Müslüm (Bir ''Baba'' kolay yetişmiyor), Napoli'nin Sırrı (Ferzan Özpetek'in sevişgen İtalyanları macera peşinde)
Bazı filmleri haftalarca bekliyoruz. İyi pr yapıyorlar çünkü; sosyal medyada yayıyorlar, röportajlara gidiyorlar, Acun'a çıkıyorlar... Hatta bakıyorlar ki Beyaz 'O Ses Türkiye' jürisi olmuş ve biliyorlar ki o izlemediği filmi övmeyi çok sever, bir posta da ona övdürüyorlar. Böylece duymayan kalmıyor. Evet, Müslüm'den bahsediyorum. Ben de bu merak ve beklentiyle gittim buna, sonrasında da orada burada bolca konuşarak pr'ına katkıda bulundum. Aynı gün Napoli'nin Sırrı'na da gittim ama pr'ı yapılmadığı için hemen unuttum.
Haftanın filmlerine geçmeden, Müslüm Gürses'in sadece 3 sahnede ne kadar süper bir delikanlı olduğunu gösterdiği İsyankar filminden bir sahne bırakayım şuraya, sonra vizyonu konuşalım:
Henüz tam Babalık kıvamına gelmediği için Müslüm Abi'yi canlandırıyor filmde...
Müslüm - Müslüm Gürses'i Nilüfer şarkısıyla tanıyan kitleyi bilinçlendirme filmi...
Ayla'nın yapımcısı Mustafa Uslu baya para vermiş yine, "Alın şunu, şöyle afili bir biyografi filmi yapın, bu Amerikanların filan yaptığından" demiş. Bu biyografi filmini, kendisine Ketche diyen Hakan Kırvavaç çekmeye başlamıştı, sonra yine Ayla'yı yönetmesiyle bildiğimiz Can Ulkay devraldı, böylece iki kişi yönetmiş gibi oldu. Gürhan Özçiftçi ile beraber pek sevdiğim edebiyatçı Hakan Günday da senaristlik koltuğunda oturdu. (Bence senaristlerin de, şöyle görünen bir yerde bir koltuğu olmalı.)
Direkt baba olarak mı doğuyor?
Filmimizin büyük bir bölümünde Müslüm Akbaş'ın çocukluğunu, ilk gençliğini ve türkü-bağlama sevme sürecini izliyoruz. Şerefsiz bir babası var, cefakar bir anası var, kardeşi de pek datlı derken Adana'da geçen bu bölümler bol acılı bir şekilde sürüyor. Bu bölümlerde Müslüm'ün Adana Halkevi'ndeki ustası Limoncu Ali (Erkan Can) ile olan ilişkisi görülüyor. Limoncu Usta çift bağlama çalıyor, çok da güzel solo atıyor. Zaten Adana Halkevi'nde geçen bu bağlamalı sahneler bünyeye iyi gaz veriyor. Haydar Haydar çalarken içimiz bi hoş oluyor, basları duymaya çalışıyoruz.
Na böyle kendimizden geçiyoruz...
Babaya layık mı?
Film, baştan sona şarkılı türkülü ilerliyor. Zaten bir müzisyen biyografisi olduğu için böyle olması normal. Ama özellikle bu çocukluk kısımları fazlaca müziğe dayanmış, "HADİ ŞİMDİ HEP BERABER AĞLIYORUZ" müzikleriyle donatılmış, o da bayıyor. Ajitasyon ağırlıklı yerler, ailece kötü babaya sövmek ve Lamia'nın kaderine ağlamak için yıllar önce izlediğimiz Üvey Baba'ya benzeyebiliyor. Ama Baba'nın ilerleyen yaşlarda zihnini fazlaca meşgul eden travmalar, iyi bir görsellikle yansıtılıyor.
Yetişkinlik kısımlarında iyi çekilmiş sahneler var. İlk aklıma gelenler: Trafik kazası, Baba'nın aynada kendisiyle hesaplaştığı sahne, kısa süre bilincini kaybettiği bölüm... Artık iki yönetmenden hangisi çekmiştir bu bölümleri bilemem, aralarında kardeş kardeş paylaşsınlar övgüleri...
