Bundan da Eksik Kalmadık Aynen: Antik Yunan'dan Ortaçağ'a Kadın Filozoflar...
Bugün sizlere Antik Yunan'dan Ortaçağ Avrupa'sına kadar bir dönemde faaliyet göstermiş kadın filozoflardan bahsedeceğim değerli okurlar. Giriş kısmına başka bir şey yazasım yok zira afedersiniz tuğla gibi blog yazısı yazdım sizin için. Canım çıktı...
1. Krotonlu Theano
Kendisi en ünlü kadın Pythagorasçı (Bildiğimiz Pisagor ama böyle söyleyince daha havalı) filozoftur. Kroton’a gelen ve bir okul kuran Pythagoras onun felsefe öğretmeni idi. Hatta daha sonra evlendiler. Pythagoras öldükten sonra Theano, okulun idaresini üstüne aldı (Okulu üstüne yaptırmış sanırım. Filizof da olsa bir yere kadar tabii...). Kendisinin ‘’Dindarlık Üstüne’’ başlıklı fragmanı yalnızca günümüze kadar ulaşmıştır. Amma ve lakin ‘’Altın Kesit’’ denilen matematik teoreminin de ona ait olduğu söylenmektedir.
Size ‘’Dindarlık Üstüne’’ isimli yazıdan bir kuple alacağım. Beni biraz bi düşündürmedi değil.
‘’Duyduğuma göre bir çok Yunanlı, Pythagoras’ın bütün şeylerin sayıdan ortaya çıktığını idda ettiğini sanıyormuş. Bu iddiada bir sorun var: Var olmayan şeyler nasıl varlık olarak kavranabilir? Oysa Pythagoras’ın demek istediği, her şeyin sayıdan ortaya çıktığı değil, sayıyla uyum içinde olduğudur. Sayı her şeyin ilk düzenidir ve düzenin 1’e, 2’ye ve bütün izleyenlere taksim edilmesi suretiyle sayılan şeylere karşılık gelebilir.’’
Ya farkındaysanız sayı diye bir şey yok he? Üstüne kuruluyuz ama. :/
Pisagorcum düzgün yaz aşkım bak anlamayacaklar. Sayıyla uyum içinde yaz sevgilim…
2. Aspasia
20 yaşında, Anadolu topraklarındaki Milet’ten babasıyla beraber Atina’ya geldi. Daha Milet’te iken babası onun ‘’Hetaira’’ olarak çalışmasına karar vermişti. ‘’Hetaira ne lan?’’ diyorsunuz haklı olarak. Hetaira o dönem köle olarak satılan kadın deniyor. Para karşılığı bedenen alınıyorlar ama seks yok (Karşılıklı istendiği takdirde var, o ayrı). Sadece öğretmenlik gibi görevler mecburi. Bunlar da genellikle bilgi birikimleri nedeniyle (meme büyüklüğü falan değil konu) saygı gören çok kültürlü kadınlardı.
Aspaia da çok iyi bir eğitim almıştı. Hatta Atina’da bir Hetaira okulunu yönetiyor, ayrıca kentin en önemli erkeklerinin devam ettiği bir salonun idareciliğini yapıyordu. Anaksagoras, Sokrates ve devlet adamı Perikles de o salonun demirbaşlarıydı. Her biri de bu akıllı kadına hayrandı. Kendisinden 20 yaş küçük olan Aspasia’yı, karısını terk ederek sevgilisi yapan Perikles mesela. Aspasia’ya bu sebeple tepkiler geldi hatta dava bile açıldı.
Aspasia, felsefe ve retorik (söz söyleme sanatı) dallarında mükemmel bir öğretmen sayılıyordu. Sokrates ona akıl danışıyor, kendi öğrencilerini ona gönderiyordu. Bak Sokrates bile lan. ‘’Meneksenos Diyalogu’’nda hatta, Sokrates Aspasia’yı bolca övmüştür.
