Vizyonda Bu Hafta: Warcraft (Fantastik sevenler ve 'Cık hiç olmamış abi' diyecek oyun tiryakileri için...)
100. yazısına ulaşan Zaytung Sinema'dan merhabalar. Evet, üşenmedim, tek tek saydım, bu yazıyla beraber sinema köşemiz 'dalya' diyor. Her hafta 5-10 bin vuruşluk yazıya maruz kalan okurlar olarak siz de diyebilirsiniz. Hem hak ettiniz hem de çok zevkli söylemesi: DALYA!
Haftanın öne çıkan filmi Warcraft'a da 100. yazının yarattığı güzel duygularla gittim. Durun dedim perdedeki Orklar ve insanlara, bakın güzel şeyler de oluyor dedim, sinema köşemiz 2 yıldır bana mısın demedden devam ediyor, durdurun şu savaşı da gidip bir mekânda iki tek parlatalım dedim. Sinemadakiler coşkuyla baltalı dövüş izliyordu, sesimi duyuramadım...
O zaman Kadir ağabeyli, Perihan ablalı Silahlara Veda filminden bir sahneyle bağlayıp yazıya geçiyorum:
Bıyıksız haliyle romantik komedi, bıyığıyla haşin bir Ork olan Kadir âbey gençliği...
Warcraft: İki Dünyanın İlk Karşılaşması - Orklar ve insanlar Euro 2016 ölüm grubundan çıkmaya çalışıyor...
Bir ara kullanıcı sayısı 12 milyona ulaşmış olan, her hafta döviz kuru takip eden çılgın kullanıcılara sahip World of Warcraft'ın, yıllardan beri yolları gözlenen filmi sonunda vizyonda... En çok, bayıla bayıla izlenen hüzün bilimkurgusu Moon filmiyle bildiğimiz Duncan Jones yönetti. Kendisinin David Bowie'nin oğlu olduğunu hatırlatalım, hatta Bowie'nin ölmeden filmin tamamlanmamış halini izleyip beğendiğini ekleyelim, ooo, iyice çekici hale gelmişken fragmanı koyalım:
Kimler savaşıyor? Biz hangileriyiz?
Sivri dişli, uzun kulaklı, bol aksesuarlı olanlara Ork diyoruz. Rastalı saçları ve doğayla iç içe yaşama alışkanlıklarıyla bayâ ekolojik, anarşik tipler bunlar... Orklar, kendi dünyaları Dreanor yaşanamaz olunca, insanların ve türlü ırkların barış içinde yaşadığı Ozeroth'a giriyorlar. Liderleri, sonradan kendi başlarına da bela olacak büyücü Gul'dan... Mekânında kahve falı bile baktırmazsın belki bu tipe ama, ölümlerden beslenen Fel büyüsü diye lanet bir gücü var maalesef. Bu büyü, iki dünya arasında bir geçit açıyor.
Büyücünün karşısında ise; temiz yüzlü Dominic Cooper'ın oynadığı ve filmdeki gücü, en fazla kupa valesi kadar olan (kızı dürtebiliriz belki) bir insan kralı, büyü gücünü insanların iyiliği için kullanan Muhafız, yakışıklı insan komutanı Lothar ve delikanlı klan şefi Ork Duraton (Şekil 1.1) var... Yeterince adam topladığımıza göre, dalabiliriz.
-Başka devirde yaşasam bu tiple bir 'pagan metal grubu'na solist olurdum. Şimdi 'klan şefi' diyorlar en fazla...
Bir bilet parasıyla kaç film izlemiş oluyoruz?
İnsan-Ork arasında, otantik bir melez güzeli olan Garona, ucundan-kıyısından Avatarlara benziyor. İyi niyetli amatör büyücü Khadkar, büyü kitaplarıyla uğraşırken ortamda Harry Potter rüzgarı esiyor. Orklar, Elfler, ittifak toplantıları derken Yüzüklerin Efendisi'ne zaten bol bol selam çakıyoruz. Peter Jackson'a kadar gitmişken Hobbit serisine de uğramadan gelmiyoruz. Komutan Lothar, isim benzerliğinden dolayı Komutan Logar'ı ve -neden olmasın- GORA'yı hatırlatıyor. "Güç" gibi bir şeye sahip olan iyi-kötü büyücüler, aklımıza Star Wars'u sokuyor. Bazı Orklardaki Hulk benzerliği de dikkat çekiyor... diye düşünürken filmler karışıyor, biraz başımız dönüyor.
