Vizyonda Bu Hafta: Star Trek Sonsuzluk (Hızlı ve Öfkeli ve de Uzaylı)
Senaryonun, entrikanın arka planda kaldığı bu haftada; 'yuvarlanarak yumruklaşma', 'koşup zıplayıp patlamadan kaçma', 'görev başında dötü başı dağıtma' gibi aksiyon branşlarını art arda izleyeceğiz. Özellikle, haftanın popüler yapımı Star Trek'in kahramanları, kendilerini Hızlı ve Öfkeli ekibi zannedecek ve iki dakika yerlerinde oturamayacak. Uzay boşluğundan öylesine sıkılmış olmalılar ki, misafir mutfağına giren hiperaktif bebeler gibi uzayın dağıtılmadık yerini koymayacaklar.
Önce Yeşilçam'ın Star Trek uyarlamasından ufak bir sahne, sonra yazının geri kalanı:
Dublajcının ağzıyla yaptığı otomatik kapı açılış seslerine (fiuşşt, fiuşşt) dikkat..
Star Trek Sonsuzluk (Star Trek Beyond) - Neden Star Wars gibi olmuyor, millet Mr. Spock kulağı-peruğu takıp gezmiyor?..
1966’da NBC'de yayınlanmaya başlayan diziden sonra tonla filmi yapıldı; Star Wars ile kapışsın, "Uzayda biz de varız, bilinsin" istendi. Son serinin ilk filmini, Star Wars'un son filmini de çekip bok eden J. J. Abrams yönetmişti. Serinin bu 3. filmini, kas-popo-motor 7'lemesi Hızlı ve Öfkeli'nin 4 filmini yöneten Justin Lin çekmiş.
Fragman:
Uzayda neler dönüyor?
2263 ışık yılı... Atılgan Gemisi Kaptanı Kirk, uzayda çok sıkılır. Sıkılır elbet, adamı 3 yılda kaptan yaparsan böyle amaçsız kalır. Hem yıl olmuş 2263 (ışıklı 2263) telefonuna ne bi' Twitter geyiği uğrar, ne bi' Snap güncellemesi gelir... Uzayın boşluğunda gemiyle salınmak güzeldir ama Atılgan'ın macera ve heyecan potansiyeli, deniz bisikleti seviyesine kadar inmiştir. Neyse, eskiden kötü tarafa geçmiş, Krall isminde öfkeli bir uzaylı -kötü olduğu için tipi çirkin- ekibimize sürpriz saldırı düzenler de aksiyon başlar. Bir daha da dinmez aksiyon...
Biz de filmin başında, James T. Kirk'ün varoluşçu dertlerini, Mr. Spock'un iç çekmelerini duyunca sanmıştık ki, felsefi bir film izleyeceğiz. Evrendeki yerimize, içimizdeki dertli uzaya odaklanacağız. Oysa "S_kerler varoluş derdini" diyen Hızlı ve Öfkeli ve de Çinli yönetmen, sakinliğe prim tanımıyor.
-Az önce Monopoly oynuyorduk ya, ne ara savaş planı kafasına girdik? Tarabya'ya oteli kurmuştum ne güzel...
Ekibi toplamadan önce iyi bi' dağıtmış diyorlar?
Senaryonun güzel yanı; Atılgan saldırısından sonra gizemli bir gezegene düşen ekibin bir müddet birbirlerinden habersiz, ikili gruplar halinde takılmaları... Mesela, Kaptan Kirk ile şaşkın Rus Chekov takılıyor; Doktor Bones ile Mr. Spock beraber dolaşıyor. Macera sırasında, sivri kulakları ve mantık takıntısıyla bildiğimiz Spock'ın aşk acıları nüksediyor ve Dr. Bones'a sarıyor. "Doktor derdime bul bir çare" diye başlıyor, ardından "Boşuna benimle uğraşma doktor" diyor, biraz sonra "Mutsuzum çok hastayım güldür beni doktor" diyor... Kötülerin kaçırdığı Teğmen Uhura'sını özlerken aklı gidip geliyor. Doktor da bi' yere kadar!..
Çoğu sayısalcı gibi politika-entrika işlerine kafası basmayan, Elektrik Elektronik mezunu, ışınlama teknisyeni Scotty'e ise gezegenden tanıştığı bir kadın eşlik ediyor. Yüzü dövmeli ninja güzeli Sofia'nın güzel enerjisinden dolayı bu bölüm tat veriyor.
-Ulan yine sinemadaki en kötü yer bana geldi!.. İki sevgili çiftin arası, önümde de bonus kafalı herif...
