Kara Kule (Stephen King okurları bu filme çok kızacak!), Cumali Ceber (Recep İvedik hayranları bile 'bu ne mk' diyecek)
Bu hafta, fragmanı izleyince bile hamamda keselenme ihtiyacı hissettiren Cumali Ceber'e dayandım sizler için! Sonra, vasat bir Stephen King uyarlaması Kara Kule'yi izledim. Yan koltukta, "Bunlar hep konuşuyor, hiç dövüşmüyor" diye sürekli dert yanan biri vardı, bıraksalar belediyeye şikayet dilekçesi yazacaktı, duymazdan geldim. Yetmedi, Denizde Dehşet filmiyle vasatlığın sularında gezdim, sineye çektim. Olsun dedim, yeter ki siz vizyondan eksik kalmayın, elalemin yanında boynunuz bükük durmasın...
Yani işte, haftanın filmleri Shameless dizisinin yerli uyarlaması Bizim Hikaye gibi tatsız ve garip... Önce dilerseniz, şu dizinin yeni çıkan tanıtımına bakıp biraz burun kıvıralım, sonra yazıya geçelim:
Shameless'taki Fiona'dan daha çok Üvey Baba'daki Lamia'ya benziyor...
Kara Kule (Dark Tower) - Piçliğine kötülük yapan büyücü, altıpatlara fısıldayan kovboy ve haytalık peşindeki çocuk...
Stephen King’in çok satan bir roman serisidir bu; 8 kitaptan oluşan (yok, okumadım), çizgi romanlara da taşınan (ı-ıh, onları da okumadım) bir klasiktir. Ve her Stephen King kitabı gibi, bir gün kurtlu bir yönetmen çıkar, filmini yapmak ister. Daha geçen yıl çekilen Frekans'ın dandirikliği ortadayken niye ısrar ederler anlamam... Belki de King artık, evinin önünde bekleyip yere koca harflerle “BENİMLE KİTABINI UYARLAR MISIN?” diyen yapımcılara gönlünü kaptırmamalı!..
Filmin yönetmenliğini Danimarkalı Nikolaj Arcel yapıyor; başrollerde ise, ismini yine kopyala-yapıştır yaptığım Matthew McConaughey ve siyahi James Bond olmasını çok istediğimiz Idris Elba oynuyor.
Kuleye çıkıp prenses mi kurtaracağız?
Bir tarafta, bir ortama girdiği zaman arabanın anahtarını, Marlboro'sunu ve sürekli yanında gezdirdiği iki revolverini masaya koyuveren son silahşor Roland (Idris)... Diğer tarafta, çamaşır yıkarken farklı renkleri ayırmak zorunda kalmayan, kötü büyücü Siyahlı Adam (Matthew)... Silahşor, Siyahlı'dan babasını vurduğu için intikam almak istiyor. Asıl kapışma ise, paralel dünyalardan oluşan evreni ayakta tutan kule için... Siyahlı, Kara Kule'yi yıkmayı, yıkıp yerine kulenin en üst katta yer aldığı bir AVM açmayı amaçlıyor. Bir de Jack diye bir çocuk var. Jack, paralel dünyaları hissediyor ve adına 'ışıltı' denen bir beyin gücüne sahip... Konsantre olarak, ıkınarak kuleyi koruyacak enerjiyi buluyor kendinde. Siyahlı bu çocuğun peşinde, silahşor ise korumasına alıyor bunu...
- Evladım sen abinin yanına geçiver de teyze otursun o koltuğa... Hadi bakalım!
Evreni kurtarmak için harcadığı enerjiyi derslerine verse?..
