Vizyonda Bu Hafta: Karanlık Sular (Ayağı henüz suya değmeyenler için deniz manzaralı 2016 model Jaws...)
Bu hafta neye gerileceğimizi şaşıracağız, kime güvenip kimden sakınacağımızı bilemeyeceğiz. Jaws tarzı bir köpekbalığı gerilimiyle (Karanlık Sular) mis gibi plajda huzurumuz bozulacak, sonra bacak kadar çocuğun rüyalarından tırsacağız (Kabustan Gelen). Bruce Willis'in hâlâ dandik aksiyonlarda hayatını yediğini görüp gerilecek (Kurtarıcı), moda dünyasının neon ışıkları altındaki rezilliklerden çekinerek "Allahtan günde bir çorap, haftada iki kıyafet değiştirdiğimiz basit bir hayatımız var" diye avunacağız (Neon Şeytan)...
Aşağıdaki video da ayağı hâlâ deniz kumu görüp serinleyemediği için gerilenlere gelsin, yazımıza geçelim sonra:
Karanlık Sular (Shallows) - "Denizi güzel de biraz dalgalı... Ha bi de köpekbalıklı"
Kelepirinden birkaç tane sörf tahtası, sağlamından bir GoPro kamera, güzelinden bir adet oyuncu (Ölümsüz Aşk filminde izlediğimiz Blake Lively) ile gayet sade, abartısız, güzel bir film çekmiş olan, gösterişi sevmeyen Jaume Collet-Serra yönetmenimizden izleyelim:
Onun da ne işi varmış canım orada?
Nancy (Blake Lively), ortalama bir tıp öğrencisi (akrabalarının bel ağrılarına teşhis koyabilen) ve kendine kadar sörf yapabilen sportif bir kişiliktir. Yakın zamanda annesini kaybettiğinden kafa dağıtmak ister; hafta sonu günübirlikçilerinin suyunu-kumunu yağmalamadığı Meksika'ya bağlı gizli bir plaja gider. Genç insan tabii, kanı kaynıyor, bilmediği-etmediği yerde sörf yapma macerası belki anlaşılabilir ama fazla açılmaması gerektiğini bilmeli!.. İlle ipin oraya görevli mi dikelim, "Bu çizgiden sonrasına yüzmek yasak ablacım" mı desin?..
Derken, derinlere açılmamasına dair çevreden gelen uyarılara kulak asmayan Nancy, ölü bir balinanın orada beslenen bir köpekbalığına rastlar ve hayatta kalmanın çetrefilli mücadelesi başlar.
Eniştenin "Şu adaya kadar yüzüp geleyim mi hehe?" esprisinden kaçarken... (temsili)
Köpekbalığı dişlemesi izlemekten haz mı alacağız? Nasıl insanlarız?
Köpekbalığından kaçarken deniz ortası bir kayalıkta mahsur kalan Nancy, yanındaki yaralı martıyla beraber gün içinde hayatta kalmaya çalışırken Blake Lively benine, turkuaz deniz görüntüsüne, su içi aksiyonuna doyuyoruz. Tür olarak, 'yazlık mekânda köpekbalığı dişlemesinden kaçma gerilimi' olarak tanımlanabilecek film, Jaws'ı anımsatan bir katil hayvan aksiyonunu başarıyla sağlıyor.
Ayrıca yer yer 127 Hours, Gravity filmlerine benzer bir KİMSE YOK MU LAAN? atmosferi yaratıyor ve fazlalıksız sinematografisiyle belgesel tadı tutturuyor.
-Yaşasın, Snap Story'im coşacak...
Kamera arkası? Zorlu prodüksiyon süreci?
Prodüksiyon için epey uğraşılmış. Mesela okyanusta, sörf tahtaları üstünde geçen bir diyalog sahnesini çekmek için bile 70 kişi çabalamışlar. Ne var ki, şu sörfçü çocuğun başındaki GoPro'yla bile çekilir o sanıyorsun da, öyle kolay değil! Ya da belki çekiliyordur ama, boşver, ne güzel istihdam yaratmış işte adamlar, öyle düşün. Kahramanımız dişi köpekbalığı ise özenli CGI'larla oluşturulmuş. Yılların balıkçısını getir filme, şu balığı gerçeğinden ayıramaz demiş CGI ustası, öyle gerçekçi olmuş.
