Süperstar (filme gitmezsek Aamir Khan'a ayıp olur mu?), Uzaydan Gelen Fırtına (ve Dünya'yı saran doğalgaz faturası korkusu)
Bu hafta biri Bollywood biri Hollywood'dan iki film öne çıkıyor: Türkiye gezisi sırasında abimiz-dayımız bellediğimiz Aamir Khan'ın oynadığı 'Süperstar' ve Hollywood’un yeni felaket öyküsü 'Uzaydan Gelen Fırtına'… Bollywood derdini şarkı sözüyle, gitar soloyla anlatıyor da Hollywood yine CGI’sız iki laf edemiyor. Bollywood'un hayırsever kamerası yine garibanı gösteriyor; küçük bir kız bir gitarla yolunu bulmaya çalışıyor. Hollywood ise panik atak anne gibi; hava ısınırsa başına güneş geçer, fırtına çıkar da üşütürsün derken terli sırtımıza havlu efekti sokuyor.
O zaman hep beraber serbest çağrışımımın götürdüğü yere gidelim, kötü felaket filmi efektleri eşliğinde şu eski klibi izlerken hep bir ağızdan “Bir tanrım vaar, bir gitarııım” diyelim, sonra da yazıya geçelim:
Tür: Post-apokaliptik, dram, müzikal (Havada gitarlar filan var ya, çok acayip)
Süperstar (Secret Superstar) –Yetenekli Hint çocuğunun Youtube kanalına abone olmak ister miyiz?
Advait Chandan yazmış ve yönetmiş, başrollerde de 17 yaşındaki Zaira Wasim ve onun anası rolündeki Meher Vij var ama tabii bizim gözlerimiz 2 buçuk saatlik filmde 15-20 dakika görünen Aamir Khan'ı arıyor hep... Çünkü biz ülke olarak gereksiz derecede fazla seviyoruz, filmde Shakti Kumar'ı canlandıran bu efendi, sempatik, esmer güzeli abiyi...
Ne?
Film, Insu isminde 15 yaşındaki bir kızın şarkı-türkü sevgisini el alıyor. Insu karakteriyle beraber son dönem Hint filmlerinden biri daha ataerkil düzene laf sokuyor, kadınlar bu sefer de şarkı söyleyip Youtube’a yükleyerek erkek egemen topluma ses çıkarıyor. Insu bacı, minnak gövdesi-kocaman yüreği ve akustik gitarıyla erkek şiddetinin kafasına kafasına vuruyor. Üzerindeki baba baskısından dolayı Youtube'daki şarkılarını çarşafa bürünerek söyleyebiliyor ve Gizli Süperstar diye fenomen oluyor.
İnsu, o çarşafın altından nasıl öyle güzel sesler çıkarıyor bilmiyoruz ama şarkı sözlerindeki "hayaller-uzaklardaki güzel yerler-cefakar anne yüreği-ütülü baba gömleği" gibi eleştirel ifadeler dikkat çekiyor. Yalnız filmin bir şarkısında “Ansızın bir bazlama çaldı kalbimi” gibi bir söz vardı, onu tam anlayamadım.
- Gezme ceylan bu daaağlarda, seniii avlarlaaaaar....
Neden 149 dakikamızı bu filme verelim? Çünkü çok değerli bir 149 dk o...
Bollywood filmlerini neden seviyorsak bu filmi de aynı nedenlerden ötürü sevebiliriz. Bizim gibi kara kuru Doğulularla özdeşleşebilir, her filmde en az bir ebeveyni övmeleri hoşumuza giden Hintlilerin bu filmde vurgulanan anne ve büyük hala sevgisine kapılabiliriz. Bir de filmin -artık sinemamızda rastlamadığımız- toplumsal konulara temas eden mesajları hoşumuza gidebilir. Türkiye Sineması'nda sosyal mesaj veren esmer tiplerin kalmaması, Bollywood'a sulanmamızın başlıca nedeni olabilir zaten.
İlyas Salman'dan rica etsek de bir filmde konuk oyuncu olup 1-2 dakika sosyal mesaj verse, gazımızı alsa keşke. Ama onu da bu yaşında, pazarda hıyar sattırıp zabıtalara kovalatamayız ya...
- Bize gelsene toplumsal konulara falan temas ederiz...
Bi daha, bi daha, bi daha...
Filmde biraz da popüler kültür eleştirisi var ama Aamir Khan'ın göründüğü sahnelerle sınırlı kalıyor. Khan hayranları da Şebnem Ferah’tan, Teoman’dan önce çıkan amatör grup dinliyormuş gibi “Nerde bu adam yaa” diye sıkılıyor. Aamir sempatiği rol çalmasın diye düşünmüşler belli ki ama bu şımarık popçü halleri azıcık fazla olabilirdi. Hem anne-çocuk duygusallığı bu kadar vıcıklaşmazdı hem de “Pop müzik çok yoz; ne varsa eski Hint türkülerinde, Hindili Hicazkar Longa makamındaki şarkılarda var" diye bilinçlenebilirdik.