Aslında kitap serisi silahşor Roland'ın etrafında geçiyormuş ama kitaplardan seçmece bir şekilde yazılan senaryo Jake çocuğumuza odaklanıyor. Normal dünyada, New York'ta yaşarken kendisini Orta Dünya'da bulan ve silahşorle dağ tepe gezerken western ortamı yaşayan Jack'in beyin enerjisi öne çıkıyor, "Yeteri kadar konsantre olursanız siz de başarabilirsiniz" diyor filmi izleyen akranlarına: "Siz de YGS’de iyi bir puan alıp en azından ikinci öğretim ÇEKO'ya yerleşebilirsiniz..."
Çocuğun üvey babası, cefakar annesi gibi gereksiz unsurlar baltalıyor mis gibi fantastik öyküyü... Kötü adamın amacı ise hiç anlaşılamıyor. Yakışıklı uzun suratı ve karizmatik adem elmasıyla "Kızlar efendi erkeklerden değil piçlerden hoşlanıyor, o yüzden yıkacağım bu Kule'yi" der gibi duruyor.
- Herif adem elması avantajıyla psikolojik olarak eziyor beni...
Türü ne? Korku? Bilimkurgu? Bilimkorku?
Film, aynı anda western, bilimkurgu, fantastik ve yer yer gerilim olmaya çalışıyor. Bi' süre türler karışıyor, belediye otobüsüne dönüyor film... Filmi taşıyan Idris Elba'ya kovboyluk yakışıyor ama yolda başlarına gelen tehlikeler western heyecanı vermiyor. Western'e yakışır şekilde barlar karışsın, kafalarda şişeler kırılsın istiyoruz, olmuyor. 95 dk süre de az geliyor, işin fantastik boyutu tam açıklanamıyor, farklı dünyalar arasındaki geçiş kapıları gibi bilimkurgu ögeler kullanılamıyor.
Kuleye isabet eden ışınların oluşturduğu depremler bile havada kalıyor. Zaten deprem olaylarını tam anlamayan bizim izleyici "Havalar bi' değişikti, belliydi olacağı", "New York'ta çok pis seks dönüyor, ondan" gibi yorumlar yapabiliyor ve Celal Şengör müdahalesine açık hale geliyor film...
- Hayır efendim, kuleye isabet eden ışınlar depremi tetiklemez!
Stephen King romanından beklenen gizem yaratılamıyor, baştan sonra karanlık bir atmosfer olsa da Alien benzeri İblisler gerilim hissettiremiyor. Tipler tanıdık olunca en fazla gece evdeki sinek kadar gerebiliyorlar. Silahşorün Excalibur kılıcına gönderme yapan altıpatları da uçanı kaçanı vurdukça aksiyon, paintball ciddiyetine iniyor. 8 kitabı da okuyan hayalindeki dünyaları bulamıyor, "Nerenizle okudunuz kitapları" deyip yönetmen ve senaristlere kızıyor, kırmızı emojilere dönüşüyor.
Uykusunu kaçıran sineği bulup öldürmeye çalışan mağdur birey (temsili)
Puan: "Kitabı okumadım ve bu puanın Stephen beyfendiyle bi alakası yok" 30'u...
Cumali Ceber: Allah Seni Alsın – Bir adet takma kaş ve ben çizimiyle film çekebilme özgüveni...
“Oğlum ne izliyorsun sen böyle sabahtan beri” cümlesindeki ‘oğlum’lara hitap eden Vine- Youtube fenomenlerinden Halil Söyletmez’in videolarındaki bir tipti bu... Youtube tıklarını gören sinema sektörü de durur mu, topladı bunun fenomen arkadaşlarını da, yapıştırdı filmi! Fragmanı sosyal medyada dönerken çocuğumuzun, yeğenimizin, küçük kuzenimizin nasıl bir şeye maruz kaldıklarını daha iyi fark ettik. "Keşke belediyelerin Youtuber ilaçlama arabaları olsa" diye düşünmedik de değil...
İki çift laf ediliyor mu?