Ben bu arada makale, yazı bilmem ne isimlerini yazıyorum da hiçbiriniz almadınız de mi?
Aspasia’nın dönemindeki pasaport fotoğrafından alıntıdır
3. Diotima
‘’Symposion’’ diyalogunda Sokrates, Diotima’dan bolca bahsetmekte. Symposion’a gelirsek… Symposion, bir şöleni izleyen ve erkeklerin felsefi sohbetler yaptıkları bir içki alemi. Konusu sevgi olan bir Syposion’da, Sokrates’ten bir konuşma yapması istenir. Sokrates ise bunları söyler:
‘’Şimdi seni bırakacağım ve Eros hakkında, bu ve diğer konularda çok bilge olan, bir zamanlar Atinalılar’a da vebaya karşı kurban ile hastalığın on yıl ertelenmesini sağlayan, bana da sevgi konularında ders vermiş olan Diotima adlı Mantinealı bir kadından duyduğum söylevi, yani onun verdiği söylevi size aktarmaya çalışacağım; bu çevrede Agathon ile mutabık kaldığım husustan hareket edeceğim ama bunun dışında elimden geldiğince, yalnız kendim için…’’
(İçkili tabi. Cümle bitmeden götürmüşler ya da sızdı. Çok düzgün kuramamış cümleleri ama meali güzel. Canım Sokrates.) Ps. Agathon, en yüce demek. Ahlak fesefesi kurcuklarsanız biraz bolca denk gelirsiniz terimle efenim.
Diotima’ya göre ‘’Eros’’ (bunu mitoloji konumuzda işlediydik link koycam), insanla Tanrı arasında, iyi ve kötü, güzel ve çirkin gibi sıfatların arasında bir şeydir. İnsanların güzele, iyiye ulaşmaya çalışmalarını ve hakikati aramalarını sağlar.
Konusu uzun ama şöyle de bir done bırakabiliriz buraya. Diotima’da ilginç olan, bütün mükemmel becerileri neredeyse erkeklere atfetmesi oldu. Platon’un Diotima’nın ifadelerini ne ölçüde kendi düşüncesine adapte ettiği bilinmiyor. Çünkü, yalnızca erkeklerin hakikate ulaşabilecekleri görüşündeydi Platon da. Yani ikisi arasında şöyle bir karışıklık meydana gelmiş: Neyin gerçekten Diotima’ya, neyin Platon’a atfedilmesi gerektiği hususu belirsiz kalmış.
Eros için:
Kafasında yapraklı tacı olan bi görseli vardı da demek ki takmamış bu heykeli yaptırırken
4. Hypatia
Bugüne değin en büyük etkiyi yaratan filozof Platon’dur. Platon’un temel düşüncesi, var olan her şeyin bir gerçekliği olduğu ve ideaların, hayal vasıtasıyla bizim tarafımızdan algılanabileceğidir. Örn; adalet ve ya güzellik konusunda bir tasarımımızın olmamasının nedeni, bir adalet ideasının veya bir güzellik ideasının olmamasıdır. (İdea = asıl gerçeklik, öz.)
Konumuz Platon değil ama bağlayacağım şimdi. Platonculuk, ilk Rönesans’ını M.S. 4. yy’da yaşamıştır. O dönemin düşünce akımına ilişkin felsefik terim ‘’Yeni Platonculuk’’tur. Bu okulun seçkin temsilcisi deeee, ta ta ta taa, Hypatia’dır.
Hypatia öncelikle Hristiyan olmadığından, dini şeyler sebebiyle çok uğraşmış insanlarla. Ardından yetmemiş kentin psikoposu Kyrill’in, felsefeye olan düşmanlığı ile mücadele etmiş. Kadıncağızı yıkıcı, bölücü, isyana teşvik edici ilan etmiş. Kısaca felsefe ile ilgilenen herkesi tehlikeli kılmış. Bir şeyleri sorgulayan insan o dönemde (hala daha) tehlike arz ettiğinden bu kadın çok uğraş vermiş anlayacağınız. Özgürlük ve adalet için yaptığı her mücadelede devlete hükmedenler için bir tehdit oluşturmuş. (Helal olsun deyin burda hemen!)