Yani, öykünün çıkmazlarını ve duygusallığını fazla uzatan (ve dans edilmeyen) bu filmin tutması zor... Aamir Khan, Türkiye ziyaretinde hayranlarını tek tek filme gitmeye ikna etmeye çalışıp örgütlemediyse, Aamir Khan Fan Sayfası Kadın Kolları ev ev gezip filme seyirci çekmeye çalışmayacaksa şayet...
Instagram'dan bu şekilde canlı yayın açsan da ülke olarak girsek Aamir abey...
Son derece önemli bir soru:
Neden bu kadar uzatıyorlar bu Hint filmlerini? Tamam danslı-koreografili filmlerde, seyirci uzun uzun eğlensin diye düşünülüyor belki ama şu film neden 2 buçuk saat yani? Her filmin bu şekilde bir irade güçlendiriciye dönüşmesine gerek var mı? Hint seyirci film bitince hemen boynunu bükmeye, dudağını büzmeye mi başlıyor, “Eee film bitti napıcaz şimdi?” diye dımdızlak bir varoluş durumunda mı kalıyor? İki bilet alıp bütün hafta sonunu sinemada yemekten mi zevk alıyor bu sinefil toplum? Günde bir sezon dizi bitiren üniversitelilerle aynı ruhu mu taşıyorlar?
Puan: Adam o kadar buralara gelmiş, ayıp olmasın şimdi 60’ı…
Uzaydan Gelen Fırtına (Geostorm) - Balkanlardan gelen soğuk hava dalgasını gölgede bırakan bir atmosfer olayı...
300 Spartalı'dan beri bilegeldiğimiz Gerard Butler'ın başrolde olmasından başka bir şey yazılamamış tanıtımlarına, buradan bile nasıl bir film olduğu belli aslında... Yönetmeni ise Kurtuluş Günü'nün yazarı ve yapımcısı Dean Devlin... Evet, Kurtuluş Günü, aslında başka bir şey demeye çok gerek kalmadı galiba ama madem izledim yazayım hadi...
Neler olmuş?
Dünya'da Küresel Isınma'nın sonuçları ciddi bir şekilde yaşanır olmuş, toplu ölümlerden sonra devletler toplanıp artık bir şeyler yapmaya karar vermiş. Uluslararası bir ekip kurulmuş ve Hollandalı Çocuk diye bir uzay üssü ile ona bağlı yüzlerce uydu oluşturulmuş, bu uydular nasıl bir yazılım kullanıyorsa artık atmosferi uslandırmayı başarmış. Fakat işte kurulan sistemin ismi Hollandalı Çocuk olunca -kanında Amsterdamlılık var tabii- uyduların arıza çıkarması, kafası dumanlı gibi sorun yaratıp durması engellenememiş.
Derken Hollandalı Çocuğu yaratan Jake'in (Gerard Butler) üstüne kalıyor olay, yukarı çıkıp (uzaya) aleti tamir etmesi gerekiyor. Arasının bozuk olduğu kardeşinin altında çalışmak zorunda kalması da cabası oluyor.
- Ankara'dan istifa haberi mi var?
Filmin en ilginç noktası çoğu izleyici için koca gökdelenlerin tuz buz olması ve insan kitlelerin bir anda keyfinin huzurunun bozulması olacak. (Bu felaket filmleri nasıl pis bir yanımıza hitap ediyor lan?) Özellikle Latin Amerika plajlarında keyif çatan insanların çaresiz bir şekilde dondurucu buz dalgasından kaçması, film arasındaki reklama uyup da sevgilisine soğuk çikolata alan gencin niyeyse pis pis gülmesini sağlayacak. Sonra, Ortadoğu zenginlerinin üzerine üzerine gelen tsunamiler içimizin yağlarını -bu sefer politik sebeplerden dolayı- eritecek.
Yalnız, biz bu şekilde felaket filminden zevk almaya çalışırken o şimşek-yıldırım efektlerinin oldukça kötü olduğu da gözümüzden kaçmayacak, "Darkwing Duck mı çekiyorsun abi yaa" dedirtecek.
Dünya şu haldeyken bile "Biz son katta oturuyoz, koy dötüne" diyen konformistler olacak...
Filmin entrika kısmı ise güçlü değil, hatta yine bir ABD Başkanının etrafında dönen klişeler yumağından ibaret... Yine de en azından, felaket filmlerinin çoğunda gördüğümüz gibi ailesini koltuğunun altına alarak tsunamiden kaçıran bir baba klişesinin olmaması sevindirici... Bir de kurtarıcı ABD vurgusu yerine daha evrensel mesajlar vermeye çalışarak sempatik olmaya çalışıyorlar, fena durmuyor. ABD'liler dışındakileri önemsemeyen yönetici ise Trump'tan sonra vizyona giren her film gibi Trump göndermesi olarak anlaşılıyor, bahaneyle Turuncu Reis'e de sövebiliyoruz.
