Bohemian Rhapsody (Merhum Freddie Mercury Efendi'nin hayatı ve eserleri), Climax (Kimyasaldan uzak durucan...)
Bu hafta eğlenceli, şarkılı türkülü filmler var: Bohemian Rhapsody filminde Queen grubunun efsane solisti Freddie Mercury'nin rock ve disko dolu hayatını ve kıpır kıpır performanslarını izliyoruz. Gaspar Noe'nun yeni filmi Climax'te ise LSD ile kafa olmuş gençler elektronik müzikle dans ederek birbirini boğazladıkça kendimizden geçiyoruz. Bir de Tutsak diye bir yapım var, bunda da birkaç opera parçası dinliyor ve gün sonunda çok şarkıcılı bir belediye şöleninden çıkmış gibi oluyoruz.
O zaman yazıya geçmeden, yine bir sahne izleteyim size. Suçlular Aramızda filminde konuşurken niyeyse sürekli dans eden seksi donlu bir siyahi, tam da bu haftaya göre:
Bohemian Rhapsody - Dışı kıpır kıpır içi kan ağlayan bir rock starı..
Mr. Robot'tan bildiğimiz özgün tipli bir oyuncu Rami Malek canlandırıyor, Queen'in baş müzisyeni Farrokh Bulsara'yı, yani Faruk Abi'yi, yani Freddie Mercury'i... Yönetmen ise Olağan Şüpheliler'den ve bazı X-Men filmlerinden bildiğimiz Bryan Singer... Evet, isminde bile 'şarkıcı' geçen bir adam bu, filme yakışmış. Hatta kendisi sette de baya olay çıkarmış, orada bir şeyler dönmüş ve bir rock star filmine de bu yakışırdı zaten!
Köppek gibi çalışıp kraliçeler gibi yaşamış mı?
Queen grubunun kuruluşu... Londra'nın türlü içkili yerlerinde 20-30 kişiyle çalan bir grubun kapısını çalan Freddie, onlara solist oluyor, yetmiyor, gruba yeni bir isim ve tarz veriyor. Bülent Ersoy gırtlağına (az daha tenoru) ve Zeki Müren tarzına sahip, hafif dişlek Freddie'nin sesi de müthiş, sahne tarzı da acayip özgün... Onun ve Queen'in performansı 60'ların sonundan 80'lerin ortasına kadar sürüklüyor bizi. Yer yer gaza gelip coşkulu seyirciler gibi "Wuaah" "Şak şak şak" "Yehoou" diye tepkiler vermek istiyoruz.
Filmin amacı bir yandan gaza verirken bir yandan da "Bohemian Rhapsody gibi bir deli şarkısı da anca böyle özgün bir adamdan çıkardı" dedirtmek oluyor. Bakalım Bülent Ersoy'un İngiliz ve rocker hâli diye tabir edebileceğimiz bizim Fred ne gibi assolistlikler yapıyor?
Serbest çağrışımım bazen göz kanatıcı sonuçlar doğurabiliyor...
Elizabeth'in nesi oluyor bunlar?
Bohemian Rhapsody, biliyorsunuz çok orijinal ve eğlenceli bir şarkıdır. Arada Galileo derler, Bismillah filan derler... Filmin eğlencesi buna yakın, yer yer Queen'in güzel kliplerinden izler gibi oluyorsunuz. Tabii Queen'in müzik tarzı kadar da deneysel bir tarzı yok filmin, baya klasik müzisyen biyografisi: Müzisyenimiz değişik bir çocukluk geçirir, sonra çok acayip yükselir, sonra da türbülansa girmiş uçaktaymış gibi "La noli noli, düşüyor muyuz?!" diye bir gerilim yaşar. Sonra da düşmez.
Ama film Mercury'nin yalnızlığını da deli dolu tavrını da yaşatıyor. Bu adam çok ilginç bir kişi zaten; Zanzibar Adası doğumlu olsa da kendini asil bir İngiliz gibi hisseden, bakımlı bir kraliçe gibi görünse de "Ben müziğin fahişesiyim" diyebilen ve sahnede koltuk altı kılları görünen bir rockstar'a dönüşen...
Yukarıdaki rezaleti telafi etme amaçlı görsel. Aziz hatırasına saygıyla...
Şöyle, sırasıyla filmin eksilerini artılarını dökelim güzelce:
+ Rami Malek müthiş. En küçük hareketleriyle bile travmatik ve yaratıcı bir yıldıza hayat verdiğini hissettiriyor. Yaşamış karakteri. Kafasında bir Mr. Robot kapüşonu olmadan da güzel oynuyormuş.
- Filmde yaklaşık 20 küsur senelik bir süreç işlense de karakterlerin yaşlandığını hissedemiyoruz. Kediler de yaşlanmıyor mesela. Sadece Fred'in anası babasını yaşlandırıp onları azıcık daha ağartmışlar.