Hypatia’nın döneminden olan Sokrates Scholastikus, onun için şunları söylemiştir (Sokrates ayık bu sefer):
"İskenderi’ye de, filozof Theon’un kızlarından biri olan Hypatia adlı bir kadın yaşıyordu. Öylesine mükemmel bir eğitim almıştı ki, döneminin bütün filozoflarını geride bırakmıştı. Öğretmenliği çerçevesinde, Platon’un kurmuş olduğu Platoncu okulun başına getirilmişti ve isteyen herkese bilgi alanında ders veriyordu.’’
Ama Sokrates’ten böyle güzel sözler çıkmasına sebep olan Hypatia’nın sonu maalesef kötü oldu. Platon (Kitap: Platon-Devlet) felsefesini siyasete uyarlamış, devletin başında filozof bir hükümdarın bulunmasını ‘‘bilgece ve adil yaşayabilmek adına’’ talep etmiş.. Hypatia’nın devlet tasarımı tamamen adil ve bilge olmak adına idi kısaca. Yukarıda da yazmıştım, kilise rahatsızlandı diye… Sokrates’in anlattığına göre yaşanan o trajedi şu şekilde gerçekleşmiş en sonunda:
‘’ Kilisede okuyucu olan Petrus’un liderliğinde öfkeli bir grup komplo kurdu ve bir şölenden eve döndüğünde Hypatia’ya saldırdılar. Erkekler zor kullanarak onu tahtırevandan çıkarttılar ve beraberce yerde sürüyerek Kaisarion adıyla bilinen Kilise’ye götürdüler. Orada elbiselerini çıkarttılar ve kırık cam parçalarıyla bedenini kestiler. Uzuvlarını birer birer keserek kadını parçaladılar. Sonra bütün parçaları kikarona yığarak yaktılar.’’
Korkulan şey bilgelik ve adaletin kente gelmesiydi. Kilise de bu şekilde engelledi. Yıllarca değişmeyen tek şey kötülük olarak kaldı.
(üzdüm değil mi azıcık?)
Bu arada ne dicem, İskenderiyeli Hypatia’nın ‘’Agora’’ isimli filmi mevcut. Ben okumayı sevmiyom, anca izlerim diyenlere şiddetle duyrulur.
Filmde daha güzel tabii. Kitaplarda iyi çıkmıyor pek
5. Bingendeli Hildegard
Kadın filozofların genellikle kendilerini içinde buldukları bir akım vardı: Mistisizm. Yunanca ‘’myein’’ yani ‘’gözlerini kapatmak’’ anlamı taşımakta. Akla odaklanmış skolastisizme karşı bir hareket olan mistik, kendini açık ruhun, gizemli bilginin felsefesi olarak görüyordu. Mistik için ratio (yani mantık)değil, Tanrı’nın bize söyleyeceklerine kulak vermek, ön plandadır. Tanrı’yı duyabilmek…
Alman mistik hareketini başlatan ise Hildegard’tır.
Görümlerinde insan, Tanrı ve kozmos arasındaki bağ, Hildegard’a kendini gösteriyordu. Görüm sırasında kendi ‘’Ben’i’’ geri plana itiyordu. Hildegard için belirleyici olan, özellikle kendi benliğinde kalmayıp, dünyanın bütününe bir bakış atmaktır. Ortaçağ döneminde kişilik ve bireysellik, günümüz derecesinde büyük rol oynamıyordu. İnsanı veya bütün olarak insanlığı düşünmek çok daha önemliydi. Hildegard, kendisi hakkında ‘’Ruhumun derinliklerinde, kendim önünde kül ve küllü çamur, rüzgarla savrulan toz zerresi gibiyim.’’ der hatta. İnşallah birisi, kendisine benzeyen seramik çamurundan bir ufak büst hediye etmiştir rüzgarla savrulup giden…
Almayacağınızı bildiğim eseleri de yazıyorum buraya:
‘’Liber Vitae Meritorum’’ – ‘’Yararlı Yaşam Üstüne’’’
‘’Liber divinorum Operum’’ – ‘’İlahi Eserler Kitabı’’. Ben de seni öperum ayrıca.