Aksiyonu-eğlencesi yerinde mi?
Sofia karakteri yeni ve oldukça ilgi çekici... Çizgili makyajı ve Ay yerim ben senin uzaylı dilini tarzındaki konuşması sevdiriyor. Ayrıca, oyunda şifre yazmış gibi kendisini çoğaltıp dövüşebilmesi hayran bırakıyor. Film boyunca herkesin yuvarlanma-yumruklaşma halinde olması ise politik entrika ve bilim kurgu temelini eksik bırakıyor. Gürültü-patırtı derken, bazı politik-felsefi mesajlar kaçabiliyor. Hep dövüşmesinler, ne bileyim, aşk yaşasınlar, espri yapsınlar, uslu uslu sohbet etsinler istiyoruz. Olmuyor, zil çaldıktan sonra sahip çıkılamayan ilkokul bebeleri gibi, rahat durmuyorlar.
Filmin bilimsel ciddiyeti kadar aksiyon mizahı da eksik... Bizim Kaptan Kirk, orta yaş bunalımına varınca çekilmez bir adam olmuş, eski gırgır adam kalmamış. Bu uzay memuriyeti, herkesi sıkıcı yapıyor. Karakterler, memur ciddiyetiyle komiklik yapmaya çalışınca haliyle gülmüyoruz.
Suratlarındaki "Bir cisim yaklaşıyor" ifadesi gibi ama aslında "Mesai saatimiz yaklaşıyor" gerginliği...
Son olarak, bazı notlar
* Kötü adam Krall'ı oynayan İdris Elba'nın o kostümü giyip çıkarması aşağı yukarı 5 saat sürüyormuş. Son sahneden sonra kostümü çıkarmaya üşenen Elba'nın, uzun süre çirkin yaratık haliyle takıldığı, Cadılar Bayramını'da aradan çıkardığı söyleniyor.
* Kulakları dışında ayrıca gereksiz zamanda, gereksiz yere, gereksiz miktarda bilgi vermesiyle de bilinen, Vulkan çocuğu Spock'ın hemen çenesinin altına "Reklamı Geç" butonu konulması düşünülmüş. Yapımcılar daha sonra, bunun çok mantıksız olduğuna karar vermiş.
* Yapılan bir araştırmaya göre, seriye bilim kurgu özelliğini katan şey, Kaptan'a durum raporu veren mürettebat konuşmalarından ibaretmiş aslında: "Operasyon şematiğine baktık efendim", "Enerji transferi tamam", "Ön dengeleyiciyi açtık Kaptan" derken biz de bir şey sanıyormuşuz.
* Mr. Spock ile Kaptan Kirk'ün film sonunda dostça bakışması, gülüşmesi bir Star Trek klasiği olarak bi' 200 sene daha tercih edilecekmiş. Spock ile Kirk'ün arasına bu evrende kimse giremeyecekmiş, bu da böyle bilinsinmiş.
Mr. Spock ile Kaptan Kirk'ün örnek dostluğu (temsili)
Puan: Yakın zamanda hayatını kaybeden Anthon Yelchin (Chekov) ve Leonard Nimoy'ın (yaşlı Spock) hatrı...
Suikast (Mechanic: Resurrection) – Bi' askerde bi' de Jason Statham aksiyonunda mantık aranmaz...
Snatch filmindeki Türk rolünden sonra kendisine milletçe sempati beslediğimiz; Spy filmindeki gibi, ifadesiz suratı absürt komediye malzeme olabilen Jason Statham başrolde... 'Konusuz aksiyon' diye bir tür olsa, hepsinde başkarakter olacağına kesin gözüyle baktığımız Jason Statham, Bishop isminde bir suikastçiyi canlandırır. Crain ismindeki adam ise bir tetikçi arar ve bakar ki Bishop'un CV'si gayet iyi: Yaptığı işlere kaza süsü verebilmesi, aksiyon sırasında seksi pozlar verebilmesi, bıçağa falso verebilmesi, ifadesiz suratından taviz vermemesi...
- Camıma kurşun da gelse böyle mal mal bakarım...
Sonra: Derken, amacı sevdiceği Jessica Alba'yı kurtarmak olan Bishop, 3 büyük aksiyondan oluşan görevi kabul eder. Yaratıcı ama bir o kadar da mantıksız suikast sahneleri peşi sıra gelir.
Puan: Patlama başına 5, suikast başına 3...
Oyun (Nerve) - Ana baba sözü dinlemeyen ergenlerde bu hafta...