(Orklar Game of Thrones'taki Dothrakilere benziyor aslında... Ejderha var mıydı bu oyunda?)
Uçan bir şey var ama, ateşi çıkmıyor bunun... Arada gagalıyor sadece...
Oyunu oynayanlar da tatmin olabilecek mi?
Oyununu oynayanlar, kitabını okuyanlar filmden tatmin olmaz ki? İnteraktif sinema gibi bir şey icat olunca, anca o zaman tatmin olabilecek tiryakiler... Ben ise tatmin oldum; zaten 15 yıl önce Half Life deneyimiyle bilgisayar oyunlarını bıraktığım ve strateji oyunlarına aklım basmadığı için aradaki farkı bilmiyorum. Karakterler birbirine levyeyle dalıp, üzerlerine böcek salsalardı da itiraz etmezdim mesela...
Oyunun adrenalini filmde yaşatacak olan dövüş-savaş sahneleri epey iyi... Filmde; 15-20 dakikada bir topyekün birbirine girişme, ikili kapışma (Mak'Gora dövüşleriymiş adı), büyüyle yerden yere adam vurma sahnesi var... Büyülü dövüş sahnelerinde, yeşil-mavi renklere doyuyoruz ve dozunda görsel efekt, filme adabında bir görsellik katıyor. Yalnız, o aceleye getirilmiş âşık olma sahnesi filmin epikliğine biraz zeval getiriyor gibi...
Baltayla adam kafası ezen Ork'tan sonra bu sahneye geçmek kolay olmuyor tabi...
İstek şarkı: Filmimize son verirken, Aşık İhsani'den "Balta" isimli türküyü filmdeki iyi Orklara gönderelim: "Dedim düzen, dedi onlara göre / Dedim kötü mü ki, dedi bin kere / Dedim hak adalet, 'tu' dedi yere / Arkasından baltasını biledi, biledii, bilediii..."
Puan: Şirince gülerken birden vahşice diş gösteren yeşil Ork bebeği
Vurgun (The Trust) - Nicholas Cage'in daha fazla kötü filmde oynamaması için bağışçı olmak ister misiniz?
Yemek seçmeyen efendi bir çocuk gibi önüne gelen filmleri seçmeden oynayan Nicholas Cage’in ve Yüzüklerin Efendisi’ndeki Frodo rolünden, Selda Bağcan’ı bir kere daha keşfetmemizi sağlamasından bildiğimiz Elijah Wood’un başrollerinde olduğu bir suç filmi…. Şu da fragmanı:
Neler dönüyor?
Benjamin Brewer'ın kardeşi Alex ile yönettiği ve Nicholas Cage'in film için telefon görüşmesi sırasında "Brewer Kardeşler kimdi ya?.. Coen birader, sen misin kardeşim? Neyse, kimseniz kimsiniz, yolu-yemeği karşılarsanız oynarım ben" şeklinde ikna olduğu film, suça karışmış iki polisi anlatıyor.
Las Vegas'ta getir götür işlerinde görevli iki polis memuru, Jim Stone (Nicholas Cage) ve David Waters (Elijah Wood), uyuşturucu işinden gelen bir paranın peşine düşüyor. Waters, ne kadar mavi-masum gözleriyle "Ya bu para hayır getirmez, çoluğumuzdan çocuğumuzdan çıkar sonra" dediyse de Stone'a dinletemiyor ve yarısı aksiyonlu-sakarlıklı, yarısı tek mekân gerilimli maceramız başlıyor.
Nasıl bir bilinçdışım varsa: Uyuşturucu ile şekeri birbirine karıştıran Bekçiler Kralı Kemal Sunal'ı anımsattı şu kare...
Gülelim mi gerilelim mi?