Filmi çektikleri yer, Avustralya-Yeni Zelanda arasındaki Lord Howe Adası da, uzun araştırmalar sonucunda bulunmuş. El değmemiş ormanları, bâkir kumsallarıyla müthişmiş burası; o nedenle ekip de kıyamamış, yerlere çekirdek kabuğu atmamış, piknik ateşi yakmamış, güneş yağıyla okyanusa girmemiş. Bu arada, başrolün dublörü olması için dünya çapındaki sörfçü, genç profesyonel Isabella Nichols'u getirmişler. Antrenör zora koşmuş işi, bohçasını hazırlamasını haber edip kaçırmışlar kızı...
Bitches be like "oh look at my sörf tahtası!"
Son söz: Aksiyonu, gerilimi, mücadele duygusu yerinde-dozunda... Belki bir 10-15 dakika daha olsa, köpekbalığı biraz daha dişli çıksa daha iyi olurmuş diyelim. Bizim meslekte bir kulp takmak adettendir.
Puan: Karada 60, suda 70
Kabustan Gelen (Before I Wake) - "Rahatsız edin, uyumasın şu çocuk"
Yönetmenliğini Mike Flagan'ın üstlendiği film, çocuğunu kaybetmiş bir annenin gelir gider aklından ve annesini kaybetmiş küçük bir çocuğun hassas ruhundan korku-gerilim çıkarıyor. Ooo, psikolojik gerilim, kalsın bakalım, değiştirme kanalı diyenler buyursunlar:
-Cennet nerede? -İnek içti -İnek nerede?..
Rüyalarda buluşuyorlar?
Psikolojik bir altyapıya dayanan, karakterlerin gizemini de geçmişini de merak ettiren bir film bu. Basit bir canavar korkutması ya da çığlık çığlığa bir film deneyimi olsun istememiş yapımcılar; karakterleri özellikle film başından sonuna kadar kısık sesle konuşturmuşlar. Düşük ses seviyesi, filme minimal bir hava katmış, ayrıca hayal-gerçek arası belirsizlikle fantastik bir ahenk tutturulmuş.
Başrollerdeki kısık sesli evli çift, kendi, şahıslarına ait, kişisel, öz çocukları Sean'ı yakın zamanda kaybettikleri için Cody isminde bir çocuğu evlatlık alıyorlar. Allah'ın-yapımcıların kerametine bak ki, çocuğun gördüğü rüyalar da kâbuslar da gerçeğe dönüşüyor. Öykü, bu yaratıcı noktadan ilerliyor, açılıyor.
Gerçek olması istenmeyen bir ergenlik kabusu: Mastürbasyon sırasında anneye yakalanma durumu...
Başka?
Çocuk bakımına dair mesaj önemli: Eski olsun, yeni olsun kayırmayacaksın çocuğu... Kabuslarını gerçekleştirmesin diye uyumak istemeyen çocukla, travmasından dolayı uyku problemi çeken üvey anne arasındaki ilişki de ilgi çekici. Anlıyoruz ki, günde en az 8 saat uyku gerekli, "Ben az uyuyorum, 4-5 saat yetiyo ya" diyerek garip bir cool'luk hadisesinin içine girmek anlamsız...
Ayrıca, Cody'i oynayan, Room'daki müthiş şirin oyunculuğundan hatırladığımız Jacob Tremblay yine şirinlik döktürüyor. İyi yönetmenler kendisine sahip çıkarsa, ileride çok can yakar, ağaca dalar gibi heykelcik toplar.
-KESTİİKK... Şu çocuğun yanaklarını bi' muncurayım da tekrar çekelim...
Puan: Öyküye 80, mizansen tasarımı 60, çocuk yanakları 70
Kurtarıcı (Extraction) - Bruce Willis'i, düştüğü bu kötü film bataklığından kim kurtaracak?
Steven C. Miller adında birinin yönettiği film, Bruce Willis’in tüm son işleri gibi, akıldan, mantıktan, gerçeğe dair birçok şeyden uzak bir görüntü sergiliyor. Fragman da:
Bruce iyi adam mı kötü adam mı?
İlk sahnede dövüşüp film boyunca oturan Bruce'un işinde iyi bir ajan olduğunu anlıyoruz. Filmin kötü bir film olduğunu anlamak içinse birkaç sahne daha beklememiz gerekiyor. Hem kötü yazılmış hem kötü kurgulanmış hem de vasat oynanmış bir ajan filmi, hiç çekilmiyor. Ben çekerim o ayrı, ekmek parası... Bruce da çeker o ayrı, onun da ekmek parası... Onların ekmeği biraz daha farklı oluyordur tabii...