Sıva ustası Cumali Ceber, patronu dövdüğü için kovulur, iki geri zekalı oğlu da kumar borcu yüzünden zor durumdadır. Cumali, filmin taşraseviciliğine ters bir şekilde Nişantaşı Üniversitesi'nde okuyan oğullarının okuluna gittiğinde üniversitenin sahibi eski çırağı çıkar ve bu üçünü tatile gönderir. Bu Recep İvedikvari tipin aklı başında insanları aşağılamaya çalışması, onlara anüsünden bahsederek savuşturmaya çalışmasıyla film devam eder. ('Anal' kategorisinde bir film?). Çünkü normal olan budur; konuşmak yerine şaplaklamak, osurmak, sıçmak... Ağzı olanın konuştuğu tartışma programlarından geldiğimiz nokta, anüsü olanın sıçtığı sinema filmleridir. ("Ooo, ciddi tespitler filan?")
Bulmacalarda tükenmez kalemle kaş bıyık çizdiğimiz 'resimdeki ünlü'nün film olup önümüze geldiği bir kabus...
Bu filme mi girmek, o parayı bozdurup masaj koltuğuna mı yatırmak?
Senaryoda hiçbir amaç, mantık, heyecan yok. İstanbul'daki misyonunu tamamlayan Cumali Ceber, tuvalet kağıdından gemiler yapıp bir 'anüs elçisi' olarak Akdeniz'deki zenginlere, akademisyenlere, arkeologlara sıçmaktan bahsediyor. Teknik bir özen zaten yok ama deneysel şeyler deneniyor: Mesela bir sahnede, otobüs molasındaki Cumali'nin iki adamla uzun uzun osuruk düellosu yapmasını izliyoruz. Salondaki 10 yaşındaki çocuklar eğleniyor ama görmüş geçirmiş bir yetişkinseniz, Otomatik Portakal filminde üzerinde deney yapılan genç gibi hissediyorsunuz kendinizi...
Konuyu kapatmayalım mı artık? Tam yemek yerken...
Film, boyundan büyük işlere de kalkışıyor. Cumali'nin çocukluğuna inip birkaç sahne göstererek duygusal etki yaratma çabası mesela... "Çocuğunuzu sevin de böyle olmasın" demek istiyorlar galiba. (Ama çocuğunu sevsek bu filme niye getirelim?) Bir replikte de, sanki Marvel'mış, DC'ymişçesine kendi evrenini yaratmaya çalışıyor: Recep İvedik'e toplu bilet alıp filmi komik bulduklarını söylüyor üniversiteliler! Haydaa, bunlar artık birbirinin filmlerine de mi girecek? Toplanıp Türk Avengers'ı, yerli Suicide Squad (seyirciyi intihar ettiren) mı oluşturacaklar? Recep İvedik, Cumali Ceber, Şevkat Yerimdar, Ali Kundilli, Çocuklar Duymasın Haluk derken...
Şunları hafriyat kamyonlarıyla İzmit Körfezi'ne götürüp döksek aslında....
Puan: 'Senenin en kötü filmleri' yazısına şimdiden göz kırpan bir 10
Denizde Dehşet (47 Meters Down) - Çömünce köpekbalıkları da ısırmaz mı?
Bu sıralar bolca vizyona giren, herhalde yazın gideri olduğu düşünülen tek mekan gerilimlerinden bu da... Sinema salonunda dehşet yaşatma iddiasında, lunaparkın, aquaparkların, korku tünellerinin izleyicisini çalmayı deneyen özgüvenli bir film... Johannes Roberts yazıp yönetiyor:
Onların da ne işi varmış canım, köpekbalıklarının arasında?
İki kız kardeş; biri gönül işlerinden dolayı üzgün, öbürü teselli olsun diye ona heyecan yaşatma amacında... Meksika açıklarında, okyanusta, kafes dalışı yaparak kafesin ardından köpekbalığı izleme adrenalini yaşamak istiyorlar. Ama terslik bu ya, kafesin halatı kopuyor ve okyanusun 47 metre derininde can pazarı yaşanıyor. Film geçen yıl vizyona giren yaralı ceylan Blake Lively'nin köpekbalığıyla boğuştuğu Karanlık Sular'ın su altındaki versiyonu gibi...
