Vizyonda Bu Hafta: Steve Jobs (Milyar Dolarlık iPhone kılıfı sektörünü yaratan büyük dahi)
Bu hafta sinemalarda, yıllardır filmlere uyarlandığı için artık içimizden biri haline gelmiş, huyunu suyunu iyice bildiğimiz kahramanlar var. Çat kapı misafir gelseler ağırlamaktan gocunmayacağımız, soframızdaki bir tas çorbayı seve seve ayıracağımız Steve Jobs, Frankenstein ve Peter Pan salonlarda seyirci bekliyor. Bir de memleketin sağlam yönetmenlerinden Özcan Alper'in yeni filmi Rüzgarın Hatıraları vizyona girdi. O da bu topraklarda konuşulmaktan imtina edilen bir öyküyü, çok çaktırmadan anlatmaya çalışıyor.
Acaba nedir, ne değildir? Meşhur karakterlerimizi bu sefer neresinden uyarlamışlar? Buyrun, okuyun öğrenin...
Steve Jobs - 'Onun CEO olacağı kundakta belliydi'
Yönetmen, Slumdog Millionaire ve 127 Saat filmleriyle tanıdığımız Danny Boyle. Senarist ise buna benzer bir öyküyle Facebookçu Zuckerberg'in anlatıldığı Sosyal Ağ filminin senaryocusu Aaron Sorkin. Başrol oyuncusu kim dersin: O da üst üste gelen Slow West ve Macbeth filmlerindeki oyunculuğu ile iki haftadır namı yürüyen Michael Fassbender. Bu kadar kalite isim toplanınca haliyle, mühim bir insanla ilgili bir şeyler döndüğü anlaşılıyor: Evet... 2011'deki zamansız gidişiyle, gözyaşlarımızı iPhone kılıflarına sildiğimiz Steve Jobs, biyografik kitabından uyarlanarak üçüncü kez beyazperdede...
Şu da son haftaların en güzel fragmanıdır belki:
Sürekli yüzyılın dehası, zekisi -neymiş efendim- modern çağın Da Vinci'si olarak anılan Steve Jobs'ı; kusurlarıyla, hırslarıyla, evlat olsa sevilmezlikleri-31 olsa çekilmezlikleriyle anlatan bir film bu... "Müzisyenler enstrümanları çalar, ben orkestrayı çalarım" sözüyle tasarım-mühendislik bilmemesini geçiştiriyor Jobs. Meğer, "Teknikle alakam yok, satıcıyız biz " anlayışıyla işin sadece pazarlama tarafında bulunuyormuş. Bunu öğrenince, dandik kanallarda yan sanayi telefon reklamı yapan lafazan adamlara dönüştü gözümde. Vapurda kalem satanlardan, yağmur sırasında beliriveren şemsiyeciden farkı kalmadı.
Tamam tamam, 1-2 tık ötede olabilir. Hakkını yemeyelim.
-Son bir ürün kaldı elimde abim ablam. Evet, kaydırmalı dokunmatik...
Yönetmenlik ne durumda, senaryo nasıl gidiyor?
Apple'da ve yaban şirketlerde geçirdiği farklı tarihlerdeki üç ayrı güne, Jobs'ın bir şov haline getirdiği üç ayrı lansmana odaklanıyor film: Macintosh, NeXT, iMac ürünlerinin tanıtımı öncesi kulis konuşmalarını dinliyoruz... "Kulisinde beyaz Fransız şarabı, mozarella peyniri ve masör isteyen sanatçı şımarıklığı" var abide...Yönetmen ise görsellik kasmış: 80'li yılları 16-35 mm filmlerle, 98 yılını dijital bir şekilde filme aktarıp kendi şovunu yapmış. Senarist desen, çok uzun ve seri diyaloglar yazmış, "A4'üne para mı veriyorum? Yazayım gitsin" şovunda o da.
Herkes şov peşinde işte, ürününü sattığım...
-O elin kolun bi' duraydı Steve... Havan kime Steve...
Peki ya özel hayatı? Bizi ilgilendirir mi?
Dedik ya, film süresince kimselere huzur vermiyor huysuz. Özellikle yardımcısı Joanna'yı çok bunaltıyor. (Joanna'yı kusursuz canlandıran Kate Winslett için de ayrı bir parantez açalım. Kapatalım). Bu kadar sorunlu ve başarılı olmasının nedeni, anladığım kadarıyla (hızlı altyazı bazen kaçabiliyor) bebekken evlatlık verilmesiymiş! Senarist bir şekilde bağladı galiba onu... Ayrıca, ayrıldığı yengemiz ve kızıyla olan soğuk bağlarına tanık oluyoruz... iPod'u da kızına hediye olsun diye keşfetmiş herhalde (sonlara doğru iyice kaçtı)...