Şu klişe 'yağmurlu gökyüzüne karşı el açma' sahnesini hanginiz çekti peki? Ketche?
Acun nerden çıktı yine?
Timuçin Esen'in performansı göz dolduruyor. Belli ki oturmuş, günlerce Müslüm Gürses videosu izlemiş. Sahnede onun gibi sallanıyor, Müslümce bir konuşma tarzı tutturuyor. Belki bazı hareketlerini taklit gibi düşünebilirsiniz ama bence o derece karikatürleşmiyor. Bir kere en önemlisi, şarkılarda kendi sesini kullanıyor. Playback yapsa sahiciliği kaçardı işin, böylesi iyi olmuş. Tabii Müslüm Gürses'in gür sesine yükselemiyor fakat işte bir tribute grubunun konserine gitmişsin etkisi veriyor.
Bir de Müslüm çocukluğu oynayan Şahin Kendirci'ye bir parantez açmak gerekir. Kendisini küçücük yaşında Acun yarışmalarına katılırken görmüş, o yaşta arabeskçi bir baba gibi durmasına şaşırmıştık. Sanki bunun için doğmuşçasına filmde de tam bir arabeskçi baba çocukluğu gibi davranabiliyor.
Arabesk müziğin 10'lu yaşlarındaki babası...
Filmin eksiklerine gelelim, hatta şöyle sıralayıverelim:
* Müslüm Baba'nın çocukluğunu gösteren sahnelerde abartılı bir kurgu kullanımı da var. Müzik altı bir şekilde hızlı hızlı görüntüler akıyor, bu da klip izlemişiz gibi bir duygu bırakıyor. Aniden "İlaç gibi radyoo!" diyesimiz geliyor. Bazı 'mutluluk sahneleri' ise reklam filmini andırıyor. Mutluluğa kapak açasımız geliyor...
* Müslüm Baba'nın orta yaşlılığının anlatıldığı bölüm, çocukluk bölümüne göre daha iyi anlatılıyor ama bu sefer de öykü namına çok şey görmüyoruz. Diyebiliriz ki saf efkardan* oluşuyor burası. Oysa 1-2 anekdot sıkıştırılabilirmiş buraya. Belki Hakan Günday'ın kaleminden birkaç efkarlı aforizma dinleyebilirmişiz. Hakan Baba'dan...
* İki harekette Müslüm Gürses Efkarı...
* Bildiğim kadarıyla kazadan sonra Baba'nın kafasına platin takılınca hareketleri yavaşlıyor, onun o karizmatik savrukluğu, ağır konuşması platinin de etkisi... Filmde de kazadan önce ve kazadan sonra Baba'nın tavırlarında belirgin bir değişiklik olabilirdi o nedenle. Gerçi Muhterem Hanım daha iyi bilir, bi sorun olsa derdi o...
* Ve son olarak; Baba'yı baba yapan toplumsallığa hiç değinilmiyor. Onun için kendini jiletleyen, dinleyip dinleyip gaza gelen kitlenin ruh halini anlayamıyoruz. Bembeyaz kıyafetler içinde Müslüm'ü görürken biraz da toplumda kaynayan fakirliği görebilirmiştik. Nasıl? Ona ayrı film mi çekilir? Hele şu bi 4-5 milyon izlensin mi?
Baba'nın gerçek fotoğrafıyla sonlandıralım burayı. Soldan sağa: Baba, baba-ana, baba-bacı, baba-gardaş...
Puan: Bazı yerleri 65, bazı yerleri 70
Napoli'nin Sırrı (Napoli velata) - Ferzan Özpetek'le yeni başlayanlar için İtalyanca...
