Vizyonda Bu Hafta: X-Men Apocalypse (Karşıt görüşlü mutantlar arasında taşlı sopalı kavga...)
Peş peşe gelen "Batman v Superman didişiyor", "Kaptan Amerika ile Iron Man adamlarını topluyor" filmlerinden sonra şimdi de Marvel'ın çeşitli mutantları, dünyayı süper güç kapıştıracakları yer belliyor. DC ve Marvel sırasıyla süperlerini sahaya sürerken bize de eğlence çıkıyor işte. 2016'nın sinema sektörünü tek cümlede özetlemek gerekse, "Pelerinli-kostümlü adamların yüksek bütçeli halı saha maçı gibiydi" diyebiliriz sanırım... Evet, X-Men sevenlerin heyecanla beklediği, iyi huylu mutantlarla kanser yapan mutantların bir müddet dövüşeceği Apocalypse vizyonda...
Şunlar da bizim yerli mutantlarımız olur, yazıya geçmeden izleyiveresin diye:
Organik köy mutantı...
X-Men: Apocalypse - O değil de Oscar Isaac'i ne boyamışlar
Sen de 6'ıncı ben diyeyim 7'nci, serinin herhalde 9'uncu filmi X-Men: Apocalypse görücüye çıktı. Sırf millet "Ooo Wolverin de var, ben kaçar" deyip sinema salonlarına koşsun diye Hugh Jackman pençelerinin de sürpriz diye konduğu fragmanı şöyle bir izleyelim:
Yine neyi paylaşamadılar?
1983 yılındayızdır ve 80'lerde olduğumuzu omzunda boombox teyp taşıyan zibididen, ayakta Pac-Man oynayan enerjik gençten anlamamız gerekir. Tee M.Ö. bilmemkaçbin yılında insanlar üzerinde hükümdarlık süren ve bir şekilde piramidi başına yıkılan Apocalypse, Kahire dolaylarında canlanır. Suratı plastik boya kutusuna sokulan Oscar Isaac tarafından canlandırılan Apocalypse, X-Men evrenindeki tüm mutantların atasıdır ve daha uyku mahmurluğunu üzerinden atmadan dünyayı yıkıp yeniden yapmanın yollarını arar. Amacı betondan kocaman bir piramit yaparak dünyayı ele geçirmektir ve galiba şimdiki müteahhitlerin atası da bu heriftir.
Derken, Marvel'ın X-Men mitolojisine hakim olanların çok yakından tanıdığı, kıyıda köşede zaman öldüren mutantlardan dörtlü bir ekip oluşturarak işe koyulur...
Gargamel tipli herif, Şirine'yi yakalamaya çalışırken (Bildiğim kadarıyla X-Men mitolojisi)...
İyiler cephesinde durum ne?
İyiler, dünyadaki tüm insanların ve mutantların zihinlerine girebilen Profesör Charles Xavier'in yetenekli gençler okulunda toplanmıştır. Profesör, insanlarla mutantlar arasında 10 yıldan beri süregelen barış ortamını devam ettirmek için bu okulu, savaş kampı gibi değil de üniversite kampüsü gibi kurgulamaktadır: Bahar gelince bahçelerinde kızlı-erkekli voleybol oynanan, çimlere uzanıp yuvarlak yapan gençlerin gitarla-bağlamayla-bendirle Sweet Dreams çaldığı...
Ama işte, her zaman olduğu gibi, ahh, bu sakinlik de kısa sürecektir ve Xavier, okuldaki yarım eğitimli gençleri toplayıp Apocalypse'nin dörtlüsünün üstüne sürmek zorunda kalacaktır: Dahili kesici aletlere sahip Psylocke'a (Şekil1.1), telli turna Angel'a, rüzgarın kızı Storm'a ve Magneto şefime karşı işleri zordur.
Şekil 1.1 Marvel'ın mayosuz dövüşemeyen kahramanlarından Psylocke'a genel bir bakış...
Mühim oyuncular-önemli karakterler?
Klas oyuncu Fassbender iyi değerlendirilememiş: Manyetik güçlere sahip Magneto rolündeki şefimiz, filmi bir adet iyi ve kötü arasında kalmış bakışıyla götürmeye çalışıyor. Temiz aile çocukları tarafında ise iki isim dikkati çekiyor: Game of Thrones'un Sansa Stark'ı olarak tanıdığımız Sophie Turner, telepati-telekinezi-telemarketing gibi özelliklere sahip Jean Grey'i oynuyor ve yine güzel yüzüyle, 1-2 jestiyle, bilindik şaşkın-masum bakışlarıyla öne çıkıyor (Şekil 1.2) . Bir de film boyunca herkesin bolca övüp kendine örnek aldığı, ama arada renginin maviye solmasından başka çok numarasını görmediğimiz Mystique'yi Jennifer Lawrence oynuyor. Bu filmde de Açlık Oyunları 1-2'nin ekmeğini yiyor galiba...
Şekil 1.2 Dünya yıkılsa da aynı tip şaşkın-masum bakışla tepki veren Sophie Turner...