Yönetmenlerimiz 'ergen gerilimi' filmlerindeki uzmanlıklarını doktora düzeyine taşımak isteyen Henry Joost ve Ariel Schulman… Hatırlarsanız, geçen hafta Viral filmleri girmişti, öpüşen ergenler virüslerle savaşıyordu. Şimdi de akıllı telefonları-sosyal medyayı konu etmişler. Nerve, bir internet sitesiymiş. Ergenler, 'doğruluk mu cesaret mi' tarzı bir oyunda çeşitli görevleri yerine getirmelilermiş: Seks işçisi gibi giyinerek dolaşmak, belalılara sataşmak, müdüre kafa tutmak... Görev geldikçe para artıyormuş. Bir dönem diyetisyenlik için dedikleri gibi, geleceğin mesleği buymuş.
Syd ve Vee isminde bir çift ergenin aksiyonlu-gerilimli macerasında mesaj, "Ana baba sözü dinlemezsek kötü, ama öpüşünce bize her şey güzel" gibi bir şey olabilirmiş...
Puan: Müdür döver bence...
Nefesini Tut (Don’t Breathe) - Nefesi tut, ağzını kapat, gözünü aç
Kökleri Uruguay’dan gelme yazar-yönetmen Fede Alvarez yazmış-çekmiş. Irak savaşından dönme, asker eskisi bir kör adam ile evini soymaya çalışan gençlerin çatışmalı öyküsü... İğrenç kan fışkırmaları ve güzel sinematografik oyunlar iç içeymiş, klişeden uzakmış, gerilimi iyiymiş. Otoritelerin dediğine göre, nefes nefese kalacakmışız... Tıpkı asansörsüz 7 kat bina çıkmak zorunda kalan bir sigara tiryakisi gibi, sevgilisine hava atmak için daldığı suyun altında boğulayazan bir âşık gibi...
Filmin nefes nefese bir gerilim olduğu, eve giren ekipteki genç kadının gözlerini belertme seviyesinden de anlaşılıyor.
GÖZ BELERTİCİ!
LA TIMES
Son söz: Evine girdikleri adamın 300 bin dolarından vazgeçip yukarıdaki filmdeki gibi, okul müdürüne kafa tutarak para kazanmaları daha mantıklıymış.
Puan: Değmez...
Saraybosna’da Ölüm (Death in Sarajevo) - Bi' bakın bakalım dünya nereye gidiyor?
Berlin Festivali'nde küçüklerinden iki heykelcik kapan filmi Danis Tanoviç çekmiş. Bernard Henry-Levy’nin Hotel Europe isimli bir tiyatro oyunundan uyarlama... Bernard Henry-Levy işte ya, biliyorsunuz hepiniz, ayrıca açıklamaya gerek yok... Filmde de, I. Dünya Savaşı'nı başlattığı söylenen Arşidük Ferdinand suikasti ve 100 sene sonrasıyla bağ kurulmuş. Yer yer, AB temsilcilerinin bir araya geldiği oteldeki emekçi sorunlarına ve 90'lardaki Boşnak katliamına da dokunuluyormuş.
Anlaşılan, her soruna dokunmaya, iğne ucu kadar boş yer bırakmamaya gayret etmişler:
Sevimli Kedi İş Başında 2 (Don Gato: El Inicio de la Pandilla) - Kendisini sahiplenecek Instagram hesapları aranıyor...
Sosyal medya like'larıyla ün yapan sevimli kedi, şansını bu kez de sinemada deniyormuş:
SONUÇ - Film çizik çıkmaz değil mi?
Öncelikle, siz de eğer benim gibi taşrada yaşıyorsanız, öncesinde sınav yeri kontrol eder gibi, filme gitmeden sinemayı kontrol edin, en azından çıkmadan önce arayın... Bu hafta, Eskişehir'deki Cinetime'lar, Cinema Pink'ler; "Altyazılı film kalmadı beyfendi", " Sistem dondu beyfendi" sözleriyle doğru dürüst film izletmedi bana, siz bari tedbirli olun. Sadede gelirsek: "Bence filmde diyaloga gerek yok, aksiyon olsa yeter" diyorsanız Star Trek ve Suikast'i; "Gençlerin başına bir şeylerin geldiği gerilimlere bayılırım doğrusu" görüşündeyseniz Oyun ve Nefesini Tut filmlerine gidebilirsiniz.
Haftaya, yıllık iznimin bir bölümünü kullanıp (hep öyle derler ya) 'eleştirmen bacaklarımı' kuma gömeceğim için bu köşeyi yazamayacağım. Bir haftalığına yazmak için aranızda gönüllü varsa eğer, bir adım öne çıksın!
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Yok di mi?)-
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et