İlk bölümde aksiyon görevinde çaktırmadan şebeklik-sakarlık yaparak izleyiciyi güldürmeye çalışan ama nedense üzerine hiç oturmayan Nicholas Cage'i izliyoruz. Yani, o kadar oturmuyor ki esprisi tutmayan Binali Yıldırım'a dönüşüyor yer yer... İkinci 45 dakikada ise, aradıkları kasanın saklı olduğu evde rehine tutmaca-kasa şifresi bulmaca-vicdanının sesini duymaca gerilimi yaşıyoruz. Bu bölümde yönetmenler; hareketli kamerayla, farklı ışık oyunlarıyla gönlümüzü almaya çalışsa bile iş işten geçiyor. Olmuyor...
-Daha önce Selda Bağcan'ı nasıl keşfedemedik lan biz?!..
Puan: Nicholas Cage'in kısa polis montu
Sen Benimsin (A Bigger Splash) - Mülteci mesajlı, erotik ada filmi...
Yatmadan Önce 100 Fırça Darbesi'nden uyarladığı Melissa P filmi ile adını duyuran, sinema otoritelerinin zamanında "Bundan bir şey çıkacağı yok, açın da bi Emmanuelle izleyelim" şeklinde eleştirdiği Guadagnino yönetmiş. Film, 1969'daki Sen Benimsin (La Piscine) filminden esinlenme... Bu erotik aşk denklemi filminin fragmanlarında da Tilda Swinton'ın, Dakota Johnson'ın cesur (çıplacık) duruşları dikkat çekiyor. İzleyelim:
Kim ne yapıyor?
Marianne (Tilda Swinton) isimli rock yıldızı sesinden ameliyat oluyor. Hazır sesi de sazlıklardan havalanan bir ördek gibi olmuşken takıyor sevgilisi Paul'u da koluna, bol bol güneşlenmek ve sevişmek için İtalya'da cillop bir ada bulup tatile çıkıyor. Derken, bu kadının eski sevgilisi Harry de aynı adaya gelmesin mi?.. Bir de kızı var Harry'nin, Grinin 50 Tonu'nu kuşanıp gelmiş zilli bir Dakota Johnson oynuyor onu. Derken içler dışlar çarpımı ilişkiler, havuz problemleri ve aşk denklemleri* oluşuyor.
*Resimdeki kişiler arasında gerçekleşebilecek seks kombinasyonlarını hesaplayınız...
Oyuncular ne gösteriyor? Oyunculuk ne gösteriyor?...
Harry'yi oynayan ve en son Büyük Budapeşte Oteli'nde izlediğimiz Ralph Fiennes, film boyunca İtalyanca gevezelik yapabilmesiyle cümle aleme çalım satıyor; tam bir Akdenizli gibi dans ederek, dal-taşak suya atlayarak şov yapıyor. Tilda Swinton'a baktığımızda, rol gereği konuşmaması gerektiği için vücut dilini kullandığını görüyoruz. Dakota Johnson da vücut diliyle** idare ediyor ama Tilda gibi el-kolla sınırlı kalmıyor, göğüs ucuna kadar kullanıyor vücudunu ablam... Paul rolündeki Matthias Schoenaerts'a ise film boyunca bozmadan karın kaslarını sıkmak kalıyor...
**Dacota Johnson'ın vücut dili acaba burada bize ne anlatmak istedi? Düşününüz...
Son cümlelerimizi alalım?
Konu, bir Akdeniz adasında da geçtiği için, bir şekilde mültecilere parmak basılması sürpriz olmuyor. Ne güzel umarsızca sevişiyorlardı ya, derken gerçeğin soğuk yüzüyle karşı karşıya kalıyoruz. Çok çekici ya da derin bir film olduğu söylenemese de göğüs ucu-karın kası, güzel müzik, Sicilya kıyısı, yakın çekim yakışıklı-güzel insan yüzü görmek için ideal...
Puan: Çıplak Dakota Johnson - çıplak Ralph Fiennes
Benim Çılgın Düğünüm 2 (My Big Fat Greek Wedding 2) - Bu düğün filmlerini de bizden öğrenmiştir kesin Yunanlılar...
