anne! (Jennifer Lawrence, Javier Bardem ve bir ev dolusu misafir), Benim Varoş Hikayem (Adana'da doğal yaşam belgeseli)
Havalar soğuyor, "Lan doğalgaz faturası mevsimi geliyor" gerilimini yaşıyorken iki gerilim filmimiz var bu hafta... Korku klasikleri arasında gösterilen ve yeni kopyasıyla gösterime giren 1977 yapımı Suspiria, danslı gerilim yaşatırken (Yok, Bollywood gibi değil) Darren Aronofsky'nin fıstık gibi bir gerilim tattıran 'anne!' filmi, 'eve gelen yabancı misafir' konusuyla dikkat çekiyor (Yo, Davetsiz Misafir dizisi gibi değil). Bu arada Benim Varoş Hikayem belgeselinde Adanalılar "Gardaş bizden gerilmene gerek yok" diyor, Kurtlar Vadisi Vatan filminde de Polat yine bir şeylere gerilip racon kesiyor.
Anne-Adanalı-racon filan deyince serbest çağrışımım beni şu Yılmaz Güney'li sahneye götürdü. O zaman önce biraz ağlayalım sonra da pek eğlenceli yazımıza geçelim:
anne! (mother!) - Eve doluşan misafirler içinde "Ay oraları ben yeni temizledim" gerilimi...
Siyah Kuğu, Bir Rüya İçin Ağıt gibi filmlerine hayran olduğumuz, Kaynak filminin izleyiciyi kafasına kaynak makinesiyle dalınmış gibi hissettirdiği, sevsek de sevmesek de yarattığı işleri takdir ettiğimiz Darren Aronofsky'nin yeni filmi... Kadrosu da göz dolduruyor: Jennifer Lawrence, Javier Bardem, Ed Harris ve Michelle Pfeiffer (ilk ikisinde gözleriniz dolmuştur zaten)...
İlk harfi küçük bir şekilde yazılan anne! filmi Venedik Film Festivali'nde görücüye çıktığında, bir festival klasiği hâline gelen bir şekilde, seyircinin yarsı tarafından alkışlandı, yarısı tarafından yuhalandı. Bakalım biz Alkışlayanlar'dan mı olacağız, Yuhalayanlar'dan mı?..
Evdeki tadilattan metafor çıkar mı?
İsmi belirtilmeyen karakterler arasında, birkaç katlı bir evde geçen bir gerilim bu... Kendisinden sürekli 'o' diye bahsedilen yazar (Javier Bardem) ile onun genç ve güzel eşini oynayan, 'anne' karakterini canlandıran Jennifer Lawrence mutlu mesut yaşarlar. Bir çocuğu olmasını isteyen ve ayıp olmasın diye daha çocuğu olmadan kendisini 'anne' diye çağırdığımız kadın, oturdukları yıkık dökük evi yeniden yaratma peşinde, tadilat işlerindedir. Yeni kitabını yazma derdindeki herif de yazar tıkanıklığı yaşar. Anne, "Lavabo tıkanıklığı için usta çağırdım, gelmişken senin tıkanıklığı da açtıralım ajdfjlwsj" diye espri yapmaz tabii, hele ki onun gibi tedirgin bir insan 'random gülme'yi hiç kullanmaz.
Kocasının bir hayranının evlerine gelmesiyle misafirler arttıkça, bol bol yakın çekim suratını görüp "İnsanı Jennifer suratından bile usandırıyorlar" dediğimiz anne, tedirginleşir. Gerilim bununla da sınırlı kalmaz, evin kalabalıklaşmasıyla senaryo kat kat yufkalar gibi katman katman açılır, tadından yenmez...
Funny Games gibi tek mekan gerilimi yaşayacak gibiyken ev kalabalıklaşır, kadın "Bütün insanlığı dolduraydın eve mk" derken film de insanlık tarihi alegorisine dönüşür. Anlarız ki; yazar Yaratıcıyı temsil eder, kadın ise doğa anadır. Hiperaktif kamera ve iyi bir kurguyla beraber, dinin gelişim aşamalarını, toplumun kendine koyduğu kuralları görür, kendimizden utanırız.