Son olarak: iPod, iPhone gibi yeni nesil ürünlere* varmadan film bitiyor. Yeni iPhone modelleri çıkınca, Steve Jobs hologramıyla bir film daha bekleriz...
*Apple tarafından piyasaya sürülen yeni nesil Steve Jobs'lar
Puan: Tekniğine 60, pazarlamasına 70
Rüzgarın Hatıraları - 'Çatlasın dostlar! Bizim de artık II. Dünya Savaşı filmimiz var'
Toplumsal bellek ve Karadeniz doğasıyla kafayı bozmuş, güzel bir abimizdir Özcan Alper. İlk filmi Sonbahar tulum sesiyle, Fırtına Vadisi'yle, politik ve melankolik aşkıyla bir terapi niteliğindeydi. Öyle güzel bir filmin 150 bin izlenmesi garipti; demek ki iyi filmin giderinin olduğu yıllardı. Şimdi de, kilo kilo yürek isteyen bir konuya, Ermeni Soykırımına uzanan bir film verdi bize Alper...
Daha geçen Altın Portakal alan, Angelopoulos'un görüntü yönetmeni Andreas Sinanos'un (Sinan?) görüntülerini coşturduğu filmin fragmanı:
Spielberg'in konu sıkıntısı çekmemesi için II. Dünya Savaşı'nın ortalığı kasıp kavurduğu yıllara, 1943'e bakıyor film. Türkiye'de de Hitler bıyıklılar, azınlıklara baskı kurmak için Varlık Vergisi koymuştur. Böyle bir ortamda, İstanbul'da yaşayan Ermeni gazeteci Aram, politik bir dergi çıkarıp Türkiye-Almanya ilişkilerini manşete taşıyınca taşlı-sopalı bir saldırıdan son anda kurtulur (1943'ten beri değişmeyen lezzet)... Sevdiceğini, muhabbet ortamını İstanbul'da bırakarak bir Doğu Karadeniz köyünün yolunu tutar. Çünkü Doğu Karadeniz köyü muhalif insanlar için birebirdir. Burada orta yaşlı Mikail ve onun genç Rus eşi Meryem'e sığınır. Gürcistan tarafına kaçmayı deneyecektir.
Peki ya hatıralarından kaçabilecek midir (-Vurma melankoliye, vurma)?...
Muhalifler için erken rezervasyon fırsatları...
İyi film mi yani?
Filmin görsel yapısını etkileyici bulmamak ne haddime? Aksi durumda sinematografi sevenlerin lincine uğramak işten bile değildir. Özellikle Aram'ın Nisan 2015'i hatırlayarak soykırım anlarını çizdiği karalamalar ne güzel düşünülmüştür, valla helal olsundur... Sisli havayı bulunca da hemen kamerayı kurmuşlar, sis güzel olmuş. Zaten "Angelopoulos'un görüntü yönetmeni var" denilince heyecandan avuç içlerimiz terlemişti, boşuna değilmiş. Güzel müzikleri, Karadeniz doğasını, kuş-nehir seslerini beton AVM'lerimize getirmişler velhasıl.
Doğadaki işlevi sanatsal filmlere anlam katmak olan, ıssızlık ortasındaki tek ağaç...
Yani? İyi film mi?
Diyaloglar olmamış be!.. Altyazılarla dinlediğimiz Rus 'Meryem'in yuvarlayarak konuştuğu "TDK örnek cümle Türkçesi" ise garip. Hem sonra, sene 40'lar olmasına rağmen karakterlerin günümüz Türkçesi konuşması çok iddialı... Mesela dinledikleri radyoda 'muvaffak olmak'lar havada uçuşuyor; ama bizimkilerin 'harp' demeye dili dönmüyor, 'savaş' deyip geçiyor. Bunun dışında garip Aram'ın, şiirsel iç sesiyle destan yazması dengemizi bozuyor. "Konuşursam didaktik derler şimdi" diye baştan beri susarken, bir anda üstümüze didaktik replik boca etmesi hiç hoş değil doğrusu...
-Fazla şiirsel iç sese maruz kalmaktan gözü açık bayılmak (temsili)
Puan: Sis 20, tek ağaç 20, Aram 20
Böyle giderse bitmez bu yazı. Şu uyarlamalara geçip hızlanalım biraz....