Amerika'da yaşayan ve geleneklerine bağlı bir Yunan ailenin evde kalmış kızlarını evlendirme macerasını izlemiştik ilk filmde... Bol bol kültürlerin çatışması, işlerin karışması klişesi kullanılmıştı. Bu yörelerden Kocan Kadar Konuş'a benzeyen film, 'New York'ta sevişerek evlenen Filistin-İsrailli çift filmi' Nikahta Keramet Var mı'yı andırıyor ve azıcık da Ang Lee'nin Çin-ABD kültürü çatıştırdığı Düğün Yemeği filmine benziyordu...
Bir çocuk doğurup bir Yunanlıyla evlendirirseniz 3. film de çıkar size...
Bu filme n'oldu?
Evet, o kadar filmden bahsettik, bu filmi es geçmeyelim! Yani işte, şöyle ki, ilk filmde kadının Yunan ulusalcısı babasını, kırık halasını, bol bol Rum-Yunan kültürü öğresini, misal baklavalarını (bizim!), sırtaki (o onların, ama çiftetelli daha iyi) oynamalarını izlemiştik. Bu filmde, artık evlenmiş olan kadının kızıyla ve ana-baba-halasıyla uğraşmasını izleyip baklava-sırtaki vurgusuna doyacağız gibi geliyor (yok, izlemedim)...
Puan: Misket + sırtaki
Arama Moturu - Konya köylerinde google'lama sorunsalı...
Daha önce de Kız Kardeşim Mommo ve Meryem filmlerini yönetmiş olan Atalay Taşdiken yönetmenlik etmiş. Konya'nın Çatal köyünde geçen filmde, teknolojinin nimetlerinden yoksun bırakılan köylü insanı anlatılıyor. Köydeki tek bilgisayar belediye başkanının şanslı oğlunda, işi gücü olan da ona arama yaptırıyor ve filmin ismi oradan geliyor.
Yüzde yüz gerçek köylülerle çalışılan filmde kimse fazladan rol yapmamış. İlginç bir deneyim bu da, her filmden Ork-Elf vb. beklememek, bazen doğal Konya köylüsüyle idare etmek lazım...
Puan: Kendimi şanslı hissediyorum...
Evrim (Evolution) - "E o zaman maymunlar neden..."
Gaspar Noe tarafından yengemiz olan ve eşinin Enter the Void filmini de yazmış olan yönetmen Lucile Hadzihalilovic'in biraz distopik, hafif post-apokaliptik, sağlam feminist ve bir o kadar da minimalist filmi... Film, sadece kadınların ve erkek çocukların yaşamasına izin verilen bir adada geçiyor. 10 yaşındaki Nicolas, bir hastanede erkek çocuklara gizemli bir tedavi uygulanmasını soruşturmaya başlıyor. Bir de görsün?!... Ne görecek: Sürprizler, alt metinler, çeşit çeşit metaforlar... Özellikle deniz yıldızı metaforuna dikkat etmek gerekiyormuş (ısırmasın)...
Fragman:
Diğer: Sizin muhabbetinize doyum olmaz ama daha 100. yazı kutlaması filan yapacağız arkadaşlarla, bu haftalık da bu kadar olsun... Haftanın korkulu yapımları Şeytanın Çocukları-El Ebyaz ve Yaz Kampı ile haftanın duyarlı aile filmi Sokak Köpekleri Bal ile Betty de diğer seçeneklerimiz işte...
SONUÇ - Oyunu ne kadarmış bunun?
Warcraft, organik sinemayı unuttuğumuz, bünyelerimizin hormonlu meyveye ve CGI'a iyice alıştığı şu günlerde fena gitmiyor, hatta gayet iyi bir tasarıma sahip olduğu söylenebilir. Vurgun ise kötü de çeksen oynarız, Nicholas Reiisçiler için iyi, diğerleri için ise çay-çerez yanına iyi gidebilesi bir tercih... Sıcaklar basmaya başladı, şöyle güzel bir ada, deniz-kum güneş filmi fena gitmezciler için ise haftanın kayda değer, özgün yapımları Sen Benimsin ve Evrim'i önerebilirim.
Haydi haftaya görüşürüz. Siz de sinema yazısı karalayıverin arada, destek atın köşeye...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Disney yapımı bir 'hayvanlı animasyon' var. 'Cem Yılmaz dublajıyla' diye de ekleyeyim ki dikkat çekici olsun)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et