Yalnız bu köpekbalıkları neden hep kadınlarla uğraşıyor? Bunlar kadınları kontrol etmeye çalışan erkekleri mi temsil ediyor? E yıl olmuş 2017, nedir hala bu köpekbalıklarının cinsiyetçiliği?
Dalgıcı "Neredeydin bu saate kadar?" diye azarlar gibi...
Paramparça aşklar ve köpekbalıkları?
Filmin büyük bölümü okyanusun altında geçiyor, hmmm ilgi çekici, diye düşünüyorsun National Geographic belgesellerindeki gibi, su altında değişik değişik canlılar görelim, mor renkteki delişmen deniz analarına, işveli deniz yıldızlarına bakalım diyorsun ama gayet de sadece bir kafes ve köpekbalığı görüyorsun. O köpekbalığından da -bence- gerilim yaratmayı başaramıyorlar, arada görünüp kaybolması yetmiyor. CGI'dan yapma köpekbalığının gerçekçi bir şekilde canlandırılması saygı duyulası ama tehlikeyi yakından hissedemiyor, havaya giremiyoruz.
Yalnız film, hayatta kalma filmi klişelerinde dolanırken 1-2 sürpriz hamleyle özgün şeyler yapıp gönlümüzü almaya çalışıyor. Ama kolay seyirci olmalı, öyle hemen de kanmamalıyız -bence-...
- Evde oturup National Geographic izlemek neyime yetmezdi sanki...
Puan: Perdede 50, ekranda 40 (ikisinin de büyüklüğüne göre değişir tabii)
Diğer:
Halle Berry'nin oğlu kaçırılan cefakar bir anneyi oynadığı (bu kadın ne zaman anne oynayacak yaşa geldi ya?) Anne, 3-7 yaşındaki çocuğunuza bol bol müzik dinleterek 2 saat oyalayabileceğiniz Balerin ve Afacan Mucit, eskiden karı koca olup da şimdi aynı apartmanda yaşayan Giovanna ile Elia'nın konu alındığı İtalyan romantik komedisi Bırak Kendini, cinsiz-şeytansız, gıda boyasız, katkı maddesiz bir yerli korku olma iddiasındaki İki ve Marion Cotillard'ın yine vizyonumuzdan eksik olmadığı, son Cannes'ın açılış filmi İsmail'in Hayaletleri ise haftanın kalan seçenekleri...
Her haftaya buraya koya koya 'Diğer Güzeli' kadını yaptım kadını da...
SONUÇ - Ona gitme, buna gitme... Eve mi kapanalım?
İsmail'in Hayaletleri ve Bırak Kendini Eskişehir'e gelmediği için bilemiyorum ama anlattıklarım içinde gidilecek bir film yok gibi... Diyeceksin ki o zaman niye yazdın? En azından etrafınızda çocukları Cumali Ceber'den uzak tutun diye! O daha bilmez, onun algıları henüz kulak memesi kıvamında bir hamur gibidir, uyarın onları diye... Çok istiyorsa bile engelleyin, onun yerine patates cipsi, kola, aşırı doz jelibon gibi kötü alışkanlıklara vurabilir kendini, yine bundan iyidir...
Kara Kule filmi ise kitabı okumayanlar için zevk alması, okuyanlar için de tatmin olması zor bir film. O yüzden bu iki ucu boklu değneğe bulaşmamanız önerilir. Yine en iyisi Denizde Dehşet gibi... Akdeniz'e açılıp dalamayanlar, vaktini bozkırda yaşayanlar için amorti niyetine...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Hizmetçi filmi, 3. denemesinde başarıya ulaşıp vizyona girebilir diyorlar. Ay hadi inş...)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et