Neme lazım?
İç mekan atmosferi soluk ışıklandırmayla beraber -filmde çok teknolojik ekipmanın da olmadığını düşünürsek- karanlık bir çağı hatırlatıyor ve mumlarla yaratılan Hıristiyanlık atmosferiyle beraber düşündüğümüzde anlam kazanıyor. Ayrıca sanat yönetmenliği öne çıkıyor ve uzun bir saykodelik kaos sahnesi var ki oyuncu yönetimine, kurguya alkış tutturuyor (Alkışlayanlardanım ben, evet. Tarafını seç, maceraya başla!)
Filmin anlatı yapısı ise rüyalara-kabuslara benziyor. Olaylar hem kopuk kopuk hem bütünsel bir şekilde algılanabiliyor, absürt de gelebiliyor, ciddi de yorumlanabiliyor. Derken simgelerle, imgelerle dolu filmi anlamak için Rüya Tabirleri'ne bakmak istiyor, "Filmde kurbağa görmek ne demek?" diye Google'latıyoruz.
- Neden her yerde Erik Dalı çalıyor? Bu nasıl bir kabus Allahım!..
Anlamazsak ayıp olur mu?
anne! psikoljik bir gerilim gibi de düşünülebilir. Kadının toplumdaki ikincil konumundan kaynaklı travmasını, yazarın doyumsuz egosu için insanları kullanmasını düşününce, filme psikanaliz de yapılabilir. Aronofsky'ye "Şöyle bi' uzan" deyip psikanaliz edesimiz gelebilir. Ya da kendisini bir cumartesi gecesi dışarı çıkarıp "Ne yaşadın karınla, dök bakiyim içini" demek, gecenin sonunu "Valla kendi kaybeder abi, senin gibisini nerden bulacak"la bağlamak isteyebiliriz.
Resimli Psikoloji: Elektronik eşya tamir eden erkek özgüveni...
Puan: Kar topu kıvamına getirip yuhalayanların üzerine atmalık bir 90
Benim Varoş Hikayem - Tanıştığımıza memnun olacağımız fantastik Adanalılar...
Şimdiye kadar Mualla isminde bir kısa filmi olan Yunus Ozan Korkut'un ilk uzun işi. Oldukça kişisel bir iş yapıyor Yunus O.K. ve çocukluğunun geçtiği Adana Seyhan'daki ilginç kişilikleri ele alıyor belgeselinde... Adliye koridorlarındaki kavgalardan, güneşe kurşun sıkma, bankaya otomobille girme süper güçlerine sahip fantastik insanlarından bildiğimiz Adana'da, "bilmediğiniz daha neler var" diyor.
Daha neler var?
Cins kuş âşığı Culluk Yusuf, takım elbise giymeden çıkmayan ve kadınlarla ilişkisini 'sempozyum'a benzeten Devran karakteri, feminist ve 'simetrik' bir kadın olduğunu belirten Naime, zenginden alıp fakire verdiklerini iddia eden Rooko ve Çetesi... Belgesel bu karakterlerin etrafında dönüyor, tek tek yaşam mücadelelerini soluyoruz. Zaten fragmanı sosyal medyada çok konuşulmuş, birçok kişi tarafından bu karakterler fazlasıyla sempatik bulunmuştu. İsimleri sayılanlar dışında bi' bu kadar daha ilginç karakter var belgeselde. Dışımız sırıtıyor, içimiz eziliyor Yaşar Kemal'in "Demir olsam çürürdüm. Toprak oldum da dayandım" sözleriyle başlayan belgeseli izlerken...
- Şimdi de Adanalı genç anatomisine kısa bir giriş yapalım...
Başka ne yaparak izliyoruz?