+ Yönetmenlik temiz, kamera hareketleri arasında hiç de fena geçişler yok. Konser sahneleri gayet güzel çekilmiş. "Bunlar aradan çıksın, gerisi kolay" diye herhalde, ilk olarak finaldeki konser sekansı çekilmiş diye duydum, çok da güzel olmuş. Bazı müzikli yerlerde deneyselliğe yaklaşılmış.
- Bazen de hiç yaklaşılamamış.
Şu gif'i 10 dakika izleyince deneysel bir kısa film etkisi veriyor...
+ Queen hayranı olmasanız bile çok duygulu bir film bu. Şarkıların etkisi büyük bunda. Yüz binlerce kişi (Yüz binlerce CGI kişisi) aynı anda Wiii Aaar dı Çampiııns söylerken duygulanmamak mümkün değil. Şarkılarda iyi bir vokal kullanılmış ve gerçek Queen sesleriyle karıştırılmış. Çok da datlı olmuş.
- Yalnız Bohemian’ı parça parça değil de şöyle baştan sona bir kere dinlesek iyi olurdu yav. Nasıl? O kadar çok istiyorsam Spotify’dan mı açıp dinleyeyim? Youtube'dan mı tıklayayım? "Filmden sonra bu videoya gelenler?" yorumunu mu beğeneyim?..
- MUTLU OOOL YETEEER...
Puan: Bazı yerleri 75, bazı yerleri de var ki 80
Climax - Ailece izleyip "Aman çocuğum sen sakın bulaşma" demelik...
Gaspar Noé yazıp yönetiyor. Kendisi şiddet, vahşet ve cinsellik dolu filmleriyle bilinir. İnsanın nasıl da dötoş bir canlı olduğunu gösterip durur filmlerinde. Teşhirci, pornografik, şerefsiz gibi filmler çeken, tipinde meymenet olmayan, ama çok yetenekli ve derin de bir insandır kendisi. Çok pis söverken birden ağlayarak övesinizin geldiği bir adamdır. Bu da, ismi 'zirve' anlamına gelen, "Anamıza bacımıza nasıl izleteceğiz bunu" şeklinde tartışmalara yol açan son eseri...
Herkes birbirini?
Bir dans okulunda geçen vahşi ve çılgın bir geceyi, LSD kafasını, yer yer çok acayip bir cehennem atmosferini izliyoruz. Yani çok eğlenceli geçen bir gecenin sonu, uyuşturucu yüzünden pek de iyi yerlere gitmiyor, neler neler oluyor... Ailece oturup ergenlik çağına gelmiş çocuğunuza izleterek "Sana LSD veren bir yabancı olursa, teşekkür edip geri çevir olur mu?" diye onu uyarabileceğimiz bir yapım... Tam da Narkotik şube memurlarına eğitim sırasında izletmeleri gereken bir film...
#missingsummer #yazgelsin #goodvibesonly
Şöyle üşenmeden filmi sekanslarına bölüp inceleyebiliriz sanki. Üşenirsek bırakırız yarıda...
Kapanış jeneriğiyle başlayan açılış: Evet film, ilginç bir şekilde kapanış jeneriğiyle başlıyor. Hatta Adana Film Festivali'nde izlerken kısa bir süre "La bu festivalciler filmi yanlışlıkla dötünden mi koydu?" diye düşündüm, biraz sesli düşünmüşüm ki yanımdaki festival teyzesi 'döt' duymuş gibi baktı, ben de ona "Senin ne işin var Gaspar Noe'da güzel teyzem" şeklinde dönüp baktım. Bakıştık...
Kamera karşısında tekli konuşmalar: Noe, 'karakterleri olay sırasında anlatma' yöntemini kullanmıyor, onları tek tek kamera karşısında konuşturuyor. Hepsinin hayal kuran ve dansa tutkulu insanlar olduğunu görüyoruz. Sanki yetenek yarışması öncesi yarışmacıyı tanıyormuşuz gibi oluyor. 18 yaşında... Konservatuar öğrencisi... Yarışmaya Bitlis'ten katılıyor.
Şimdi de Adana yöresine özgü Horosan Bengisi isimli oyunu izliyoruz...
Toplu dans sekansı: Asıl film burada başlıyor. Acayip bir tek plan dans sekansı var. Koreografi müthiş, iyi bir filme geldiğini anlıyorsun. Çok güzel üç klibi art arda izlemişsin gibi bir duygu bırakıyor.
İkili konuşmalar: Bu sekansta tek mekan içinde kızlı erkekli gruplar, ikişerli ikişerli, ayrı köşelerde konuşuyorlar. Affedersin cinsel içerikli ("s.kiş s.kuş" yazacaktım, utandım) muhabbetler ediyorlar. Birazdan yaratılacak tehlikenin haberini bu konuşmalar veriyor. Tek tek konuştuklarında gelecek vadeden tipler, birden pisleşiyor; anlıyoruz ki topluma karışınca iğrenç bir şey oluyorlar.
