimse konuşamıyor bile. Bundan sonrasını slow pop klipleri gibi izliyoruz. Finalde de Datça'dır, kumsaldır derken otel-tur reklamlarına dönüşüyor hikaye...
Yer yer Yalın'lı Cornetto reklamlarına bile dönüşüyor...
Bir de Eskişehir yerelinden, taşralı bir yazar olarak yorum getireyim. Filmin ilk kısmı, hemen hemen tamamen Eskişehir'de geçiyor. Porsuk nehri, şirin köprüleri, tramvayı, yapay şatolarıyla abartmış da abartmışlar, şişirmiş de şişirmişler. Tramvayın içindeki yaşlı kalabalığını, şehrin bir bölümünün döt kadar 1+1 evlerde yaşadığını bilmeyince aval aval bakıyorsunuz siz de... Neyse, hoşuma gitmedi değil ama.
Eskişehir Eleştirmenler Derneği olarak kent tanıtımına katkılarından dolayı Lületaşı Pipo veriyoruz filme
Puan: 30 'dan başlayan puanlarla...
Üç film daha var. Onları da kısa kısa verelim, seçim sonuçlarına odaklanalım:
Güneş Tepedeyken (The High Sun) - Sevişemeyip savaşanlar
Yugoslavya'da iç savaş çıkmadan önce, çıktıktan hemen sonra ve hala etkilerinin hissedildiği 2010'larda olmak üzere üç ayrı dönemde geçen üç aşk hikayesini anlatıyor bize Hırvat yönetmen Dalibor Matanic... Üç çifti de aynı kişiler oynuyor, aşklar aynı mekanlarda geçiyor, bu aşklar üzerinden de ülkenin durumuna-halkların kardeşleşmesine dair mesajlar veriliyor.
Büyük yazar-düşünür-stand up'çı-şair-yönetmen-tiyatrocu-BKM patronu-kareograf kardeşi-bıyıklı Yılmaz Erdoğan'ın dediği gibi: "Hep kardeş olacak değil ya, yaşasın halkların sevgililiği"...
Puan: Çift başına 30
Mavi Gece - Fırat Tanış'ı yine kötü filme kaptırdık...
Geçen hafta Takım: Mahalle Aşkına isimli eli yüzü düzgün bir filmde oynayınca artık iyi filmlerde oynar zannettiğimiz Fırat Tanış'ın ve rol arkadaşı Ayça Varlıer'in götürdüğü bir film olmuş bu Mavi Gece. Kadın, doktor; erkek ise taksiciymiş, elektroşok sonucu birbirlerinin bedenleri içine giriyorlarmış. Biraz kültür farklılıkları, biraz kadın-erkek farklılıkları derken zayıf bir çatışma, topallaya topallaya yürümeye çalışan bir film olmuş...
Alakasız: Bir çok filme ve diziye imza atan yönetmen, eski boks şampiyonu ve boks antrenörüymüş... Neden yerli bir Rocky çekmeye soyunmamış acaba?
Puan: Nakavt!
Afacanlar Takımı: Büyük Yarış (Der kleine Rabe Socke 2 - Das große Rennen) - Almancasını doğru söyleyebilen üç çocuğu Almanya'ya gönderiyoruz (İleride rahat etsinler)...
Ormandaki bütün hayvanlar kışa hazırlanırken, ne bileyim yiyecek depolarken, kombi bakımı yaptırırken Karga Çorap adında bir yaramaz kuş işten kaytarıp araba yarışı yapar. Sonra da birtakım şeyler olur... Oya Küçümen'in dublajını yapması dışında bir numarası yok bence: Oya-Bora'daki Oya, Bana Bir Masal Anlat Baba şarkısını seslendiren Oya... 50 yaşında olmasına rağmen çocuksu ses çıkarabilen Oya... Özledik seni Oya...
Puan: Nostaljisine 50, Almancasına 60
SONUÇ - Kararsız oylar hangi filmlere dağılacak?
Güneş Tepedeyken ve Nefesim Kesilene Kadar mükemmel değil (hangimiz mükemmeliz) ama izlenesi, izlenip düşünülesi, düşünülüp muhabbeti çevrilesi iki filmimiz... Bununla beraber Frankenstein da potansiyelini değerlendiremeyen bir deneme olsa da dünyada filmi izleyen birkaç bin kişiden biri olma ayrıcalığını tadabilirsin, belki primi olur... Alternatif olarak: Gişeciyi 3'te 1 bilet fiyatına Git Başımdan'ın ilk yarım saatini izlemeye ikna edebilirsen dene, Çok Pişmiş de internete düştüğü zaman ilerlete ilerlete yemek sahnelerine bak...
Oyumuzu bi' kullanalım da gerisi kolay...
-BİTTİ (Haftaya baraj üstü bir Türkiye'de görüşmek üzere)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et