Yönetmen, öteki görülen ama içleri yufka gibi olan, marşmelov gibi olan, jelibon gibi olan Adanalıları "Kimseyi dış görünüşüyle yargılamamak lazım" mesajıyla gösteriyor. Yalnız karakterleri sırasıyla tanıtırken uzunca bir film tanıtımı izler gibi oluyor, "Ee film ne zaman başlayacak" diyoruz. Belgesel sanki 'konuşan kafalar' biçiminde değil de 'öbür türlü' yapılsa daha iyi olurmuş diye düşünüyoruz.
Azıcık da aksiyon olsaydı mesela? Yani Adanalı dedim miydi aklımıza aksiyon gelir, hepimiz en azından 10 dakika Sıfır Bir dizisine bakmış insanlarız. Ya da en azından genel çekimde, kuşbakışı Seyhan görüntüleri görüp coğrafyayı biraz daha kavrayabilirmişiz. O kadar kuştan bahsetmişken, kuşbakışı bir çekimle olaylara bir de kuşların bakış açısıyla yaklaşabilirmişiz (mehehe)...
Dişisinin dikkatini çekmeye çalışan Adana delikanlısı ...
Puan: "Sen puana bakma, bi git gör yav" anlamına gelen bir 60
Suspiria - Dansçıdan korksak Serdar Ortaç klibi izlemezdik...
İtalyan yönetmen Dario Argento'nun filmi 1977'de gösterilmiş, o günden bugüne bir korku klasiği olarak bilinmiş. "Bu filmin son 12 dakikasından daha korkunç olan tek şey şey, ilk 86 dakikası" sloganıyla gördüğümüz tanıtımlarda, haklı bir özgüvene sahip olduğunu da görüyoruz bu burnu büyük yapımın... Suspiria, Başka Sinema salonlarında ikinci kez gösterim şansı buluyor ve tam 40. yılında restore edilmiş haliyle geliyor.
Suzan Suzi?
Suzy isminde ABD'li bir bale öğrencisi Almanya'daki bir dans akademisine gelir ve gizemli-gerilimli olaylar birden başgösterir. Technicolor yöntemiyle renklendirilen ve görsel tarafı gereksiz Instagram filtresi gibi duran film, bu rengarenk haliyle tezat oluşturan çığlıkvari tekinsiz müziğiyle de gerilimi en başından kurar. "Ulen" deriz, "altı üstü yatılı okula gidiyorsun, nedir bu korku?" Ama galiba film, şehir dışına, Isparta'ya filan üniversite okumaya giden genç kadınların aileden ayrılma korkusunu yansıtır. Ya da belki dansçı babalarınının "Şimdi sanat manat ayağına bizim kızı ellemesinler?" korkusunu....
Kaç birim adrenalin korkacağız?
Filmin ismi olan Suspiria, hem 'iç çekme' anlamını çağrıştırıyor hem de kuşku anlamına yakın duruyor. Ve Suzy gittiği dans akademisindeki her gizemli olaya kankisiyle beraber derin bir kuşkuyla bakıyor. Dans akademisinin büyüklüğü ve abartılı perspektif kullanımı, mekanı da korkutucu bir hale getiriyor. Şimdi evrimin gücüne gitmesin ama, iğrenç yaratıklar da korku unsuru olarak kullanılıyor, nereden geldiği belli olmayan eldivenli eller de -ki bizzat yönetmenin elleriymiş bunlar- korkutuyor.
Öykü ise çok derinleştirilemiyor gibi... ABD'li-Avrupalı çatışması ya da modernizm-Orta Çağ çatışması tam oturmuyor. Zaten çığlık bezeli müzik susmasken pek düşünmek de mümkün olmuyor, sormaya çekiniyoruz. Biz en iyisi korkmamıza bakalım diye düşünüyor, "Allaaah!!" deyiveriyoruz.
"Bu duvar kağıtlarını çok aradın mı" diycem ama o da nasıl söylenir ki...
Puan: 75 (Mülakatı da iyi geçerse alırız)...
Kurtlar Vadisi Vatan - Polat Alemdar yüksek vergilerden de kurtarsa ya bizi? MTV'ye racon kesse...