Ferzan Özpetek... İtalya'da yaşayan ve İtalyanca filmler çeken lejyonerimiz, İtalya'da teknik dallarda iki ödül alan filmiyle şimdi de Türkiye yolculuğuna çıktı. Filmin Türkiye'deki hakları BKM'ye ait olduğundan olsa gerek, bol salonda görebildik filmi. Başrolde, ismini dillendirmeye çalışıp başaramadığım Giovanna Mezzogiorno (Mezzogiorno da, İtalyanca 'öğle vakti' anlamına geliyormuş, anlamlı) oynuyor. Bol sevişme içeren fragmanı da şöyle geliyor:
Evet fragmanda bol bol sevişme görüyorsunuz, sanıyorsunuz ki BKM sponsorluğunda bir Emmanuelle - Hisli Duygular izleyeceğiz. Film de zaten bir godaman etkinliğiyle açılıp cüretkar ve estetik sevişme sahnesiyle devam ediyor, "Ooo" diyoruz, ailemizin yapımcısı BKM'den ergenlere büyük hizmet! Fakat ilk 10-15 dakikada gördüğümüz estetik popolar maalesef çabucak ortadan kayboluyor. Kanlı canlı popoların yerini heykel çükleri alıyor. Sevişme bitince de gerilim başlıyor. Normaal... Normal hayatta da öyle çünkü, insanlar sevişemeyince her şeye gerilir hâle geliyor. Di mi?
- Sabah seksi mi, kalabalık olmadığı saatte metroya binmek mi?
Nedir bu yapısal reformlar?
Peki neyin gerilimi bu? Adriana'nın (Bayan Öğle Vakti), sadece bir gece geçirdiği halde âşık olduğu adamın vahşice öldürüldüğünü öğrenip bunun peşine düşmesinin gerilimi... Seyirci olarak bu gizemli olayın peşine sürüklenmemiz... Zaten Ferzan Özpetek sinemasının unsurlarına aşina olmamız. Onun böyle 'geçmişin hayaletleri' temasına bayıldığına bilmemiz. "Acaba hayal mi gerçek mi?" ikilemi yaşatmadan film çekemediğini hatırlamamız.
Evet, tam Özpetek filmi bu: Bir yandan da sanatsal etkinlikler, sergiler, bol kostümlü tiyatro oyunları görüyoruz, diğer yandan yalnız ve orta sınıf karakterlerin türlü bunalımlarına tanık oluyoruz. Yine bir şekilde eşcinselliğe denk geliyoruz ve zenginlerin durduk yere yaptığı şaşalı partilere konuk oluyoruz.
- Filmlerde parti veren, işte benim Petek Ferzan...
E film nasıl? Neymiş bu Napoli'nin Sırrı?
Valla filmden çıktığımda sürekli "Neymiş bu Napoli'nin sırrı?" diye düşündüm ben de. O konu sır olarak kalıyor. Filmin en önemli mesajı ise "Ulan Napoli sen mi büyüksün ben mi?" gibi bir şey olabiliyor. Anladığım kadarıyla sanat-mafya-tarihi eser üçgeni var bu şehirde. Bir de zamanında Napoli takımında Maradona oynamış, onun da muhabbeti geçiyor.Sanat-mafya-tarihi eser-Maradona dörtgeni oluyor galiba öyle olunca. Maalesef Özpetek, senaryoda yaratamadığı gizemi atmosferle yaratmaya çalışıyor ama merak duygusu oluşturamıyor. Dörtgeni çabuk çözdük çünkü biz.
- Bu dilenciler de her yeri doldurdu...
Puan: Ferzan Özpetek'in eski filmlerinin yerini tutmayan bir 60
Çirkin Kral Efsanesi (The Legend of the Ugly King) - Sonuna 'efsane' getirip belgesel yapma geleneği?
Yakın zamanda vizyona giren Yaşar Kemal Efsanesi belgeselinden sonra, şimdi de geçen yıl Toronto'da prömiyerini yapmış olan Yılmaz Güney belgeseli girdi vizyona. Belgeselde bol bol Güney'in yakınlarıyla ve uluslararası sanat camiasıyla, entelijansiyayla konuşuluyor. Yılmaz Güney çeşitli dillerde övülüyor -arada Haneke de övüyor- tatmin oluyoruz. Elin gavuru bile ne kadar çok seviyor Güney'i diye kederleniyoruz belki biraz...