Muhtemelen bir ABD'li pause düğmesine bastığı için donup kalan bir Ortadoğulu...
Peki böyle bir felaket durumunda ne yapabiliriz, filmde buna dair bir şey var mı?
* Filmdeki sıradan insanlar, gök yarılıp içinden ateş ışınları gelirken, yer yarılıp altından lavlar püskürürken oturup TV izleyebiliyor. Demek ki rahatlatıyor insanı, hele ki bir yayın yasağı durumunda izler, bütün kaygılarımızdan arınırız. Gökyüzünde çok fazla uydu olduğundan yayın da kesilmez. Ohh!..
* Bu filmden de bir kez daha anlıyoruz ki, erkek hackerlar genelde inek ve abaza insanlar olurken kadın hackerlar oldukça tarz, rahat insanlar oluyor. En azından bu filmdeki kadın hacker da öyleydi, o nedenle bir felaket sırasında hack işinizi eğlenceli bir kadın hacker'a yaptırmanız önerilir.
* Felaket durumunda işe yaraması için çocuğumuza ya sayısal yazdıralım ya da özel güvenlik şirketine gönderelim. Anladığım kadarıyla dünyayı mühendisler-yazılımcılar ve başkan korumaları kurtarıyor çünkü... Niyeyse o sırada biz sözelciler dünyanın yok olmasıyla ilgili caps’ler paylaşacağız gibi geliyor.
Dünyada neler olup bittiğinden habersiz, masum bir sözelci (temsili)...
Puan: Filmdeki son cümlenin hatrına 50... (Hatır gönül olmadan 30-40)
Soygun (Good Time) - Eliniz ayağınız tutuyor, çalışıp kazansanız ya!!
Başarısız geçen bir banka soygunu ve gerçekçi filmlerin vazgeçilmez karakterleri olan iki 'looser' görünümünde iki kardeş... Connie ve Nick, soygun yapıp yırtmayı düşünse de sonradan boka battıkça batar ve boka battıkça filmi daha gerçekçi yaparlar. Amerikan bağımsız yönetmenlerinin izinden giden yönetmen Safdie Kardeşler, kameralarını ABD'nin arka sokaklarına yöneltir, "Adamın dötünden kan alırlar" şeklinde mesajlarını verir ve ABD vizesi alamayan Türkleri teselli etmeyi başarır. Alacakaranlık (Twilight) serisinde ergen kızların sevgilisi olan Robert Pattinson da Connie rolünde döktürerek olgun-entelektüel kadınların çekim alanına girmeye hak kazanır.
Her geçen uçakta havaya bakmalarından Eskişehir'e yeni geldiği belli olan öğrenciler (temsili)...
Diğer:
Bak Şu Leyleğe: Bir serçenin kendisini leylek sandığı Almanya-Belçika yapımı animasyon, kimseyi ötekileştirmememiz gerektiğini öğütlediği için Avrupai bir aile, gönül rahatlığıyla çocuğunu götürüyor.
İlk Öpücük: Romantik komedilerin aranan ismi Murat Yıldırım, Özge Gürel ile başrolü paylaşıyor ve '50 Ilk Öpücük'in yerli çevrimi olan film, "Yerli hafızalar da unutur mu?" sorusuna cevap arıyor.
Bölük: İncir Reçeli'nin yönetmeni Aytaç Ağırlar, bakıyor ki son dönemde bu gazlı asker dizileri-asker filmleri iyi iş yapıyor, radikal bir kararla Halil Sezai naifliğinden şınav çeken asker pazularına geçiyor.
Damat Takımı: Daha geçen Biz Size Döneriz diye enerjik bir gençlik filmi yapan Doğa Can Anafarta, hayatın 20'lerin sonunu-30'ların başını sorguluyor yine. Liseden arkadaş olan bir erkek tayfası eski anılarını canlandırmaya ve "Haydi, rastgele! Vira bismillah" diyerek partner bulmaya çalışıyor.
SONUÇ - Birbirimize yakışıyor muyuz sence?
Sevgiliyle gitmek için yerli yapım İlk Öpücük'ten başka alternatif görünmüyor. Belki Süperstar içerdiği 'çocukluk aşkı teması'ndan dolayı bi' nebze tercih edilebilir. Yalnızlar ise Soygun filmine giderek sert kafalara girebilir gibi duruyor (serseri serseri geziyorlar zaten, tam onlara göre)... Şaka maka takip ettiğim eleştirmenler hep beğendi filmi, hatta diğer filmleri yazmaya bile gerek görmediler, hepiniz gidin. Ben de Soygun filmi şehrime gelmediğinden Uzaydan Gelen Fırtına'yı filan uzun uzun yazdım aslında. Neyse, böyle böyle diğer eleştirmenlerle birbirimizi tamamlıyoruz, uyumlu bir çift oluyoruz.
Öyle işte, haydi haftaya büyük bütçelisiyle-bağımsızıyla güzel filmlerde görüşmek üzere...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya Kore'ye çocuk sevmeye gideceğiz -ki belki Oscar kazanırız diye)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et