‘’Liberacorpus, Expecto Patronum’’ – Harry Potter büyüleri.
Hildegard’a nur inerken
6. Magdeburglu Mechthild
Hildegard’ın geleneğini sürdürür kendisi. El almıştır. Yaşamı hakkında gerçekçi bilgi mevcut değildir, yani beklediğiniz ana adı, baba adı, memleket falan mevcut değil.
Mechthild 20 yaşındayken ‘’Begine’’ olarak yaşamaya karar vermiş. Begineler, kadınların manastır yemini etmeden inzivaya çekilerek, çileci bir yaşam sürdürdükleri dini cemaatlerdi. Alçak gönüllülük, cinsel perhiz ve dua, yaşam biçimi olarak varsayılmıştır. Servet edinmeleri dahi kesinlikle yasaktır. Öğretmen olarak çalışıp, kendilerini geçindirmeleri, onlara tanınan kısıtlı imkanlardan biridir sadece. Hakiki bir manastıra tam 40 sene sonra giren Mecthild, tam 60 yaşında, Thüringen’deki Helfa manastırında, Zistersizen (Citeaux) (konuşmayı unutucam birazdanux) rahibe oldu. Yaşadıklarından istemeyerek bazılarını, endişeyle yazıya dökmüş mesela: ‘’Sustuğum zaman Tanrı’dan, yazdığım zamansa kavrayıştan yoksun insanlardan korkuyorum.’’
Valla ne yalan söyleyeyim ben de korkuyorum teyzeciğim.
Mechthild’in ‘’Tanrı’nın Akıcı Işığı (Das Fliessende Licht der Gottheit) isimli eserindeki ‘’Bana rehberlik ettiğin zaman dans ediyorum’’ başlıklı bölümünden bir parça bırakacağım buraya ibret olsun diye.
Şu yedi şeyi her zaman uygulamalıyız:
Yaşamda adil,
Sıkıntı karşısında merhametli,
Cemaat içinde sadık,
Dikkat çekmeden yardımsever,
Sıkıntı ve sefalet içindeyken sessiz,
Hakikat ile dolu,
Yalanla düşman.
Tamam mı canikolar?
Burda da Mechthild’in kafasına sertçe vuran nuru görüyoruz
7. Sienalı Caterina
Küçük yaşlarında, içinde manastıra gitme istencini arttıran görümlerden bahsedermiş. Annesi şiddetle karşı çıkıyormuş çünkü kızı Caterina’yı, 12 yaşındayken evlendirmek istiyormuş. Caterina ise saçlarını kesip evlilik yolunda olmadığını belirtmiş ve ömrünün sonuna dek bakire kalmak, yaşamını Tanrı’ya adamak istediğini söylemiş. (Saç kesmenin evliliği reddetme gibi bir özelliği var). Annesi rıza göstermek dışında bir şey yapamamış lakin kızının bu saç olayı da cezasız kalsın istememiş. Caterina’nın kendi odasını elinden almış ve evde onu hizmetçi olarak çalıştırmaya başlamış. (Bizde olsa oda hapsi düzenlendirdi hemen) Bir süre bu duruma ses çıkarmayan Caterina, bir tarikat olan Mantelletlara kabul edilmiş. Bu sebeple kendi evinde kaybettiği yerini, tekrardan tarikat sayesinde geri almıştır. Naptı dersiniz peki ardından? Suskunluk yemini etti, kimselerle konuşmadı ve evden yalnızca kiliseye gitmek için çıktı.