Yanındaki birkaç dublör de ekmek yiyor işte: Taşeron Bruce Willis kafaları...
Bir de ne var?
AKBABA diye bir cihaz var filmde, İnternet bağlantısına sahip sistemlere girip kaos yaratıyor. Kötü adamların eline geçmemeli, düğmeye basmamalılar. Düğmeye basacak biri varsa, o da anlı şanlı Amerikan istihbaratları olmalı! Bu cihazı durduracak olan şey ise, bir USB'ye sığabiliyor. O değil de, kırtasiyeden 15-20 liraya alınabilen bir USB'de böyle önemli ajan şeylerinin taşınması hep garip gelmiştir bana...
Bruce Willis'e de bazı şeyler garip gelmiyor mu bazen? Çekimi durdurup sorsa ya: "Ya arkadaşlar, napıyoruz biz? İzleyiciye CIA'in aldığı uydu görüntülerini gösterirken uydunun kendisini niye gösteriyoruz lan? Bu benim ajan oğlanla şu ajan kadın arasındaki s.kim gibi duygusal ilişki ne alaka, ne mana? Kim yazdı lan bu senaryoyu? Benden daha fazla para vermiyonuz ona di mi?.."
Filmin yüzde 80'inde rehine olarak oturduğu için bazı şeyleri düşünmeye vakti olan Bruce Willis...
(Evet, soldaki de Alacakaranlık serisi yakışıklılarından Kellan Lutz, Oturan Ajan'ın oğlu...)
Puan: Giderek çekiciliğini kaybeden bir Bruce Willis keli...
Neon Şeytan (The Neon Demon) - Moda filmi, insanın kendisine yakışanı çekmesi midir?
Nicolas Winding Refn'in yönettiği film, küçük kasabasından yola çıkarak ünlü olmaya gelen, Los Angeles'ın moda dünyasına giren bir kadını anlatırken, hırs ve güzellik saplantısına, modellerin rezil rüsvalıklarına odaklanıyormuş. Film Eskişehir'e gelmediği için ben odaklanamadım. İstanbul'da olup da filmi izleyebilenler, yaratılan kara atmosferi, sürrealist senaryoyu, sanatsal erotizmi pek övdü, ben taşralılığımdan dolayı övemedim.
Bu sene Cannes'daki gösteriminde ise seyirciler tarafından tuhaf bir biçimde yuhalanmıştı. Ben de filmi buraya getirmeyenleri tuhaf bir biçimde, kendi kendime yuhaladım. En azından Cannes'a giden entelektüellerle bir noktada buluştum sayılır... Neyse, şöyle de fragman:
Evcil Hayvanların Gizli Yaşamı (The Secret Life of Pets) - Kedili köpekli çocuk eğlencesi...
Çılgın Hırsız ve Minyonlar’ı yöneten Chris Renaud yönetmiş. "İşe giderken evde bırakılan evcil hayvanlar, o ara ne yapıyor?" sorusundan yola çıkarak komiklikler yaratmak hedeflenmiş. Fragman eğlenceli ama filmi bilemedim. Biz, Minyonları biliriz:
Diğer: "Elalemin vasat polisiye filmi oluyor da bizim niye olmuyor?" sorusundan yola çıkarak çekilen yerli polisiye Emanet'in ve Amir Khan değil de öbürünün başrolde oynadığı (Shah Rukh Khan) Bollywood yapımı Hayran'ın haftanın diğer seçenekleri olduğunu belirterek sonuca geçelim:
SONUÇ - Senin yerine de izleyelim mi?
Karanlık Sular; 80 küsur dakika AVM klimasıyla, sörf dalgasıyla, vahşi köpekbalığı atraksiyonuyla serinlemek isteyenler için ideal, hoş bir film. Kabustan Gelen ise gece seansına iyi gider. Yalnız filmin kısık sesliliğinden dolayı siz de uyuyarak rüyayla gerçeği birbirine karıştırmayın derim... Neon Şeytan ise, bulabilenler için önerilir, izleyip izleyip anlatın bana. Çapkınlık anısı dinleyen bir yalnız gibi, buruk bir gülümsemeyle selamlayayım sizi...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya pek güzel ve sansasyonel filmler burada olacak. Şimdiden heyecanlanın. Öptüm hadi...)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et