Filmin izlemeye değer yeri?
Sağolsunlar, 15-20 tane birbirinden mutant karaktere dair bilgi veriyorlar, üstüne üstlük sağlam mitolojik veriler de sunuyorlar ama filmde herbir şey havada kalıyor. "Eee madem X-Men evrenindeyiz bi' Deadpool yok mu bize?" beklentileri boşa çıkıyor, fragmanda Wolverine'i görüp gelenler ise Hugh Jackman'ın 5-10 dakika adam tırnakladığı sahneyle yetinmek zorunda kalıyor.
Geriye kalıyor, bu filmdeki favori karakterim hiperaktif Quicksilver'ın slow-motion "yangından mal kaçırma" sahnesi... Çok saykodelik bir şey çekmişler; bu kısa sahne 2 buçuk saatlik filmde ilaç gibi geliyor. Hatırlarsınız, önceki film Days of Future Past'ta da böyle bir sahnesi vardı Quicksilver'ın... Hatırladıysan, o sahneyle bitiriyorum bu filmi:
Marvel tipi Yetiş Hızır...
Puan: Quicksilver sahnesine 30, bi 30 da geri kalanına
Annemle Geçen Yaz (Que Horas Ela Volta?) - Portekizcesini Google Translate'e yazınca "Ne zaman it geri" çıkıyor...
Brezilyalı yönetmen Anna Muylaert'in yazıp yönettiği film, ismiyle müsemma tee 2015 yazından kalmış olsa da, sonuçta havuz başında çekilmiş bir Serdar Ortaç klibinden bahsetmiyoruz -ki modası geçmiş olsun. Bizi, bize, Brezilyalı bir anneyle anlatan filmin önce fragmanı:
Brezilya dedin, havuz dedin, ana dedin?
Topçuları ve sambasıyla tanıdığımız için vatandaşının hiçbir derdi yok sandığımız Brezilya'da geçen ve ucundan-kıyısından bile plaj göstermeyen film, genelde havuz kenarında geçiyor. Zengin ve Nuri-Zeki filmlerindekiler kadar olmasa da kendi halinde yabancılaşmış bir ailenin havuzlu evinde hizmetçilik yapan Val, filmin başkarakteri anne... Regina Case'in canlandırmış olduğu bu anne, yalnız öyle gerçekçi ki... Mahallemizdeki kedili teyze gibi, okulumuzdaki kantinci abla gibi, cefakar ananın Portekizcesi gibi...
Karşı binadaki İlknur Teyze gibi... Dedikodu malzemesi var mı diye çevredeki evleri tarıyor gibi...
Filmin çatışan yerleri?
Val Annenin yıllardır göremediği Jessica ismindeki kızı, mimarlık fakültesi kazanma amacıyla Sao Paulo'ya, annesinin yanına geliyor. Garip anasının başka yerde evi olmadığından Jessica, mirasyedi burjuva aile ile kalmak zorunda kalıyor ve gerek aile içi-gerek sınıflar arası çatışmalar başlıyor. "Futbolcu isimli burjuva oğlan" Fabinho, "pembe dizi isimli baba" Dr. Carlos ve Yeşilçam'da da çok gördüğümüz bir tipleme olan haset anne Bayan Barbara filmin diğer karakterleri...
İsminden utanasın Fabinho! Yaşıtların Avrupa liglerine "yıldız oyuncu" diye transfer oluyor! Kucak Fabinho'su...
Sistem eleştirisi var mı?
Olmaz mı... Bir yandan lüks yapılar yükselirken bir yandan otobüse tıkıştırılmış halkı gösterip çaktırmadan sisteme bayâ giydiriyorlar, giydirirken de "Aaa Maslak", "Tamam işte 500T" tepkilerine yol açıyor, içimizi gıdıklıyorlar. E zaten anneyi de gözümüz bir yerden ısırıyordu; öyle de içten bir film işte... Ayrıca yönetmen ablamız, kamerayı güzel yerlere koyup hoş mizansenler yakalıyor, dikkatini kaçırma.
Puan: 80 ama anneyle izlediğinde 90'a çıkar...
Başımın Belası (Tumbledown) - Güller ve dudaklaaar şimdiii
Önce fragmanı izleyelim ama fragmanı önden verdik diye filmi de çok uzatmayalım:
Romantik bir şeye benziyor?
En son Geçmişten Gelen filmiyle izleme şansına erdiğimiz Rebecca Hall başrolde. Olay basit: Rebecca Hall'un müzisyen eşi hayatını kaybetmiştir, üniversitede öğretim görevlisi olan bir tip de bu adamın biyografisini yazma bahanesiyle yaşadığı kasabaya gelir, kadına yavşar. Gerisi de hafif folk müzikli ve kuru yapraklı romantik komedi şeklinde devam eder... Anladığım kadarıyla kurgu masasında "En azından soundtrack'i güzeldi derler" diye bolca müziği dayamışlar...
Fotoğrafa uygun folk müziği seçiniz...