Din üzerinde bir çok çalışmalar yürüttü Caterina ama düşüncelerini ağırlıklı olarak mektuplara döktü. (Eşkiya filmindeki Keje de sustuydu ya öyle, hatırladınız mı ya? L Hiç konuşmadıydı.) Okuryazar da değildi ha, metinlerini her seferinde dikte ettirdi. Biraz da ünlendi hani sonradan. (Her şeye muhalefet olarak geldi tabi bu konuma. Kadın çenesi işte, napcan?)
Dönemin içinde sıyrılan insanlardan biri oldu. Dönem sebebi ile Katolik kiliselerde bir kriz hakimdi. Dünyevi iktidarın İtalya’da genişletilmesine ilişkin olarak, İmparator II. Friedrich ile olan görüş ayrılıkları sonucunda, papalar 1309’dan beri Avignon’da sürgünde bulunuyorlardı. Ve tabi sürgün dediysek elleri kolları zincirli sanmayın. Baya şaşalı, görkemli bir yaşamdan bahsediyorum. On dönüm bostan yan gel Papa.
Alçak gönüllülük ve uyum konularında fazlasıyla titiz olan Caterina’nın bu duruma karşı çıkması çok da uzun sürmedi. Papa XI. Gregorius’a mektuplar yazarak Roma’ya dönmesini rica etti. 1376’da papaya yazdığı bir mektupta Caterina şöyle şeyler dedi:
‘’Gönüllü yoksulluğun aynası olmaları ve kutsal kilisenin servetinden yoksullara dağıtılmaları gerekenleri, nasıl ölçüsüz, lüks, heybet, debdebe ve dünyanın boş şeylerine kapılarak yaşadıklarına, üstelik bunu dünyevi olsalardı yapacaklarından bin kat fazlasıyla yapmalarına seyirci kalmak ne kadar utanç verici. A*mına k*duklarım görmüyor musunuz, insanlar açken sürgüne gönderilenlerin ziyafetlerini? Kör müsünüz ulan siz sayın papa?’’
Veremden hakkın rahmetine kavuşmuştur Caterina. Hem de 33 yaşında. 1461 yılında azize ilan edilmiştir.
Bu arada Sieanalı Caterina dedik ya, imkanı olan İtalya’ya gittiğinde Siena’yı bi gezsin. Gezemeyen de Google yapsın, Vikipedia’ya girebilen (LOL) girsin bakınsın azıcık. Çok değişik bir kültüre hakimler. Şehirde (örnek veriyorum; tavşan mahallesi, kartal mahallesi, kurt mahallesi, sümüklü böcek mahallesi vs vs vs) toplam 17 mahalle var. Her mahallenin kendine özgü bayrağı, YANİ TUTTUĞU TAKIM VAR.
Ne takımı derseniz söyleyeyim; şehrin meydanındaki alanda at yarışı yapıyorlar. Hangi mahallenin atı kazanır ise, geri kalan 16 mahalle bir süreliğine sokağa çıkamıyor. Balkonlarından astığı bayraklarını bir süreliğine kaldırıyorlar falan. Maymun mahallesinden bir erkek, civciv mahallesinden bir kız alıyorsa bir sürü prosedür mevcut. Soyad ile alakalı falan. Galiba adam kızın soyadını alıyordu. Yılda zannedersem 1 defa yapılan bu yarış da, bölgenin kalkınmasına hayli hayli yetiyor. Ortaçağ’ın belirgin izlerini hala daha taşıyan ve koruyan bölge, nüfus açısından da minnacık. Konu nerden nereye geldi ya? Şey, neyse yarışları bi izleyin emi?
(Pardon ya gezi yazıma döndüm ben bir an )
Adios.
Caterina görselini düzgün bulamadığımdan, yaşadığı şehri koydum. Heh atlar burda koşuyo
(Mervously Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et