Belgeseli, ilk uzun metraj filmi Güzelliğin On Par'etmez eseriyle Altın Portakal alan (Önceden Altın Portakal, Altın Koza deniyordu ödüllere, sonra yalan oldular Yılmaz ağabey) Hüseyin Tabak yönetiyor. Şimdilik bu kadar biliyorum ben de, izleyince yine konuşuruz.
Diğer:
Rafadan Tayfa Dehliz Macerası: Haftanın animasyonu. Yerli bir animayon olduğu için maalesef çizgi olarak fazla mütevazı (nezaketen dandirik demek) bir yapım. Fakat yıkım tehlikesindeki mahalleyi kurtarma konusu güzel, çocuğunuzun ileride iflah olmaz bir anarşist olmasına yol açar inşallah...
Bebek Geliyorum Demez: Hakan Cigaoğlu'nun yönettiği bol bebekli bir film... Beste isimli ablamız hamile kaldığını öğreniyor, çiftimizi endişeli ve heyecanlı bir hâl alıyor. Belki içinde gülünebilesi espriler vardır. Filmin senaryo danışmanı, benim bir arkadaşın arkadaşı oluyor, uzaktan duyup 1-2 esprisine gülmüşlüğüm vardır, tanırım yani... Benim de böyle her yerde kolum vardır işte, eheh...
Müze: Alonso Ruizpalacios yönetti ve Berlin'de Gümüş Ayı ödülü aldı film. 30'lu yaşlarında işsiz güçsüz dolaşan ve bir işe yaramadıklarını düşünen birtakım bitik adamlar var (Aaa aynı ben. Geçen s.kik bir magazin eki tarafından yazım beğenilmedi mesela, bitikliğin zirvesi)... Bunlar bir soyguna kalkışıyor ve olaylar gelişiyor. Heyecanlı mı bilmem ama sevimli bir film gibi...
Gael Garcia Bernal'in kafası biraz karışık galiba...
Acemi Hırsız: Haftanın, fragmanını izledikçe "Bu kadar kötü olması için niye ayrıca uğraşıyorlar, ortalama kötü bir film yapsalar zaten izlenir" dedirten yerli komedi yapımı...
Cadılar Bayramı: İlk filmin tam 40 yıl sonrasında vizyona geldiği için ilk filmin tam 40 yıl sonrasını anlatıyor. John Carpenter'a saygı duruşunda bulunulduğu gibi bizim Haluk Bilginer ağabey de yine uluslararası bir filmde azıcık oynamış oluyor. Gerçi 3-5 plan göründüğü önceki filmlerinden daha fazla görünüyor, baya baya yan karakter gibi. Süper... Belki bi 10-15 sene sonra başrol bile oynar.
SONUÇ - Dünya Biyografi Haftası?
Bu hafta Müslüm'e ve Yılmaz Güney Efsanesi'ne giderek iki ölümsüz insan hakkında bol bol bilgi ediniyoruz, iyice çalışıp etrafımıza anlatıyoruz. Bu arada Müslüm'ün hayranlarıyla ilgili ayrıca bilgi edinmek istiyorsak Müslüm Baba'nın Evlatları diye bir belgesel vardı, ona bakıyoruz: Aha bak belgesel. Ayrıca "Baştaki seks sahnesini görecem" ben diyorsak Napoli'nin Sırrı'nı, "İngilizce konuşan, aksanlı Haluk Bilginer izleyecem ben" diyorsak Cadılar Bayramı'nı, "Gael Garcia Bernal'im geldi benim" diyorsak da Müze'yi izliyoruz. Seçenek çok... Bir hafta boyunca düşünebilirsiniz.
Haydi haftaya görüşmek üzere.
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya pek sansasyonel iki filmle karşınızdayım efenim)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et