Pan - Kek ismi taşıyıp kahramana dönüşmek...
El kadar bebeyken anası tarafından yetimhaneye bırakılan 12 yaşındaki yetim Peter Pan'in, 'E ben seçilmiş kişiymişim de haberim yokmuş'a dönüşme öyküsü... Ergenliğe girip adem elması edinince birden mertlik taslamaya başlıyor Peter. Önce yetimhanede isyan çıkarıyor. Derken bir korsan gemisine düşüyor ve Karasakal'a karşı direniyor. Bi' ara yerlilerin olduğu bir yere gidiyor, onların da kahramanı oluyor. Dur durak bilmiyor ergen.
Yönetmen Joe Wright'ın çocuğu için çektiği söylenen filme rengarenk bir görsellik, müzik ve dans hakim. Söz konusu yönetmenin çocuğu olunca, prodüksiyon için paraya acımamışlar. Set işçileri"Ya kıçı kırık bi masal için bizi 15 saat çalıştırıyorsunuz burada" diye yakınmışsa, Peter Oğlan onlara da bi' kahramanlık yapmıştır...
-PRODÜKSİYON GÖRÜN LAN
Entelektüel yorum: Çok kakafonik abi...
Puan: Yerinde duramayan, dans edip oduncu gömleği giyen 50'si
Victor Frankenstein - Frankenstein ve Felsefe Taşı
Asıl adı Prometheus olsa da bütün dünyanın kendisini Frankenstein olarak bildiği, ölüyken yaşayanın hikayesi... Doktor Victor Frankenstein'ın klasikleşen cesetlerden insan yaratma hikayesi, bu sefer uşağın gözünden anlatılıyor. Kambur bir şekilde sirkte çalışırken Victor'un kurtararak yanına aldığı uşağımızı canlandıran kişi, Harry Potter olarak anılmak istemese de bizim piçliğine hep Harry Potter olarak anacağımız Daniel Radcliffe...
-Şşşt Harry, kim o ya?... Hermione mi yoksa?... Eheheh...
İşte Frankenstein'da bilirsin, bozuk yaratıldığı için kimsenin sevmediği, sevilmedikçe asabileşen yamalı canavar anlatılır. Daha bir buçuk ay önce giren Frankenstein filminde de öyle olmamış mıydı? Bu filmde ise yaratıktan daha çok doktorun çıldırması ve İgor'un yardım etmeye çalışmasını görüyoruz. Hekime yönelik şiddet, tam gün yasası derken ruh sağlığı bozuluyor gibi... Bir tatil yazayım ben size...
Puan: Doktor kontrolünde 50
Azap - #AtamasıYapılmayanÖğretmenlerCinsizKadroBekliyor
Yeni atanmış bir ilkokul öğretmeninin, çalışacağı köye gitmesiyle başına gelmeyen cinin kalmaması... Ataması yapılmayan öğretmenlere yönelik bir teselli amacı taşıdığı için "Acaba MEB mi finanse etmiş" diye düşündürüyor! Çocuk mu korkutuyorsunuz siz hele?
Puan: Gözle görülmeyen
Geldi yine tipini .iktiğim...
Kurbağa Krallığı (Frog Kingdom) - Game of Frogs
Zamanın birinde Kral, kurbağa Olimpiyatları'nı kazanan kişinin, kızı Prenses Froglegs ile evleneceğini duyurur. Prenses evden kaçar. Bir de kötücül mü kötücül yılan vardır. Çocuklara sevgi, özgüven, cinsiyet ayrımcılığı karşıtlığı ve dedenin yanında bacak bacak üste atmama aşılanır...
Puan: Vrak!
SONUÇ - Altyapıdan hiç yönetmen yetişmiyor mu ülkemizde?
Şurda; Nuri Bilge'si, Zeki'si, Emin Alper'i, Tolga Karaçelik'iyle iyi film yapan 3-5 yerli var. Özcan Alper'in Rüzgarın Hatıraları'na gitmeni önermem de bundandır. Düğün Dernek, kimi yerde 10 salonun 6'sını kapmışken, elleriyle pipi kesme işareti yapan insanlar film afişlerini doldurmuşken bağımsız sinemaya destek vermek lazım. Steve Jobs'a gitmek ise, teknolojik birikim ve İngilizce'sinden dinleme becerisi ister. Sana kalmış... "Frankenstein ve Peter Pan 30 kere daha uyarlansa 30'una da giderim" diyenler de buyursun... Sizdeki de başka bi' hırs...
-BİTTİ (Haftaya buralar hep Star Wars olur)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et