Filmin bence tek ilgi çekici yanı, Rebecca Hall'ın pek karakteristik geniş dudakları... Hemen yanlış anlama, öyle sapık gibi değil, oyunculuğa kattıkları açısından diyorum. Kadın üzüldükçe Rebecca'nın dudakları daha bir üzülüyor; güldükçe en çok dudaklar gülüyor, bir dudak bütün vücudu harekete geçiriyor...
Puan: Müzik 10, gözler 10, dudak 10, kalan 10
İyi Adamlar (The Nice Guys) - Russel Crowe ile Ryan Gosling var, komiklik yapmaktalar
Yukarıda bahsedilen iki isim de salakça birer dedektif; 1977 yılının Los Angeles'ında düşe kalka bizi güldürmeye çalışıyorlar. 77 yılında olduğumuzu anlamamız için de arada hippiler filme girip selam çakıyorlar. Film, aynı zamanda dedektiflik klişeleriyle dalga geçip kendisini hafife alarak mütevazılık sergiliyor...
Filmle ilgili bilgi: Film, ilk gösterimini devam etmekte olan Cannes'da yapmış ve seyirci yuhalamadığına göre de beğenilmiş galiba... Bilirsin Cannes seyircisi acımasızdır, sevmedikleri filmi yuhalanamaktan çekinmez; "Ya biz kırmızı halı adabı görmüş insanlarız, n'oluyoruz, biri bizi uyarsa ya" da demezler...
Filmle ilgili tespit: Russel Crowe kilo mu almış ne?...
Puan: Sonuçta iyi adamlar oldukları ve Cannes'da yuhalanmadıkları için 60.
Yakışıklı Rocky (Rocky Handsome) - Gerçek Rocky'ye söz hakkı doğmuş olabilir
Bollywood'dan gelme bir aksiyon-gerilim filmi. Fragmanda ince sesli bir kadının şarkı söylediği fondaki kısa aşk sahnesi dikkat çekici. Bollywood deyince aklımıza, renkli kıyafetli kişilerin umarsızca dans ettiği kareografiler geliyor ama bu filmde onlardan yok. Oysa ismini görünce insan, Eye of the Tiger'ı Hint yorumuyla dinleyeceğini, boks ringlerinden Ganj nehrine uzanan uzunca bir kareografi izleyeceğini sanıyor...
Puan: Yakışıklı'sına 20, Rocky'sine 20...
Alamet-i Kıyamet - Anlaşılabilir türden bir yerli korku ismi
Daha önce de Mahrez: Cin Padişahı isimli bir film çeken Doğa Can Anafarta yönetmeniymiş. 1999'da geçen ve 17 Ağustos depremiyle de ilişkilenen filmde, dediklerine göre, cinli kalıplardan uzak durulup yaratıcı davranılmış: Hem alkarısı hem büyü hem satanist tarikatlar hem İllimunati hem Deccal hem İslam-Hıristiyanlık sentezi hem de evet, cinler varmış... Cin varmış yine lan...
Puan: Göreceli
7. Gün (The Offering) - Bambili bili bili bom...
Bu filmin ilginç yanı da Singapur yapımı olması, Singapur'da geçmesi ve fragmanda gördüğüm kadarıyla Babil Kulesi'nden filan bahsetmesi... Ama dandik bir korku olduğu fragmanın bir noktasından sonra anlaşılabiliyor. Bari fragmanda çaktırmasalar...
Fragman:
Misafir - Hoş geldin minimalist film
İlk filmi Bir Panayır Hikayesi olan Mehmet Eryılmaz'ın ikinci filmi. Kendisi Nuri ve Zeki geleneğini takip eden minimalist bir yönetmen... Minimalist bir filme uygun olarak da filmin öyküsü yatalak bir annenin çevresinde dönüyor (zaten ayaktakiler de çok hareket etmemeli) ve yine yabancılaşmamıza dem vursun diye taşralı-kentli çatışması var.
Puan: Minimalizme uygun bir 50
SONUÇ - Yanlış bir tercih hayatımızı etkiler mi?
Gördüğün gibi, yukarıda birçok seçenek sıraladım, tercih sana kalmış. Ya Çin'de yaşasak n'olacaktı? Senede 30-40 film giriyormuş oraya (yalnız benim iş de amma kolay olurmuş orada)... Özet geçersek: Mısır'dan Polonya'ya, Almanya'dan ABD'ye uzanan öyküsüyle X-Men mutantları var; Brezilya'dan sanatsal film var, Hindistan'dan aksiyon var, Singapur'dan korku var, buralardan hem gerilim hem minimalist var... Bana soracak olursan X-Men'in müteahhit anlatısı Apocalypse'sindense Days of Future Past'ı daha iyiydi, onu izle. Bir de Annemle Geçen Yaz filmi özellikle önerilir, anneyle izlemesi de güzel olabilir.
Haydi görüşürüz sinefiller. Film, Çin'de de olsa gidip alınız...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya yine Harikalar Diyarına düşen Alice'i bu bataklıktan çıkarmaya çalışacağız)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et