Evet, biliyorsunuz ki memleket içindeki kirli odaklar Kurtlar Vadisi dizisiyle (şimdilerde biraz Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz ile), dış mihraklar ise Kurtlar Vadisi'nin sinema filmiyle halledilir. Bu filmde ise 15 Temmuz gününe dönülüyor ve bu dış mihraklı darbe girişimine karşı Polat Alemdar, Umut Tabak'ın seslendirmesiyle yine racon kesiyor. Şimdi akıl vermek gibi olmasın ama, aslında dış mihraklar Polat Alemdar'ın dublajını bozsa memleketi istedikleri gibi ele geçirebilirler gibi... Dımdızlak sesiyle kalmış Necati Şaşmaz etkili racon kesemeyeceği için kirli emellerini gerçekleştirebilirler.
Her sinemada 2'şer 3'er tane salon alan, her yerde gördüğümüz boy boy bilboard'larından bombadan kaçar gibi kaçmak isteyeceğimiz filmin, 1.25'le hızlandırıp izlenmesi gereken fragmanı da şu şekilde:
Dış mihraklar Polat Alemdar'ın yüzünü flulaştırmaya çalışırken...
Diğer:
Firardayız: Fragmanında vasat bir yerli komedi gibi gözükse de çok yersiz espri ya da kabalık yok gibi... Belki bir şans verilir, "Ama bak bu son şansın" uyarısıyla beraber...
Damat Koğuşu: Tecavüzcülerin-tacizcilerin kaldığı koğuş anlamına gelen 'Damat Koğuşu', cezaevindeki vahşete odaklanan karanlık bir film. En son Eksik filminde beraber gördüğümüz Barış Atay, Özgür Emre Yıldırım gibi iyi oyuncular göze çarpıyor. "Durduk yere içimiz karartmayalım" demezseniz buna da bir şans verebilirsiniz gibi...
Ay'ın Sırrı: "ABD'nin Ay'a gitmesinin aslında Kubrick'in çektiği bir kurmaca video olması" iddiasına dayanıyor film. Filmde ise, Kubrick de sahte çıkıyor ve sahte Kubrick'le sahte Ay'a iniş videosu çekiliyor. Konu eğlenceli gibi... Ama bak film çok bayağı, sulu, kurtlu, ezik filan çıkarsa karışmam.
Lego Ninjago Filmi: Bir senede çıkan ikinci Lego filmi... İlk Lego filmi çok eğlenceli ve de 8-13 yaş grubuna göre gayet de anlamlıydı. İkinci film ise Batman ve politik göndemeleriyle az daha büyüklere hitap ediyordu. Bu 3. filmde ise devreye Jackie Chan giriyor, aksiyon abartılıyor derken animasyon iyice tablet oyunu kıvamına geliyor: "O zaman çocuk şu turu da geçsin de 4. filmi koyalım"..
SONUÇ - Ne anlattın sen şimdi yukarıda?
Merak ettim, yazıyı okumaya üşenip sadece sonuç bölümünü okuyan var mı aranızda? Lütfen! O kadar uğraşıyorum bak yazmaya, en azından bi' resim altlarına bakıp "Hihihi" deyiverin... Neyse, canınız sağ olsun. Sözün özü; hakkındaki kötü yorumlara aldırmadan anne! filmine gidip üstüne bir de klasik bir korku olan Suspiria'yı çakarsanız kafayı bir güzel yakarsınız; ama iki saat sonra da çok temiz olursunuz bence... Bu arada Benim Varoş Hikayem filmine de gidip böyle bağımsız işlere destek verebilir, siz de mahallenizdeki ilginç tipleri çekerek belki bir gün vizyona girebilirsiniz...
Haydi görüşmek üzere, film takviminiz hareketli, vizyonunuz bereketli olsun.
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya aylardır beklediğimiz Blade Runner 2049 geliyor. Şunu yazarken bile bi' hoş oldum, gelse de yazsak)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et