Yukarıdan bir çekim ve başlayan kaos sekansları: İşte burası filmin koptuğu ve climax ânının yaşandığı yer. "Kim bu LSD'yi içkiye karıştırdı lan!" diye başlayan sekansta ışıklar, koridorlar, insanlar... hepsi birbirine karışıyor. Fakat çabucak duyarsızlaşıyorsun şiddete. Filmin sorunu da bu. Adım adım tırmanan bir gerilim yok. Kaosuyla mother! filmine benziyor ama bi mother! değil..
Final: 'İnsan vücutları cehennemi' sahnesinden sonra sakinliyor, minnak bir çözüm bölümüyle sonlandırıyoruz bu deneyimi. Az önce biten bu film, bir dans ve kaos filmi, başka bir şey vadetmiyor. Spoiler'lık bir yanı yok, anlatılacak bir şeyi de yok. Haydaa, ne lan bu?! Fransız Yeni Dalgası mı bu, ne bu? Yeni Dalga mı kaldı, 50 yıl oldu... Nasıl? Fransız Yeni Aşırılığı mı diyorlarmış buna?.. Ok.
- Şişkinlik yaptı bu LSD ya... Soda mı içsem?..
Puan: Başı sonu 70, ortaları filan da 75
Tutsak (Bel Canto) - Julianne Moore'dan Yeşilçam tarzı playback
Ann Patchett’in, Bel Canto ismiyle bir romanı yayımlanmış, Paul Weitz da tutmuş bunu beyaz perdeye uyarlamış. Julianne Moore da "Bir tane çok ünlü olsun" diye kadroya dahil edilmiş. Öykü, 1996 yılında Peru'da yaşanmış gerçek bir olaydan esinlenmiş.
İsmi verilmeyen bir Güney Amerika ülkesinde Japon bir iş adamının doğum günü partisi düzenleniyor, sonra da bu parti Marksist bir örgütün mekanı basmasıyla bir rehine gerilimine evriliyor. Julianne Moore ise rehineler arasındaki Roxanne Coss isimli operacıyı canlandırıyor. Fakat Julianne Moore’ya maalesef opera söylemek yakışmıyor. Çünkü söylemiyor, playback yapıyor. Türkan Şoray’ın şarkıcı olduğu Yeşilçam filmlerindeki gibi duruyor. Dublaja yenik düşüyor.
Güzel yerleri de var filmin: Özellikle rehinelik boyunca, Japoncasıyla İspanyolcasıyla İngilizcesiyle farklı dillerde kurulan iletişim etkileyici. Gerillalarla rehineler arasında yumuşayan ilişkiyi izlemesi de keyifli. Aşklar biraz pembe dizileri andırıyor ama, Japon bir tercümanla Latin bir gerillayı sevişirken görmek güzel geliyor. Hep el ele tutuşup daire çizecek değil ya, yaşasın halkların cinselliği!
- Sultanıııı Yegahıııı... Sultaaanııı yeee...
Puan: Çoğunlukla 70, opera söylenen yerlerde 65'e düşüyor.
Diğer:
Dünya Hali: Murat Dalkılıç oynuyor. Bizans Oyunları'ndan sonra şansını biraz fazla zorluyor gibi. Aslındak az çok eğlenceli bir filme benziyor. Fragmanı izledim bi ara da, unuttum şimdi ne anlattığını.
Ecinni: Yerli korku... Belgesel çekimi için gidilen köyde yaşananlar... Hani böyle kentli olarak gidip de saçma sapan sorular sorarsın ya köylülere, ne bileyim "Bu tezekler nasıl böyle kuruyor" filan dersin, herhalde köylü cinler de ona öfkeleniyor.
Fındıkkıran ve Dört Diyar: Açıkçası çok araştırmadım ya. Peri masalı gibi bir şey olsa gerek. Lasse Hallstrom yönetiyormuş. Yönetmen İsveçli olduğu için belki bir şey çıkabilir.
İyi Oyun: 'Dünyanın ilk e spor fimi' diye tanıttılar filmi, biraz abartılıydı ama dünyanın ilk League of Legend filmi olabilir. Mesela Facebook Kelimelik hakkında film yapsan da dünyanın ilk online Scrabble filmi olur... Yönetmen Umut Aral. Kim dersen; 7Yüz diye güzel bir dizi çıktıydı geçen, 3'üncüyü de o yönettiydi.
SONUÇ - Eller havaya?
Yani işte eğlenmek istiyorsan yukarıda uzunca yazdığım 3 filmde de şansını deneyebilirsin. Benim kişisel sıralamam, aralarında az bir farkla: Bohemian Rhapsody > Climax > Tutsak. Yerlilerden de İyi Oyun ve Dünya Hali eli yüzü biraz düzgün işlere benziyor, şans verilebilir gibi. Verilmeye debilir gibi (de'yi doğru mu ayırdım bilmiyorum.) Bilmek de istemiyorum. Hepinizi öpüyorum...
Twitter: @duraladam
-BİTTİ (Haftaya, bitmeyecek gibi duran Çakallarla Dans serisinin 5'inci filmi geliyor...)-
(iletisimcevahiri Brüksel'den bildirdi)
facebook'ta Paylaş twitter'a yolla Allah'a havale et